19 Mart 2015 Perşembe

DİN FELSEFESİ 1-2-3. ÜNİTELER ÖZET

**************************DİN FELSEFESİ .1.HAFTA ÇALIŞMALARI*******************************

1-DİN FELSEFESİ NEDİR?( Din felsefesi, dinin felsefi açıdan ele alınması, başka bir deyişle din hakkında bir düşünme ve tartışmadır).
1-Din felsefesi basit olarak din üzerine felsefi olarak düşünmek, dinin kendisini, çeşitli görüntülerini veya türlerini, temel kavramlarını, temel iddialarını felsefenin eleştirisel, tutarlı, sistemli ve akılsal incelemesini konusu yapmaktır. Gelişmiş bir din, inançlarımız, davranışlarımız, tavırlarımız ve duygulanmazla ilgili birtakım önemli iddialarda bulunur. Eşyanın en son kaynağı, evreni yöneten güç veya güçler, evrenin nihai amacı, insanın evrendeki yeri hakkında açıklamalara sahiptir.                                                                                                                                                                                       2-FELSEFEİ BAKIŞ TARZININ ÖZELLİKLERİ NELERDİR?(din felsefesinde meselelere yaklaşma şekilleri).
2-(a).rasyonel olması.(b).şümullü olması.(c).objektif olması.(d).tutarlı olması.
3-SOSYOLOG,PSİKOLOG VE KELAMCI DİNİ NASIL BİR SİSTEM OLARAK GÖRÜR?
3-psikolog;dini çok kere yaşanan bir tecrübe olarak….sosyolog;ictimai bir müessese olarak…kelamcı;akılla ve nakille müdafaa edilebilen bir sistem olarak görürler.
4-DİN FELSEFESNDE YAHUDİLİK,HRİSTİYANLIK VE İSLAM SÖZ KONUSU EDİLDİĞİNDE HANGİ HUSUSLAR İLE BİRBİRLERİNE BAGLANDGI GÖRÜLMEKTEDİR?
4-Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam gibi "Kitaplı Dinler” söz konusu olduğunda inançla ilgili,ibadetle ilgili, ahlakla ilgili hususlar olmak üzere birbirine bağlı üç yön bulunmaktadır. İyi bir tanımın dinin bu üç cephesini de dikkate alması gerekir. Bu dinler açısından bakıldığında din, ferdi ve içtimai yanı bulunan, fikir ve tatbikat açısından sistemleşmiş planı olan, inananlara bir yasama tarzı sunan, onları belli bir dünya görüşü etrafında toplayan bir kurumdur.
5-BERLİN ÜNİVERSİTESİNDE 1821 YILINDA _DİN FELSEFESİ_ADIYLA BİR DERS VERİRKEN İLK DEFA HEM DİN FELSEFESİ DEYİMİNİ KULLANMIŞ HEMDE BUNU BİR DİSİPLİN HALİNE GETİRMEYE ÇALIŞNA KİM OLMUŞTUR?
5-Hegel.
6-TARİH FELSEFESİ VE BİLİM FELSEFESİ DEYİMLERİNİ İLK KULLANNLAR KİMLERDİR?
6-tarih felsefexini ilk kullanan voltaire ,,,bilim felsefesini ilk kullannalr ise;a.comte ve ampere dir.
7-HEGELİN VERMİİŞŞ OLDUGU DİN FELSEFESİ DERSLERİ KİMLER TARAFINDAN YAYIMLANMIŞTIR?
7-din felsefesi üzerine dersler adıyla berlinde ph.mazheineke ve bruno baure tarafından yayımlanmıştır.
8-DİN SOSYOLOJİSİ,DİN PSİKOLJSİ VE DİĞER DİN İLİMLERİ MESAFE KATEDERKEN DİN FELSEFESİ NEDEN İLERLEYEMEMİŞTR?
8-(a).dogrudan hegel din felsefesi anlayışının iyi kavranamamasıundan kaynaklanır.
(b).felsefenin başlangıcından bu yana yeterince metafizik yapıldıgından din felsefesi pek ilgi görmemiştir.
(c). Feuerbach ve Marx olmak üzere sol Hegel’ciler bir taraftan, Katolik-Protestan Hıristiyan teologlar ve bu geleneğe bağlı diğer filozoflar, öbür yandan Hegel felsefesini ve özel olarak onun din ve Allah anlayışını ağır eleştirilere tabi tutmuş olmaları da, Hegel ile ortaya çıkan din felsefesi kavramının yaygınlık kazanmasını engelleme konusunda önemli bir rol oynamıştır..
(d). Yahudilik ve Hıristiyanlığın bazı temel inançlarını eleştirmiştir.Hıristiyanlığın teslis (üçleme) gibi temel inanç sistemlerinin gerçek Hıristiyanlıkta olmadığını, bunun yenieflâtuncu düşünceden alma olduğunu ifade etmiştir. Bu da, birçok filozof ve düşünürün Hegel'i sevmemesine sebep olmuştur.
(e) Hegel idealizminin Almanya ve Germen ırkına verdiğiyeni ruhun, bu devleti güçlendirmesi ve bu durumun Avrupa'yı korkutmasıdır. Bu da, Hegel ve felsefesine gerekli önemin verilmeyişinin siyasî bir nedenidir.
9-DİN FELSEFESİNİN BİR BİLİM DALI VEYA DİSİPLİN OLMASI İÇİN ÇALIŞNALAR KİMLERDRİ?
9-İsviçre'de Jean-Jacque Gourd; Fransa'da Henry Dumery; Danimarka'da Harald Höffding ve Belçika'da Paul Ortegat, din felsefesinin bir ilim dalı veya disiplin olması için çalışan kimselerdir. Ayrıca İngiltere ve Amerika gibi ülkelerde, genelde, din felsefesi, teoloji şeklinde anlaşıldığından, bu özellikte birçok din felsefesi yazarı ortaya çıkmıştır; onların en meşhurlarına örnek olarak John Hick'i gösterilebilir.
10-TÜRKİYEDE DİN FELSEFESİ DEYİMİNDEN VE ADINDAN NE ZAMAN VE İLK DEFA KİMLER KULLANMIŞİTIR?
10- II. Meşrutiyet dönemiyle başlamıştır. Bundan ilk söz edenlerden birisi, Memdûh Süleyman'dır; Din felsefesinden ilk bahsedenlerden başka bir isim de, Eşrefzâde Muhammed Şevketî'dir(ESERİ=Medâris-i İslâmiye Islahat Program”;
11-DİN FELSEFESİ ADI ALTINDA İLK MAKALE YAZAN KİMDİR?
11-celal nuri yazmıştır.makalesi=din felsefesinden adlı makalesıdır. Celâl Nûrî (İleri) sözü edilen makalesinde, dinî illiyet ve
bilimsel illiyet nazariyeleri ayırımı üzerinde durmaktadır.
12-OSMANLILAR ZAMANINDA TÜRKİYEDE İLK DEFA DİN FELSEFESİNDEN SÖZ EDEN VE OKUTAN KİMDİR?
12-musatafa şekip tunç.
13-DİLİMİZDE M.Ş.TUNÇTAN SONRA DİN FELSEFESİ ALANINDA YAZILAN İKİNCİ ESER KİMİNDRİ?
13-Mehmet aydın.
14-DİN FELSEFESİ NASIL DOGMUŞTUR?
14- din felsefesi, Rönesans sonrası, özellikle Aydınlanmada din ile felsefenin veya din ile ilmîn sahasını ayıran düzlemsel rasyonalizme karşı ve ona bir tepki olarak Hegel'in geliştirdiği küresel diye nitelediğimiz rasyonalizm içerisinde doğmuştur.
15-DİN FELSEFESİNİN PROBLEMLERİ NELERDİR?
15-1. Metafizik ve kozmolojik problemler: Tanrı’nın varlığı. Bu konuyla ilgili lehte ve aleyhteki akli deliller. Âlemin yaratılışı. 2. Epistemolojik problemler: Alemle ilgili bilgilerimizden Tanrının bilinmesine gitme çabalarının epistemolojik değeri. 3. Dini hükümlerin dil ve mantık açısından tenkit ve tahlili. 4. Dinin ahlak, sanat ve ilimle münasebeti. Bütün beşeri tecrübelerin organik bir bütünlüğe kavuşturulması ve yeni dini tefekkür sistemlerinin kurulmasına ilişkin çabalar. 5. Dini sembolizmin anlam ve önemi. Ayetlerin ilk anlaşılan ve ilk anlaşılandan faklı anlaşılabilen boyutları vs. Kıssaların anlaşılması gibi.
16-DESCARTES,LEİBNİZ VE SPİNOZA GİBİ AKILCI FİLOZOFLAR GENELLEİKLE DİNİN HANGİ AÇIDAN ELE ALINMASINA,ÖZELLİKLE TANRININ VARLIGININ AKLİ DELİLLERLE KANITLKANAMASINA AĞIRLIK VERMİŞLERDİR?
16- dinin rasyonel açıdan ele alınmasına, özellikle Tanrının varlığının akli delillerle kanıtlanmasına ağırlık vermişlerdir.
17-KONUSU İTİBARİYLE DİN FELSEFESİNE EN YAKIN ALAN HANGİSİDİR?
17-Kelam.din felsefesi kalsik anlamda _felsefi kelam_olarak adlandirılmıştır.laik kelam(teoloji)de denmiştir.
18-DİN FELSEFESİNE LAİK KELAM(TEOLOJİ) DİYENLERİNİN SEBEBİ NEDİR?
18-Buna sebep,filozofun belli bir inanç sistemini dini bir düşünce ve niyetle savunmayı gaye edinmemesi ve yaptığı
faaliyette dini bir karakter veya ekzistansiyel bir motif görmemesidir.
19-DİN FELSEFESİNİN AMACI NEDİR?
19-din felsefesinin amacı genel olarak dinin doğası, dinsel deneyin yapısı ve anlamı, dinsel bilgi ile bilimsel bilgi veya dinle bilim arası ilişkiler, din-ahlak ilişkileri, dinin genel olarak insan hayatında,özel olarak insan kültürü içindeki yeri, Tanrı'nın varlığı lehine veya aleyhine ileri sürülebilecek kanıtlar,vahiy, peygamberlik vb, gibi problemler veya konuları rasyonel olarak anlamak, açıklamak ve değerlendirmektir.
20-DİN FELSEFESİNİN YARARLANDIGI ALAN HANGİSİDİR?
20-dinler tarihi.


*******************************DİN FELSEFESİ.2.HAFTA ÇALIŞMALARI***********************************

1-din felsefesi ile ilgilenenler ve bu alana yenilik getirenler kimlerdri?
1-Hegel, J.-J.Gourd, P. Örtegat, H. Dumâry ve M. Sekip Tunç
2-hegel din felsefesini nasıl tanımlamıştrı?
2-"Engel olmayan özgür inanç, duygu ve sezgi olarak din, vasıtasız bir bilgi, bir şuura dayanır. "Din felsefesini, şümullü bilgi olarak aklî şekilde Allah'ın bilgisi diye tarif ediyoruz."
3-hegele göre din felsefesinin konusu nedir?
3- kısaca gerçek olandır, bizzat hakikat olan şeydir.” Hegel din felsefesinin konusunu belirlemeye şöyle devam eder: "Din, konumuzu teşkil eder ve dinin içeriği de, bu tek Allah'tır… Bu içerik, mutlak, daha önce de işaret ettiğimiz gibi, din felsefesinin konusunu da teşkil eder.
Bilgilen= Hegel’e göre din felsefesi, herhangi bir dinin, yani belirli bir dinin değil de, genel olarak dinin, şekil ve içerik olarak felsefede felsefî, yani aklî olarak incelenmesidir.
4-hegele göre din felsefesinin amacı nedir?
4- Hegel, din felsefesinin en temel amacını, dinin din olarak ne olduğunun, yani onun tabiatının bilinmesi olarak anlamaktadır.bir diğer amacı ise=Hegel'e göre din felsefesinin amacı ve önemi, Batı düşüncesinde Rönesans ve Reform hareketinden sonra sistematik bir tarzda var olagelen din-bilim çatışmasını ortadan kaldırmaya yönelik bir tavır içerisinde yatmaktadır. Dinin felsefede felsefî tarzda ele alınması, yani Hegel'in kendi felsefesi veya onun anladığı bir din felsefesi bu çatışmayı gidermeye yöneliktir
5-hegele göre din-akıl çatışmasının ortaya çıkmasına sebeb olanlar kimlerdir?
5-Dinin, hassaten de Hıristiyanlığın sahasını sadece mutlak varlığa indirgeyerek, din - akıl çatışmasının ortaya çıkmasının sorumluları Hegel'e göre, bir yandan bu dinin kelamcılarıdır, diğer yandan felsefeciler ve bilim adamlarıdır.
6-hegele göre din felsefesi neden zorunludur?
6-felsefeciler ve bilim adamları da, dini ve onun içeriği olan Allah bilgisini, genel olarak geleneksel metafizikte, yani "doğal teoloji" de ele almayı âdet edinerek, soyut aklî bir kavram gibi görerek, Allah'ı bir yönüyle, bir tarzda insanın diğer boyutlarından, toplumdan ve doğadan soyutladılar. Neticede, Allah ile insan ve âlem arasında zıtlıklar kurdular. İşte Hegel’e göre din felsefesi bu zıtlıkları ortadan kaldırmak için zorunludur.
7-hegel felsefede yöntem olarak kim gibi düşünür?
7-spinoza.gibi.
8-hegele göre yöntem nasıldır?
8-Hegel'e göre yöntem, ele alınan fikir, düşünce veya doktrinin kendisidir. Yöntem ve bilgi aynı şeydir, Bilgi, kendisinin dışında ondan ayrı bir yöntemle elde edilmez. Bilginin temelini teşkil eden kavram veya fikre önceden sahip oluruz, zihnimiz onu şekillendirir ve geliştirir. Nihayet bir sonuca ulaştırır.
9-din felsefesinin metafizikten,akli teolojiden ayrılan noktaları nelerdir?
9-din felsefesi, Allah'ı veya dini sadece bir obje değil aynı zamanda bir süje olarak almaktadır; çünkü Hegel'in Allah anlayışına göre, Allah ruh, düşünce ve akıl olarak, hem Kendisinde, hem insanda ve hem de toplumda yaşayan obje ve süjedir. İşte din felsefesinin metafizikten, aklî teolojiden ayrıldığı noktalardan birisi budur. din felsefesinin metafizikten ayrıldığı ikinci nokta, birincisinin konusunun doğrudan doğruya din olması veya din ile Allah kavramlarını beraber ele almasıdır; halbuki metafizik sadece Allah kavramıyla ilgilenir. O halde Hegel'e göre, din felsefesi, Allah meselesini, din meselesi gibi alır; Allah'ı, bilmek için, önce din meselesinin bilinmesinden başlamak gerekir.
10-hegele göre akli teoloji nedri?
10-Hegel'e göre aklî teoloji, dogmatik teolojinin genel olarak felsefeyi ve özel olarak da metafiziği bir alet olarak kullanması ve hatta onunla birleştirilmesi sonucu ortaya çıkan bir teolojidir.
11-Dogmatik teoloji,hangi konularla ilgilenir?
11- dogmatik teoloji,basit inanç esasları, tarihsel bir yöntem kullanarak dinin tarihsel konularıyla ilgilenir.
12-akli teolojinin doguşunda rol oynanayanlar kimlerdri?
12- Aklî teolojinin doğuşunda St. Anselme, Abelard, St. Thomas gibi kimseler büyük rol oynamışlardır.
13-akli teoloji ile din felsefesi arasındaki farklar nelerdri?
13- Aklî teoloji, düşünce için akıldan hareket eder, fakat sonunda, Allah'ın akılla bilinemeyeceği görüşüne yeniden döner. Hâlbuki din felsefesi bunda ısrar eder.
14-teologlar Allah ve din bilgisini nasıl bozmuşlardır?
14- Hegel'e göre, teologlar baştan beri, dinin şekli ve tarihi detaylarıyla, sembolleriyle ilgilendikleri için, bunların ötesindeki esas içeriği ve anlamları kavramadan da, teolojiyi felsefeyle uzlaştırmaya gittikleri için, bazen dinî ve Allah bilgisini de bozmuşlardır.
15-hegele göre din felsefesi,felsefede hangi vazifeyi neden üstlenmiştir?
15- teoloji ile felsefeyi uzlaştırırken, bu uzlaştırmada, dinin şeklinin esas aldıkları ve gaye edindikleri için de, bizzat bu teologların kendileri din-akıl veya teoloji-bilim çatışmalarını hazırlamışlardır. Allah'ı dünyadan, insandan ve neticede de bilimden ve felsefeden soyutlamışlardır. Din böylece, belirli zamanlarda icra edilen ayinsel görüntülerden ibaret kalmıştır. İşte bunun için,Hegel'e göre din felsefesi, yeniden Allah hakkındaki aklî bilgiyle özdeş bir din anlayışı oluşturmak için, teolojiyi felsefeye bağlama, onu felsefede uzlaştırma vazifesini üstlenmektedir.
16-hegele göre din felsefesiyle felsefe arsındaki fark nedir?bunu nasıl açıklamıştır?
16- Genel felsefe, felsefenin genel konularıyla ilgilenirken, din felsefesi, bu genel konuları din meselesine bağlı olarak özel bir şekilde inceler.Hegel'e göre bu fark, genel felsefede dinin en yüce içeriği veya konusu olan Allah'ın veya Mutlak'ın veya Ruh’un, mantıksal fikir olarak kavranması söz konusu oluşuna karşılık, din felsefesinde Allah'ın sadece saf düşüncenin fikri olarak ele alınmayıp, fakat O'nun ruh olarak sonsuz bir şekilde evrende ve insanda tecrübenin konusu olarak tezahür ve tecelli ettiği şekilde ele alınmasıdır. O halde genel felsefede Allah, soyut, fikrî bir Allah olarak, yani mantık seviyesinde görülürken, din felsefesi, Allah'ı evrende ve insanda yaşayan olgusal ve tecrübî bir Allah olarak inceler. . Genel felsefede Allah, saf düşünce olarak kavranır, din felsefesiyle Allah her yerde, şurada-burada görünen mutlak evrensel hakikat olarak bilinir.
17-din felsefesinin temel prensipleri nelerdir?
17-dinin diyalektik ve tairihi gelişimim…panmantıkçılık…şuursal tecrübecilik..
18-hegelde mutlagın(Allahın)kategorileri nelerdir?
18- Fikir (varlık, süje veya ruh), Doğa (veya obje), Kavram (veya felsefi bilgi) bizzat mutlağın kendisidir; hepsi mutlağın kategorileridir.
19-hegele göre şuursal tecrübeciliğin kaç hali vardır?
19-Hegel'e göre şuurun iki hâli veya mertebesi vardır ki, bu iki mertebeye uygun iki tür şuursal tecrübe vardır: Birinci şuur, doğal şuurdur; İkincisi, felsefî şuurdur. Doğal şuur, sadece niyetsel veya kasıtsaldır; dolayısıyla objenin şuurudur. Felsefî şuur, felsefi veya tefekkürsel olduğu için, şuurun bizzat kendisinin şuurudur. Doğal şuur, Hegel’e göre tarihtir: diyalektik bir harekettir; fakat bu şuur bunun farkında olmaz; düşünür fakat bizzat kendisi düşünsel veya tefekküri değildir; bunun için sübjektif olmanın tematikliğini kavrayamaz.
20-hegelin din felsefesi anlayışı nasıldıR?
20- Hegel'in din felsefesi anlayışı, felsefî ve tenkitçi bir din savunuculuğu olarak belirlenebilir.
21-hegelin din ve Allah anlayışı hangi prensiplere dayanır?
21-din kavramı…tarihi din kavramı…mutlak din kavramı…
22-hegele göre Allah anlayışında Allah kaç yönlüdür?
22- Hegel'in Allah'ı iki yönlüdür. Birinci yönü, kendinde mutlak zat, olan sonsuz Allah'tır; ikinci yönü olgusal ve olgunun içeriği olan, Olgu-Allah'dır. Mutlaklık yönüyle Allah,imanın konusudur; şuurun konusudur; çünkü insanda ancak onlarla Allah temsil edilebilir. Olgusallık yönüyle, doğanın ve tarihin konusudur; dolayısıyla bilginin, bilimin, sanatın, felsefenin konusudur. Hegel bu fikirlerinden dolayı, daha hayatta iken panteist, dinsiz, tanrı tanımaz (ateist), materyalist, hatta bunların aksine koyu bir Hıristiyan olarak suçlanmıştır. Felsefe tarihçilerinin genel kanaati, onun bir panteist oluşu noktasında toplanmaktadır.
23-hegel kendi felsefesini veya benzer şekilde düşünenlerin felsefesini ne olarak adlandırır?
23-monizm diye adlandırır.
Bilgilen= Allah zat olarak, aşkındır; vücud olarak içkindir. Hem Hegel'e göre, hem de Vahdet-i vücudcu İslam düşünürlerine göre, yaratılış Allah'ın tecelli etmesi, dışta kendisini göstermesi olduğundan, dış varlık, yani çokluk dünyası, Allah'dan ayrı düşünülemediği gibi, Allah'da onsuz düşünülemez. Hegel bunu şöyle ifade eder: "Dünyasız Allah, Allah değildir". Başka bir deyişle, Allah için varlık veya var olma bir sıfat olarak düşünüldüğünde, Allah'ın varlığı, O'nun var olması, ancak dış dünya olarak tasavvur ve tarif edilebilir; Bu da, basit ve amiyane panteizm anlayışından farklı bir anlayıştır; bu nedenle genel kanaatin aksine ne Hegel'i, ne de İbnü’l-Arabî'yi bir panteist görmek doğru değildir.
24-osmanlılar zamanında ilk din felsefesi dersi veren ve bu konuda ilk kitap yazan kimdir?
24-mustafa şekip tunç.
25-m.şekip tunç a göre din felsefesinin tanımı nasıldır?
25- Bir ilim felsefesi, bir sanat felsefesi, bir hukuk felsefesi olduğu gibi bir de din felsefesi vardır. Bu felsefelerin vücuda gelmesi, aldıkları konulara karşı tamamıyla tarafsız kalarak gerçek mahiyeti ve kıymetleri üzerinde bilgi nazariyesi, psikoloji ve ahlak bakımından incelemeler yapmak ihtiyacı duyulmasından doğmuştur… din meselesini metotlu bir düşünce ve muhakeme ile aydınlığa çıkarmak, iz'an haddesinden geçirmektir." Buna göre din felsefesi, tarafsız bir biçimde, dinin esas mahiyeti ve değeri üzerine felsefî bir incelemedir.
26-din felsefesine neden ihtiyac duyuldu?
26- Ne zaman ki, Hegel'in de dediği gibi, din-bilim ayrılığı oluştu, dinsiz bir manevi hayatın olabileceği varsayıldı -ki bu anlayış Hegel'e göre aydınlanma ile XVII-XVIII yüzyılda oluştu ve gelişti - işte o zaman din felsefesi yapmaya ihtiyaç duyuldu. Böyle bir gidişin doğru olup olmadığının araştırılması meselesi kendiliğinden gündeme geldi. Böylece eskiden sadece imanın konusu olan din, bu durum karşısında ilmin konusu, yani felsefenin doğrudan konusu oldu. Daha önce de gördüğümüz gibi, Hegel'i din felsefesi yapmaya iten ihtiyaç da buydu. Tunç gibi, Hegel'in de amacı din ile bilimi veya diğer bilgileri barıştırmaktı.
27-m.şekip tunça göre din felsefesi neye dayanmalıdır?
27- Dini kendi içerisinde bir mesele olarak ele alırken, Tunç'a göre din felsefesi bilgi nazariyesi, psikoloji, ahlak ve sosyolojiye dayanmalıdır.
28-Din felsefesinin dini disiplinleri nelerdir?
28- Din felsefesine, konusu itibariyle en yakın ilim, kelam veya ilahiyattır; fakat bu ikisi ayrı disiplinlerdir; kelama din felsefesi denemez. Tunç şöyle der: "Din yolunda düşünmek, şimdiye kadar iki yoldan kabil olmuştur. 1. İlahiyat yahut ilmi kelam yolundan, 2. Din felsefesi yolundan. Birinci yolda dinin sunduğu öğütler, ilham ettiği fikirler konu yapılır ve bu konu üzerinde düşünülür. İkinci yolda dinin kendisi konu olur ve bu konu üzerinde düşünülür.
29-"Din kültürü için sadece din bilgileri, din ilimleri ve din tarihi kifayet etmez. Bir din edebiyatı, bir din fikri de lazım. Bu ilmi sadece öğrenmekle, onun ruhuna nüfuz edilmiş olmaz. Bir dinin ahkâmını bilmek, ona riayet etmekle de ruh ve manası kavranılmış olmaz; ancak zevahirde kalınmış olur. Bu zevahir, okunmak, muhakeme ve mukayese edilmek, anlaşılmış olmak da ister. Bunu yapmak, dinin bir teşri'fıni ortaya koymak, din felsefesine düşmektedir."diyen kimdri?
29-mustafa şekip tunç.
30-tunç’a göre dinin esası nedir ve kendisi kimin etkisi altında kalmıştır?
30- Tunç'a göre dinin esası, kıymet yani değerdir; din değerden ibarettir. Bu konuda Tunç, tamamen Kant'ın etkisi altındadır. Ona göre din, realiteyi anlama ve onun bilgisiyle uğraşmaz, sadece değeriyle uğraşır; realitenin değerini bilmekle veya bildirmekle mükelleftir.


*****************************DİN FELSEFESİ 3.HAFTA ÇALIŞMALARI***********************************

1-ibn rüşdün hangi eseri hem din ile felsefe,hem akıl ile iman,hemde akıl ile vahiy arasındaki ilişkiye ciddi anlamda ışık tutmaktadır?,                          1-faslul makal.
2-ibn rüşd faslul makal adlı eserinde felsefeyi nasıl tanımlıyor?
2-felsefenin işi (gördüğü vazife); var olanlara bakmaktan ve (varlıkların) Sâni'a (Yapıcı’ya=Tanrı'ya) delâleti bakımından onları değerlendirmekten öte bir şey değilse– yapılmış (masnû) olmaları itibarıyla (varolanların varediciye delâleti bakımından değerlendirilmesini) demek istiyorum.
3-şeriatın varolanlara akıl (vâsıtasıy)la bakmayı ve değerlendirmeyi vâcib kıldığı ve değerlendirmenin de; bilinenden bilinmeyeni çıkarmaktan öte bir şey olmadığı kesinleştiğine göre -ki bu, ya bir kıyâstır veya bir kıyâs ile yapılır- bizim varolanlara aklî kıyâsla bakmamız vâcibtir diyen filozof kimdir?                                                                                                                                                                                                                         3-ibn rüşd.
4-şeriatın davet ve teşvik ettiği bu bakış tarzı(bizim varolanlara aklî kıyâsla bakmamız); kıyas türlerinin en mükemmeli ile (yapılan) en mükemmel bakış tarzı olduğu açıktır ki bunea ne ad verilir?
4-burhan adı verilir?
5- şeriat; Allah Teâlâ'yı ve onun (diğer) varlıklarını burhan ile bilmeyi teşvîk ettiğine göre ve Allah Teâlâ'yı ve diğer varolanları burhan ile bilmek isteyen kimsenin; öncelikle burhanın hangi türlerini ve şartlarını bilmelidir?
5- burhana dayalı kıyâs’ın;cedele dayalı kıyâstan,hitabete dayalı kıyâs’tan ve mugalataya dayalı kıyâs’tan ne ile ayırdedildiğini bilmesi elbetteki çok iyi, hattâ zorunlu bir durumdur.
Bilgilen= eskilerin kitaplarına bakıp değerlendirmek (nazar) şerîat bakımından vâcibdir. Çünkü onların kitaplarındaki maksatları ve amaçları;şerîatın, bizi kendisine teşvîk ettiği maksat ve amacın aynısıdır. Kim de bu kitaplara bakıp değerlendirmeye (nazar) ehliyetli olan kimseyi –ki o kimse iki şeyi birleştirmiştir: Birincisi doğal zekâ, ikincisi de şer'î adalet, ilmî ve ahlâkî fazilettir– onlara bakıp değerlendirmekten nehyederse;şeriatın halkı Allah'ı bilmeye çağırdığı kapıdan insanları geri çevirmiş olur. Bu kapı; Allah'ı hakkıyla bilmeye götüren bakış (nazar) kapısıdır. Bu davranış ise bilgisizliğin zirvesi ve Allah'tan uzaklaşmanın son haddidir.
6-insan tasdik konusunda hangi tabiatlara sahiptir?
6- tasdik konusunda farklı tabiatlara sahiptirler. Kimisi burhan ile tasdîk eder, kimisi de burhan sahibinin burhan ile tasdîk ettiğini, cedelci (dialektik) sözlerle tasdîk eder. Çünkü onun tabîatında bundan daha fazla bir (kâbiliyyet) yoktur. Kimi de hitâbî sözlerle tasdîk eder. Burhan sahibinin burhana dayalı sözlerle tasdîk ettiği gibi.
7-ibn rüşde göre tevil nedemektir ve fıkıhçılarda,arif kimselerde bulunması gereken kıyas türleri nelerdri?
7- lafzı gerçek delâletinden çıkarıp mecâzî delâletine götürmektir. Ancak bunu yaparken, bir şeyi; benzer, nedeni, ilişiği, yakını veya mecâzî söz türlerinin sayımında (belirtilen) diğer şeylerle adlandırmada Arap dilinin geleneklerini bozmadan aşırı gitmemek gerekir. Fıkıhçı şer'î hükümlerin bir çoğunda böyle yaptığına göre, burhan bilgisine sahip olan kişinin (felsefeci) böyle yapması çok daha uygundur. Çünkü fıkıhçının yanında sadece zannî kıyâs vardır, arif kişinin yanında ise yakînî kıyâs bulunmaktadır
8-eşariler ve Hanbeliler istiva ayetine nasıl tevil etmişlerdir?
8- Eş’ariler istivâ âyetini ve nüzûl hadîsini te’vîl ederlerken, Hanbeliler bunları zâhirine hamlederler.
9- Burhânın (bizi) Müslümanların zâhiri (anlamı) üzerinde icmâ ettikleri konuların te'vili veya te’vili üzerinde icmâ ettikleri konuların zâhirine hamledilmesi konusuna götürmesi caiz olur mu?ibn rüşd bu soruyu nasıl cevaplamıştır?
9- Biz deriz ki: Eğer icmâ, yakînî bir yolla (kesin) gerçekleşmiş ise, (te'vîl) sahîh olmaz. Ama icmâ, zannî olmuş ise (te'vîl) sahîh olur. Bunun için Nazar (Kelâm) imamlarından Ebu Hâmid (el-Gazzâlî) ve Ebu'l-Meâlî (el-Cüveynî) ile başkaları demişlerdir ki: Bu gibi şeylerin te'vîli konusunda icmâ'ı yaran (bozan kişi) kesinlikle tekfir edilemez.
Bilgilen= te'vîl konusunda icmâ'ın yarılması (bozulması) tekfiri gerektirmediğine göre, Ebu Nasr (el-Fârâbî) ve ibn Sina gibi islâm milletinden filozoflar hakkında ne dersiniz? Zîrâ Ebu Hâmid, Tehâfüt diye tanınan kitabında üç mes'elede o ikisinin tekfirine kesin hüküm vermiştir. (Bu üç mes'ele) âlemin kıdemi, Allah Teâlâ'nın cüz'iyyâtı bilmeyeceği –ki O, bundan münezzehtir– ve cesetlerin haşri, öldükten sonra dirilmenin (meâd) hâlleri konusunda vârid olan (âyetlerin) te'vîlidir. Biz deriz ki: Onun (Ğazzâlî) bu konuda söylediklerinden açığa çıkan odur ki; bu hususta o ikisini tekfir etmesi kesin değildir.Zîrâ o (Ğazzâlî) et-Tefrika (Faysal et-Tefrika Beyn'el-İslâm ve'z-Zendeka) isimli eserinde, icmâ'ı yarma (bozma)dan dolayı tekfir etmenin bir ihtimâl (şeklinde) olduğunu belirtmiştir.
Bilgilen=Âlemin kadîm veya hadis olması mes'elesine gelince; bana göre Eş’arî kelâmcılarla eski filozoflar arasındaki ihtilâf hemen hemen adlandırmadaki ihtilâfa râcidir. Bilhassa eski (filozoflardan) bir kısmına göre böyledir. ġöyle ki; onlar (eski filozoflar), ortada üç sınıf varolan bulunduğunda ittifak etmişlerdir: iki taraf (kadîm ve hâdis) ve bu ikisinin arasında (kalan) orta taraf. Onlar bu iki tarafın adlandırılmasında ittifak etmişler, ortada (kalan taraf konusunda) ise ihtilâf etmişlerdir.                                                                                                                                                          şimdi birinci taraf; (Hâdis) kendinden başka bir şey ile (madde) ve (kendinden başka) bir şey sonucu (fail sebeb) –fail sebep ve maddeden demek istiyorum– var edilen bir mevcûddur. Bu şeyden önce –o şeyin varolmasından önce demek istiyorum–de zaman geçmiştir. Bu; oluşumu duyu yoluyla kavranan cisimlerin hâlidir. Sözgelimi suyun, havanın, toprağın, canlının, bitkinin ve diğerlerinin oluşumu gibi. Bu türden varolanlara muhdes (sonradan meydana gelmiş) adı verilmesinde eskiler (filozoflar) ile Eş’arîlerin hepsi ittifak etmişlerdir.                                                                                                                                                                                 Buna mukabil olan tarafa (Kadîm) gelince; bu, (kendinden başka) bir şey (aracılığı) ile (madde) ve (kendinden başka) bir şey sonucu (fail sebeb) olmamış olan (ayrıca) ondan önce bir zamanın geçmediği mevcûddur. Her iki grup da (filozoflar ve Eş’arî kelâmcılar) topluca bu (mevcuda) kadîm denmesi üzerine ittifak etmişlerdir. Bu mevcûd burhan ile kavranır ve o, küllün faili, îcâd edicisi ve koruyucusu olan Allah Tebâreke ve Teâlâ'dır. O'nun şânı yüce ve münezzehtir.
Bu iki tarafın arasında yer alan mevcûd türüne gelince; bu, (kendinden başka) bir şey (aracılığı) ile (madde) olmayan ve kendisinden önce bir zaman geçmeyen varolandır (mevcûd). Ancak o (kendisinden başka) bir Şey sonucu –fail (sebeb) demek istiyorum.
10-ibn rüşde göre şeriatta hata kaç kısımdır?
10-(Birincisi), hatanın gerçekleştiği konuda nazar ehlinden olan (araştırmacının) mâzur sayıldığı hatadır. Nitekim usta bir hekim Tıp san’atını (icra) ederken ve mahâretli bir hâkim, verdiği hükümde hata ederse mâzur karşılanırlar. Ama bu konuların ehli olmayanlar (aynı hususlarda) hata edecek olurlarsa mâzur sayılmazlar.                                                                                                                                                                                           (ikincisi) de hiç kimsenin ma'zûr sayılamayacağı hatâdır. Dahası şeriatın ilkelerinde (hatâ) vâki olursa bu, küfürdür. ilke olmayan hususlarda (hatâ) vâki olursa bu, bid'attır. Bu tür hatâ: her çeşit delîl (getirme) yöntemleri ile bilinebilen konulardaki hatâdır. Bu bakımdan o şeyin bilinmesi herkes için mümkün olur. Bu, Allah Tebâreke ve Teâlâ'yı,peygamberlikleri, uhrevî mutluluğu ve mutsuzluğu kabul etmek gibidir.
Bilgilen= şöyle ki: insanlardan hiçbirisinin bilmekle mükellef olmaları bakımından tasdîk etmekten soyutlanamayacağı (uzak duramayacağı) şu üç tür delilin –hitâbî, cedelî ve burhanî delîl demek istiyorum– öngördüğü bu üç ilkeye gelince; bu gibi şeyleri inkâr eden –eğer (inkâr ettiği) şey, şeriatın esâslarından birisi ise– kalbiyle değil diliyle direttiği veya onların delilinin bilgisini elde etmekten gafil olduğu için, kâfirdir. Zîrâ o, eğer burhan ehlinden ise, bu esâsları burhan yoluyla tasdîk edebilmesi için ona yol açılmıştır. Eğer cedel ehlinden ise, cedel yoluyla, eğer öğüt ehlinden ise öğüt yoluyla (tasdîk edebilmesi için ona yol açılmıştır). Bunun için Aleyhisselâm; "insanlar; Allah'tan başka tanrı yoktur, deyinceye ve bana inanıncaya kadar onlarla savaşmakla emrolundum." buyurmuştur. Üç tür inanma yolundan hangi yol uygun düşerse demek istemiştir.
11-ibn rüşd öldükten sonra diriliş konusunda faslul makalında nasıl bir açıklma getirir?
11- Biz deriz ki: Bu mes'ele (öldükten sonra diriliş konusu); üzerinde ihtilâf edilen (mes'eleler) sınıfından olduğu hususunda durum apaçıktır.şöyle ki; biz, kendilerini burhana nisbet eden bir topluluğu görüyoruz ki onlar, şöyle diyorlar: Vâcib olan, bu konuyu (öldükten sonra dirilme) zahirine hamletmektir. Çünkü bu konuda zahirin imkansız (müstahîl) olmasını gerektiren hiçbir burhan yoktur.işte bu, Eş’arîlerin metodudur. Burhanla iş gören (burhanı benimseyen) diğer bir topluluk da onu te'vîl etmektedirler. Bunlar, onun (öldükten sonra dirilmeye dâir nassların) te'vîli üzerinde çok ihtilaflıdırlar. Ebu Hâmid (el-Ğazzâlî)nin kendisi ve mutasavvıflar bu zümreden sayılmaktadırlar. Bir kısmı da bu konuda iki te'vîli birleştirmektedir. Nitekim Ebû Hâmid (el-Ğazzâlî) bazı kitaplarında böyle yapmaktadır. Öyle görünüyor ki; bilginlerden bu mes'elede yanılanlar ma'zûr, isabet edenler de mükâfata ve teşekküre lâyıktırlar.
Bilgilen=ilim ehli olmayan(lar)a gelince; onun bu (nassı) zahirine hamletmesi vâcibtir.Onun için bu konunun te'vîli küfürdür, çünkü (bu te'vîl) onu küfre götürür. Bunun için bizim kanaatimize göre; zahire imân etmesi kendisine farz olan halktan birinin, te'vîl(e yeltenmesi) onun bakımından küfürdür. Çünkü küfre vesîle olur.Te'vîl ehli biri de onu (te'vîli) buna açıklayacak olursa, onu küfre davet etmiş olur ki; küfre davet eden de kâfirdir. Bunun için, te'vîllerin yalnızca burhan kitaplarında kaydedilmesi (yer alması) gerekir.
12-mead konusunda filozofları küfürle itham eden gazzaliye karşı ibn rüşd ne tür bir benzetmeyle cevap veriyor?
12- Bu (yolu tutmakla) fıtratları uyarma maksadı güttüğünün delili, onun kitaplarında, mezheplerden herhangi birisini benimsememiş olmasıdır. Bilakis o, Eş'arîler ile Eş’arî, sûfîlerle sûfî, felsefecilerle filozoftur. Hattâ o; "Yemenli'ye rastlarsam bir gün Yemenliyim. Maad'lıya rastlarsam da Adnan'a mensubum." (mısraında) denildiği gibidir.
Bilgilen= Ve senin bilmen gerekir ki: ġeriatın maksadı; sadece gerçek bilgiyi ve gerçek ameli öğretmektir.Gerçek bilgi, Allah Teâlâ'yı ve diğer varolanları, olduğu şekilde (neyin üzerinde ise öylece) bilmektir.Özellikle (o varolanların) değerlilerini,âhiret mutluluğunu ve mutsuzluğunu bilmektir.Gerçek amel ise; mutluluğu sağlayan fiilleri iĢlemek, mutsuzluğa neden olan fiillerden kaçınmaktır. Bu fiilleri bilmek; amelî bilgi diye adlandırılan Ģeyin kendisidir. Bu da iki kısma ayrılır:                                                                                                                                                                        Birincisi; bedene ait (olarak) ortaya çıkan fiillerdir ki bunu bilmek, işte fıkıh adı verilen (bilgi)dir.
ikinci kısmı ise, nefsânî fiillerdir. ġükür, sabır vs. gibi,şeriatın davet ettiği veya kaçındırdığı huylardır. Bunu bilmek de zühd ve âhiret ilimleri diye adlandırılan (bilgi)dir.işte Ebu Hâmid (el-Gazzâlî) kitabında bu (sonuncu) yöne doğru hareket etmiştr.insanlar, birinci türü (fıkıh) bırakıp ikinci türe (zühd ve âhiret ilimlerine) daha çok daldıkları için ve bu tür fiiller de mutluluğun sebebi olan takvaya daha çok vesîle olduğu için (Ebu Hâmid) kitabına İhya'ü Ulûm'id-Din (Din ilimlerinin Diriltilmesi) adını vermiştir.
13-insanlar için tasavvur yolları nelerdir?
13- Tasavvur yolu ise iki tanedir; ya bir şeyin (bizzat) kendisi veya örneği (ile tasavvur etmek)tir.
14-şeriatın asıl amacı nedir ve bu amacta açıklanan yöntemler nelerdri?
14-şeriatın ilk maksadı (asıl amacı) havassın uyarılmasını gözden uzak tutmaksızın çoğunluğa önem vermek olduğundan,şeriatta açıklanan yöntemlerin ekseriyeti, tasavvur ve tasdikin gerçekleşmesi (hususunda) çoğunluğun ortak olduğu yöntemlerdir. Bu yöntemler şeriatta dört çeşittir:                                                                                                                                                                                                                                                             Birincisi; hatabî ve cedelî olmakla beraber, her iki duruma –tasavvur ve tasdide kesinlik ifade etmesini kasdediyorum- özgü ve aynı zamanda ortak olandır. Bu ölçütler, meşhur veya zannî olmakla birlikte öncüllerinde, ya da misalleri deği de kendileri alındığında sonuçlarında kesinlik bulunan ölçütlerdir. Bu türden şer'î kavillerin te'vîli yoktur, onu inkâr veya te'vîl eden kâfirdir.                                                                                                  ikinci türde ise öncülleri meşhûr ya da zannî olmakla birlikte kesin olan ve sonuçları elde edilmek istenen konuların örnekleri olan (ölçütler)dir. Bu tür (yöntemle) –sonuçlarında demek istiyorum- te’vil yolu tutulur.                                                                                                                                        Üçüncüsü de bunun aksi olan (yöntemdir.) Bunlarda öncüller meşhûr veya zannî olmakla beraber kesinlik bulunmadığı için sonuçları, elde edilmek istenenin aynısı olandır. Bu tür (yöntemlerde de) –sonuçları demek istiyorum- te’vil yolu tutulmaz. Fakat öncüllerinde bazen (te’vil) yolu tutulur.
Dördüncüsü; kesin olması bahis mevzuu olmaksızın öncülleri meşhur ve zanna dayalı olanlardır. Bunun sonuçları da elde edilmek istenen şeylerin örnekleri olur. Bunların te'vîl edilmesi havassın vazifesidir, cumhurun (halkın) görevi ise onları zahirine göre sürdürmektir.
15-ibn rüşde göre şeriatta insanlar kaç kısımdır?
15- Öyleyse şeriata göre insanlar üç sınıftır:                                                                                                                                                                                     Birincisi; asla te'vîl ehli değildir. Bunlar, büyük çoğunluğu (cumhur) teĢkil eden hatâbe (hitabete dayalı delil) ehli olanlardır. Zîrâ bu tür tasdikten soyutlanabilecek selim akıl sahibi hiçbir kimse yoktur.                                                                                                                                                  (ikinci) sınıf; cedele dayalı te'vîl ehlidir. Bunlar; ya sadece tabiatları veya hem tabiatları hem âdetleri itibariyle cedelci olanlardır.                          (Üçüncü) sınıf da kesin (yakînî) te'vîl ehli olanlardır. Bunlar; hem tabiattarı itibariyle, hem de san'at bakımından –hikmet san'atını demek istiyorum– burhan ehli olanlardır. Bu (son) te'vîlin, halk çoğunluğu (cumhur) şöyle dursun, cedel ehli olanlara bile açıklanması doğru değildir. Bu te'vîllerden herhangi birisi –özellikle burhânî te'vîller– ehli olmayanlara açıklanacak olursa; onlar, ortak bilgilerden uzak bulundukları için bu (açıklama) hem açıklayanları, hem de kendilerine açıklananları küfre götürür. Bunun sebebi şudur: Bu te'vîlden maksat, zahirin ibtâl edilip, te'vîl edilen (anlam)ın isbât edilmesidir. Zahir ehli olan birisinin yanında bu zahir olan (anlam) ibtâl edilir de yapılan te'vîl de kendisine kabul ettirilmezse –şayet bu konu şeriatın esâslarından birisi (ile ilgili) ise– bu, onu küfre götürür. şu halde –Ebû Hâmid (el-Gazzâlî')nin yaptığı şekilde– te'vîllerin cumhura açıklanması gerekmediği gibi, gerek hıtâbî, gerekse cedelî kitaplarda da –içinde anlatılan konular bu iki türden olan kitaplar demek istiyorum– belirtilmemesi icâb eder.
Bilgilen= Azîz Kitâb'ta herkese açıklanan şer'î sözlerin üç özelliği vardır ki bu (o kitabın) i'câzına delâlet etmektedir: Birincisi; herkesi tasdîk ve ikna (yoluna sevketmek) için onlardan daha mükemmeli bulunamaz. ikincisi; eğer te'vîl götüren bir konu (bahis mevzuu) ise, tabiatı itibariyle ancak burhan ehli olan kimse te'vilde başarılı olacak bir noktaya ulaşabilir. Üçüncüsü; bunlar, hak ehline gerçek te'vîl için uyarılar ihtiva etmektedir. Bu özelikler ne Eş’arî mezhebindekilerin, ne de Mu'tezile mezhebindekilerin (te'vîlinde) bulunmaktadır. Demek istiyorum ki; onların te'vîlleri ne başarıyı kabul eder, ne gerçek uyarıları ihtiva eder, ne de gerçek (te'vîl)dirler. Bunun için zaten bid'atlar çoğalmıştır.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder