********************************DİN
FELSEFESİ.11.HAFTA ÇALIŞMALARI*************************
1-Aziz
Augustine ÖLÜM HAKKINDA NE DÜŞÜNÜR?
1-ölümü
insana verilmiş bir "ceza" olarak görürler. Onlara göre, Hz. Adem'in
işlediği günah, insanoğluna ölümü getir-miştir.
2-"İnsan
ölümlü bir varlıktır." Bu durum onu korkutmakta mıdır? İnsan ya da
insanların pek çoğu, ölümden niçin korkar?bu sorulara hangi görüşler
belirtilmiştir?
2-a-Her
şeyden önce ölüm korkusu, ölümün acı veren bir hâdise olduğu düşünce ve
inancından kaynaklanabilir.
b-Ölüm
korkusu günahkâr insanların çok zor şartlar altında ruhlarını teslim
ettiklerinden kaynaklanır.
c- Ölüm
korkusu, insanın sahip olduğu maddî ve manevi değerlerin yitirilmesinden
kaynaklanmaktadır.
d-
Korku zaten hayatın top yekün dokusunda vardır zaten.
3-ârif
olanlar, hatta peygamberler blee "sekerâtul- mevt"ten ve "kötü
son"dan (sû'ul-hâtime) korkarlar.diyen kimdir?
3-gazali.
4-"ölümü
düşüncenden sil ve gözlerini hayata çevir".diyen kimdri?
4-spinoza.
Bilgilen=Gazâlîye
sorarsak, durum hiç de bu merkezde değildir. Felsefenin sadece bedenlerin haşrı
konusunda değil, rûhun ölümsüzlüğü konusunda da söyleyebileceği bir şey yoktur.
"Biz bu konulara" diyor Gazâlî, "dinin ma‟âd
ile ilgili ifâdeleri sayesinde vâkıf oluruz."
5-Ölüm
ve sonrası konusu batı felsefesinde hangi başlık altında ele alına gelmiştir.?
5-
"ölümsüzlük", yahut da "ruhûn ölümsüzlüğü".
6-
İslâm düşünce tarihinde Ölüm ve sonrası hangi terim ile kullanılmıştır?
6-mead.(
felsefe ve kelâm literatürümüzde en yaygın şekilde kullanılan terim me'âd
terimidir)
Bilgilen=
ma‟âd, hem ruhanî ve cismani ahiret hayatı
anlamında kullanılırken haşr kelimesi daha ziyade rühanî-cismanî nitelikteki
bir ahiret hayatı anlamında kullanılmaktadır.
7-
ölümsüzlük inancını temellendirebilmek için Felsefe tarihinde öne sürülen bu
gerekçeler nelerdir?
7-
a-Ahlâkî gerekçeler(Tanrı'nın Adâleti ve Ölümsüzlük inancı..Tanrı'nın Değerleri
Koruması.. En Yüksek iyi ve Ölümsüzlük Postulatı)
b-metafizik
gerekçeler
c-
ilmi gerekçeler.
8-
ölümsüz olma arzusu. Hakkında ne söylenebilir?
8-
Yaşama arzusu, fıtrî ve tabiidir. Bu arzu, bazen çok çeşitli şekillerde ortaya
çıkabilmektedir, öyle görünüyor ki, insanoğlu biyolojik bir çerçeve içinde
bile, ölümsüz olmayı arzu etmektedir. Herhalde analık ve babalık duygusunun
arka planındaki güçlerden biri de böyle bir arzu olsa gerektir. Zaman zaman bir
de sosyal ölümsüzlükten sözedildiğini duymaktayız, insanlar, eserleriyle, yapıp-etmeleriyle
başkalarının iyilik ve mutluluğuna katkıda bulunmak ve "geride birşeyler
bırakmak" isterler. (Her iki düşünce de, yani biyolojik ölümsüzlük de
sosyal ölümsüzlük de, ciddî bir felsefî tartışma şeklinde olmasa da, bazı
felsefe kitaplarında, sözgelişi Platon'un Symposium'unda vardır.)
9-
"evrenin düzeni içinde her arzu edilen şeyin gerçek olduğunu düşünmek asla
doğru değildir".diyen kimdir?
9-
J.S. Mill.
10-
"eğer Tanrı yoksa her şey mubahtır" "Eğer ölümden sonra hayat
yoksa her şey mubahtır."kim demiştir?
10-
Dostoyevski.
11-ahlaki
açıdan ölümsüzlük hangi konu üzerinde ısrarla durmuştur?
11-
Madem ki âdil bir Tanrı vardır, o halde adâletin tam olarak tecellî edeceği bir
dünyanın da olması gerekir. İşte ahlâkî açının ısrarla üzerinde durduğu ilk
konu budur.
12-tanrının
değerleri koruması nasıl olmaktadır?
12-
O değerleri yaratan ve koruyandır. Ahlâkî değerin taşıyıcısı ise insandır.
Değerlerin pek çoğu onun varlığında gerçeklik kazanmaktadır. Tanrı'nın böyle
bir varlığı yok etmesi dinî şuura son derece ters görünür.
13-kime
göre ruhun ölümsüzlüğü problemine ancak
ahlâkî açıdan bir çözüm getirilebilir?
13-kant.
14-
Bilimsel Açıdan Ölümsüzlük hakkında ‘’acaba bilim bu konu da bir şeyler
söyleyecek durumdamıdır’’şeklindeki soruyu hangi araştırma derneği ele
almıştır?
14-
1885'de ise Amerika'da Willlam James önderliğinde kurulan Psişik Araştırmalar
Derneği, başka soruların yanı sıra bu soruyu da ele almıştır.
15-
Psişik Araştırmalar Derneği hangi olaylarla ilgili mevcut bilgileri toplayarak
bilimsel açıdan değerlendirmeye çalışmıştır?
15-
Dernek, telepati, ruh çağırma, içe doğma, görünür fizikî bir kaynak olmamasına
rağmen sesler duyma, gelecek hakkında haber verme gibi olaylarla ilgili mevcut
bilgileri toplayarak bilimsel açıdan değerlendirmeye çalıştı.
16-
ölmek üzere olan kişilerin söyledikteki, kalp krizi veya trafik kazası geçirip
de bir süre için öldü sanılan fakat -halkımızın kullandığı bir deyimle- 'hayata
yeniden dönenlerin" ifadeleri için de sözkonusudur. Bu insanların
anlattıkları, özellikle, bazı tıp uzmanları tarafından dikkatle bir araya
getirilmiş ve yayınlanmıştır. Öldü sanılan ama daha sonra, gözlerini açan bazı
hastalar yaşadıklarını nasıl anlatmışlardrı?
16-
"karanlık ve sıkıcı bir tünelden geçerek pırıl pırıl bir dünyaya
gittiklerini, hatta kendi bedenlerine "dışarıdan" bakma imkânına
sahip olduklarını ve tekrar bedenlerine dönüp dönmeme konuşunda epeyce tereddüt
geçirdiklerini ifade etmektedirler.
17-
ölüme yaklaşanların "yaşadıkları" tecrübeleri, bilimsel yollarla
açıklanamıyor diye bir tarafa atmak, bizzat bilimsel yaklaşıma ters düşer. Eğer
bilim, alışılmamış olanı, ender olanı bir tarafa itmeyi âdet haline getirmiş
olsaydı, bugünkü başarısına aslâ ulaşamazdı. Müfessir olduğu kadar mütefekkir
de olan Elmalı bu konuda ne söylemiştir?
17-
"daire-i yakinimizi daraltmayalım, ilm-ü fenni boğmayalım, saha-i imkanı
kısıtlamayalım, mümkünse muhal demeyelim... Yoksa muhal zannettiklerimizin
imkânını, hatta vukuunu gördüğümüz zaman perişan oluruz.”
18-
"Neye İnanmaktayım?" adlı ünlü yazısında şöyle demektedir:
"Öleceğim ve bedenim çürüyecektir. Kişiliğimden hiçbir , şey geride
kalmayacaktır."diyen kimdir?
18-
B. Russell.
19-platon
ruh hakkında ne düşünmektedir?
19-
Platon, ruhun özünün hayat olduğuna inanıyordu. Ruh, kendi kendine hareket verme,
kendi hareketinin kaynağı olma imkânına sahiptir. O, bedenden önce de vardı
sonra da var olacaktır. Beden dünyasında varolan iyi ve kötü her şeyin yeterli
sebebi ruhtur. Platon felsefesinde insan, esas itibariyle ve son tahlilde
ruhtur. Beden ise sadece bir vasıta.
20-platonda
ölümsüzlük nasıldrı?
20-
Ölümsüzlük, Platon'a göre, bizzat ruhun kendi öz yapısından, yani onun
basitliğinden, çözülüp-dağılmazlığından gelmektedir. Platon, İslâm
filozoflarından farklı olarak, rûhun aynı zamanda ezelî olduğuna inanır.
21-aristoteles
ruh ve ölümsüzlük hakkında ne düşünüyro?
21-
Aristoteles'in ölümsüzlük hakkındaki görüşlerini tam olarak anlayabilmek
oldukça zordur. Öyle görünüyor ki, o, ruhu bedenin bir formu olarak görmekte ve
aklın ölümsüzlüğün-den sözetmektedir.ruh ölümsüzdür.
22-
ruhun ölümsüzlüğü konusu üzerinde en ciddî şekilde duran filozofların başında
kimler gelir?
22-en
başta ibn sina sonra farabi gelir.
23-kindinin
ruhun ölümsüzlüğü hakkındaki görüşü nasıldır?=
23-
"Özünü Yaratıcı'dan alan ruh, basit, mükem-mel ve yücedir". Ruh
ölümsüzdür. Onun bu dünyadaki varlığı gelip geçicidir. Bu dünya, sadece bir
köprüden ibarettir.
24-farabi
ruhun mahiyeti ve ölümsüzlüğü hakkında neler söylemektedri?
24-
Farabî ye göre, çeşitli güçlere (kuvve) sahip olân "nefis" in en yüce
gücü bilici olan kuvvesidir ki, bu da nazari ve ameli olmak üzere ikiye
ayrılır. Bütün insanların paylaştıkları ilk ve temel beşerî özellik,
po-tansiyel akıldır. Farabi, bu aklı genellikle bir "yatkınlık"
(hey'et) olarak görür. Bir yerde ise, potansiyel aklın "maddi olmayan
basit bir cevher" olduğuna işaret edilir. Form nasıl maddeye muhtaçsa,
diyor Farabî, bu akılda hayatının ilk basamaklarında bedene öyle muhtaçtır. Bu
akıl, faal akıl sayesinde bil-kuvve olmaktan çıkar ve bil-fiil akıl hâline gelir.
Artık bu duruma gelen akıl, kendi kendini de bilen bir varlık olur ve farklı
bir ontolojik statü kazanır. Mükteseb akıl seviyesine yükselen insanın bilme
gücü, faal akıl ile birleşir ve böylece mutluluğun en yüce derecesine ulaşır.
İşte ölümsüz olan, bu akıldır.
Bilgilen=
Farabîye göre, ölümsüzlük, verilen bir şey değil, na-zarî ve ameli uzun çabalar
neticesinde kazanılan, bir şeydir.
25-
Ölümsüzlük açısından bakıldığında, Farabî nefisleri kaç gruba ayırmaktadır?
25-
Akılları potansiyel seviyede kalan "câhiller", akılları bilfiil hâle
gelmekle birlikte âmeli kemâle sahip olmayanlar; müstefâd akıl seviyesine
erişen ve amelî kemâle sahip olanlar. Ancak bu son iki gruba giren nefisler;
ölümsüz olma hakkını elde ederler. Bunlardan sadece nazarî kemâle sahip
olanlar, yani, Farabi'nin deyimiyle, fâsıklar, şekâvet içinde; hem nazarî hem
de ameli kemâle sahip olanlar ise, saadet içinde olurlar. Farabi'nin ölümsüzlük
doktrinine, yani ölümsüzlüğün kazanılan bir şey olduğu anlayışına yakın bir
görüşü Muhammed İkbal de savunuyor görünmektedir.
Oku=
İbn Tufeyl‟e göne, Farabî, el-milletü’l fâdıla adlı
eserinde fâsıkların nefislerini sonsuzca bir azap içinde olacaklarını
söylemektedir. Es-Siyasetu'l Medeniyye'de ise, sadece erdemli nefislerin
ölümsüz olduğunu söyler. Aristoteles'in Ahlâk'ı üzerine yazdığı yorumda da
mutluluğun sadece bu durmada olacağını iddia eder ve şunu ekler: Bunun
dışındaki her iddia, kocakarı masalından ibarettir. Bu öyle bir görüştür ki,
bütün insanları ümitsizliğe sürükler, iyi ile kötüyü aynı kefeye koyar.
Doğrusu, bu, telâfisi imkansız yanlış bir adımdır.
26-farabinin
ferdi ruhun ölümsüzlüğünü inkar ettiği konusunda adeta görüş birliğine varan
batılı bilimadamları kimlerdir?
26-
Bu ilim adamlarının başında O Leary, Ham- mond, Pines, Gardet ve Walzer gibi
ünlü isimler gelir.
27-
Nefis ve nefsin halleri konusunda en çok kafa yoran İslâm filozofu kimdir?
27-ibn
sina. İbn Sinâ düşünen nefsin kendi-başına kâim bir cevher olduğunu,
dolayısiyle ölümsüz olduğunu ispatlamak için çeşitli deliller öne sürer. İbn
Sina'ya göre düşünen nefis, bedenin ölümünden sonra sonsuzca yaşamaya devam
eder.
28-ismail
hakkı İzmirli ruh konusunda ne söylemiştir?
28-
"Ruh meselesi zaruriyyatı diniyyeden değildir. Ruh hakkında her nasıl
itikad olunursa olunsun, tevhide münafi bir itikad hâsıl olmaz".
Bilgilen=
İslâm âleminde de ahiretteki varoluşun, bu dünyadaki ile aynı olduğunu, ancak
oradaki hayatın sürekli, buradakinin sonlu olduğunu kabul edenler bulunduğu
gibi, oradaki hâyatın tam anlamıyla ruhanî nitelikte olduğunu söyleyip mahsüsat
ile iljgili açıklamaların konuyu açıklama gayesini güttüğünü söyleyenler de
vardır. Ayrıca, bir üçüncü grup da oradaki hayatın cismanî olduğunu ama oradaki
cismanîlik ile bu dünyadaki cismanîliğin birbirine benzemediğini söylemektedir.
Bu yorumlardan hiçbiri, kişiyi dinden çıkarmaz. İbn Rüşd, kendi hesabına,
üçüncü grubun görüşünü benimser; çünkü böyle bîr görüşün hem akıl hem de
nakille daha çok uyum içinde olduğuna inanır. Vahiy, haşrin ikinci bir yaratma
olduğunu söyler; akıl ise yokolma özelliğine sahip bir şeyin hiç değişmeden
sürekli bir şekilde varlığını korumasının imkânsızlığına işaret eder. İşte
üçüncü görüş bu taleplerden her ikisini de yerine getirebilecek durumdadır.
29-
Felsefede üzerinde en çok durulan doktrin hangisidir?
29-ruhun
ölümsüzlüğü.
30-
Charles Hartshorne'un ferdî ölümsüzlük fikrine karşı yaptığı itirazlar
nelerdir?
30-
a- Ölümsüzlük sadece Tanrıya mahsustur.
b-
İnsan imkân ve kabiliyetleri sınırlı olan bir varlıktır.
c-
İnsana ebedî olma hakkı tanımak, sonluluk ve sınırlılığı ortadan
kaldırmaktadır.
d-
Ruhani özgürlük kişilik problemini karşımıza çıkarıyor. Bedenli ölümsüzlük ise
aynı problemi başka açılardan karşımıza çıkarıyor.
Bilgilen=
Ferdin ve insan soyunun, kabul edilegelen şekliyle sonsuza değin yaşayacağını
düşünmeden hayata anlam vermenin bir baka yolu daha vardır. Sosyal ölümsüzlük,
biz öldükten sonra yaşamaya devam edecek olanların hayat tecrübelerini
etkilemek ve bu tecrübelere değer katmak demektir. Harshorne'a göre ölümsüzlük
ilahi hayatta "objektifleşmek" demektir. bu anlamda sadece insanlar
değil, var olan her şey, bir bakıma ölümsüzdür.
*****************************DİN
FELSEFESİ.12.HAFTA ÇALIŞMALARI*******************************
1-Hıristiyan
Batı dünyasında din:bilim çatışması ile ilgili tartışmalar HANGİ meselelee
atrafında olagelmiştir?
1-kozmolojik(evren
bilimi) meseleler etrafında.
2-din
felsefesinde bilim ne demektir?
2-"Bilim"
derken de zaman ve mekân dünyasında yer alan şeylerin, olgu ve olayların yapı-
larını, onlar arasındaki sebep-sonuç bağlantılarının oluşturduğu düzeni
keşfetmeyi; bu konuda elde edilen verileri dedüktif bir sistem içinde toplamayı
ve nihayet bütün olup-bitenlerin hangi temel, yasalara göre cereyan ettiğini
belirlemeyi gâye edinen beşerî faaliyetleri kasdetmekteyiz.
3-Hz.
İsa’nın "ulûhiyet"i inancından neşet eden doktrinler nelerdri?
3-Hz.
İsa'da uluhiyet görmeyen bir insan, kilise açısından asla Hıristiyan sayılmaz.
Teslis, enkarnasyon, asli günah vs. gibi temel Hıristiyan mefhum ve doktrinleri
hep Hz. İsa’nın "ulûhiyet"i inancından neşet etmektedir.
4-bilim-din
açısından hristiyanlık nasıl bir dindir?
4-Hıristiyanlığın
ana kelâmi inançlarıyla bilim arasındaki ilişkilerin temelinde sözünü ettiğimiz
ulûhiyet anlayışının yattığı görülür. İkinci olarak, Hıristiyanlık, büyük
ölçüde bir "mûcizeler" dinidir. Kurucusunun dünyaya gelişi, çarmıh
olayı, tekrar dirilmesi, sonunda "Semâdaki Babasına Yûkseliş"i ve
daha yüzlerce olay, hep "mucize" hâdiseler olarak görülmüştür. Bundan
dolayıdır ki, Hıristiyanlıkta bilim-din çatışması mucizeler konusunu daima ön
planda tutmuş ve ‘kavgaların önemli bir kısmı hep bu alanda olmuştur.
Üçüncü
olarak, Hıristiyanlık, Yahudiliğin kutsal metinlerinin ve orada yer alan eski
kozmolojik doktrinlerin tamamını bünyesine dâhil etmiştir.
5-Hıristiyanlığın
problemleri ile İslâm'ın problemleri aynı değildir. Bu görüşümüzü
destekleyebilecek hangi örnekler verilebilir?
5-Meselâ,
yerin değil de güneşin bildiğimiz sistemin merkezi olduğu fikri ortaya
atıldıktan sonra, Kalvin, kıyameti kopardı; çünkü Kutsal Kitapta "Arz öyle
tesbit edilmiştir ki asla yerinden oynatılamaz" denmektedir. Yine
Darwin’in ortaya attığı tabii şeleksiyona bağlı evrim fikrini bazı Hıristiyan
ilâhiyatçılar, sırf "Hz. İsa’nın zuhuru" hadisesine -dolayısıyla
dinin, temel bir akidesine- zarar getirdiği için reddetme yoluna gitmişlerdir.
Determinizm fikrine, mucizeleri açıklamak güçleştiği için karşı çıkılmıştır.
Oysa bir Müslüman'ın veya Budist'in bu görüşler karşısında farklı tepkiler
göstereceği farklı tutumlar takınacağı apaçık ortadadır. Öte yandan, birçok
bilim adamı da, "kendilerine göre anlayıp yorumladıkları dinî
anlayış"a değil, kilise'ye, onun "İman İlkesi" diye öne sürdüğü
görüşlere karşı çıkmıştır. Kilise’nin mücadele ettiği bilim adamları arasında
dindar olanların sayısı, küçümsenemeyecek bir rakama ulaşmaktadır. İslâm'da
otorite, Kur an ve Sünnettir, dolayısıyla bu dine mensup bilim adamının takip
edeceği yol tamamen farklı bir istikamette olacaktır.
Bilgilen=din-bilim
ilişkisi bugün çok daha rahat bir çerçeve içinde yer almaktadır. Her şeyden
önce, XIX. yüzyılın "burnu havada" bilimciliği ve pozitivizmi tarihe
karışmıştır. Artık Batı dünyasında da o yüzyıla has bir din-bilim gerginliği
bugün yoktur. Batı bu gerginliği, ilmî ve dinî anlayışta ortaya koyduğu köklü
değişiklikler sayesinde, kısmen de olsa, gidere- bilmiştir. Şöyle ki, günümüzün
bilim adamlarının çoğu, geçen yüzyılın bilim adamlarına nazaran daha az iddialı
daha alçak gönüllüdür. Bu arada Kilise'nin gücünün zayıflaması ve Kilise
mensuplarının fikir dünyasında ortaya çıkan yeni değişiklikler, Kilisenin bir
baskı unsuru olma durumuna son vermiş; bu da kendi sırasında, bilim adamlarının
gereksiz bir po- lemiğe girmelerine ihtiyaç bırakmamıştır. Özellikle astronomi
ve fizik alanında üne kavuşmuş bilim adamlarının genel tutumları, olumlu bir
havanın dogmasına sebep olmuştur.
Gerginliğin
giderilmesinde din adamlarının ortaya koydukları tutum değişikliklerinin çok
önemli olanlarını şu şekilde, sıralayabiliriz: İlk olarak, din adamları, hücum
edilmeye müsait konuları ciddi olarak gözden geçirdiler. Kutsal metinleri ilmî
ve tarihî-açıdan derin tahlillere tabî tutarak onları yeniden yorumlamaya
çalıştılar. Bu çalışmalar, bazen ılımlı, bazen da oldukça aşırı olan birçok
görüşlerin ortaya atılmasına sebep oldu. Çarpıcı sonuçlardan biri de şuydu:
Hıristiyanlığın kutsal metinlerine insan eli karışmış olup onların tamamının
vahiy eseri olduğu söylenemez.
6-Eddington
,ilmî bilginin gösterdiğinin dışında hakikat kabul etmeyen safdil bilim adamını
neye benzetir?
6-gözleri
iki inç-kare olan bir ağla denize açılan balıkçıya benzeti. Balıkçı, ağının
yakalayamadığı kadar küçük olan balıkların var olduğuna inanmaz. Kendi
metotlarıyla yakalayamadığı hakikatleri yok farz eden bilim adamının durumu
balıkçınınkinden pek farklı değildir.
7-bilimler
kaç sınfta incelenir?
7-Bir
sıra düzeni içinde ele aldığımız zaman bilimleri üç grupta toplayabiliriz:
Genellikle "cansız" diye adlandırılan madde dünyasıyla ilgili
bilimler biyolojik bilimler ve beşerî bilimle. Üçüncü grubun oluşturduğu alanda
yol alabilmek için ikinci grup hakkında, onu tam olarak bilmek için birinci
grup hakkında bilgi sahibi olmak gerekir. Bilim ve din münasebeti deyince akla
hemen gelen iki önemli bilim dalı vardır: Astronomi ve fizik, İslâm dünyasında
bu iki bilim dalını, özellikle astronominin çok erken bir tarihte ve hızla güç
kazanması tesadüf eseri değildir.
Önemli=James
H. Leuba'nın 1914 ve 1933’de yaptığı iki ayrı araştırmaya göre, bilim adamları
arasında fizikçiler inanmada ilk sırayı işgal etmekteydiler. Biyologlar ikinci,
sosyologlar üçüncü ve nihayet psikologlar da dördüncü sırada yer almaktaydılar.
8-newtoncular
alemi neye benzetirler?
8-Newton
fiziği temelde mekanik bir fizikti ve orada "mekanik açıklama" ön
planda yer alıyordu. Buna rağmen, Newton dindar bir insandı. Newtoncular,
genellikle âlemi düzenli çalışan bir makineye benzetirler. Bu görüş, hem
"deist" hem de "teist" ulûhiyet anlayışlarının
savunulmasında kullanılmıştır.
9-Newton
ve Einstein'e göre, âlemin bizatihi anlaşılırlığı nasıldrı?
9-Newton
ve Einstein'e göre, âlemin bizatihi anlaşılırlığı "mucizevî" bir
karakterdedir. En büyük mûcize başka bir deyişle, âlemde bu derecede yüksek bir
nizamın görülmesidir.
10-Einstein,
Heisenberg, Dirac gibi çağımızın büyük bilim adamlarının görüşlerini inceleyen
Jeans, Esrarengiz Alem adlı eserinde Allah'ı ve evreni nasıl görmektedri?
10-Allah'ı
bir "Salt Matematikçi" gibi görmekte ve evreni "Q'nun
düşünceleri"nin oluşturduğunu söylemektedir. Evren, Jeans'a göre, mevcut
durumunu bir ”yaratma" fiiline borçludur; ve yaratma ise, ancak düşünce ve
irade, sahibi bir varlığın eseri olabilir.
Bilgilen=Darwin
sözkonusu eserinde din konusunda pek de kesin bir tavır ortaya koymuş değildi.
Kitabın son bölümünde o, "Yaratıcı tarafından mad- deye hâkedilmiş"
tabiat kanunlarından, "hayatın Yaratıcı tarafından nefhedildiginden"
bahsediyordu. Sonunda ise, şöyle diyordu: "Mesele bütünüyle insanoğlunun
zihnî gücünün ötesindedir... Her şeyin ne zaman başladığı bir sır olup bizce çözülebilecek
bir mesele değildir. Şahsen ben, agnostik olmakla yetinmeye
mecburum"(darvinizm=Canlıların tesadüf
eseri oluştuklarını savunan Evrim Teorisine ve kurucusu Charles Darwin'e
inanmaya dayalı fikir akımı.)
11-
"evrim" teorisinden büyük çapta istifade eden ve bu teoriyi daha çok
teizmin lehinde yorumlayanlar kimlerdir?
11-süreçci
felsefe akıma mensup olan düşünürler.
Bilgilen=
Darwinci mekanist açıklama tarzının öne sürdüğü gibi, eğer canlılar
dünyasındaki değişme tedricen belli bir çizgiyi sürekli olarak takip etmek durumunda
ise, daha işin başında ilk safhadaki yeni türlerin ortaya çıkmasını nasıl
sağlıyor? Eğer Darwin'in reddettiği "sürekli yaratma" kavramı ve her
"yaratma'nın "yeni" bir varlık hamlesi olduğu kabul edilirse,
deniyordu, hem mekanizmin çıkmazlarından kurtulur, hem de evrim fikrine hak
ettiği önemi vermiş oluruz.
Bu
son paragrafta üzerinde durduğumuz fikrin İslâm dünyasındaki en büyük
temsilcisi İkbal'dir. Onun İslâmda Dini Tefekkürün Yeniden Kurulması adlı
tanınmış eserinin ilk bölümleri, esas itibariyle sözkonusu fikrin çevresinde
örülmüştür. Daha önce de işaret edildiği gibi, İkbal'e göre, Allah, Kur'an'ın
deyimiyle, "her gün yeni bir iştedir", yani her an sürekli bir
yaratma faaliyeti içindedir ve her yaratma yeni bir şeydir; dolayısıyla, hilkat
fiili serapa orijinalliktir. "Allah yaratmada dilediğini artırır"
(XXXV 1.) O, önceden kurulmuş bir planın takipçisi değildir, Kur an’ın kâinatı,
Newton'un kapalı kâinatına benzemez. Her şey, içindeki imkân ve kabiliyetiyle
geleceğe açıktır; ve bunu en iyi canlılar dünyasında görmekteyiz. Burada
İkbalin dikkat çekici, bir tesbitine yer vermek isteriz. Ona göre, İslâm
tefekkürü, Darwinci mânâda olmamakla birlikte, ''tekâmül" fikrine yabancı
değildir, İbn Miskeveyh ve Mevlânâ gibi düşünürler tekâmül fikrine yervermiş ve
tekâmül olayına, Darwin'den farklı olarak, kötümser bir gözle bakmamıştır.
Önemli=
Kur'an'a göre, bütünüyle âlem; bilgi, kudret, iyilik ve rahmet sahibi bir
Yaratıcı’nın eseridir. Alemin böyle bir varlık tarafından yaratılmışlığı fikri
şu görüş ve inanışları da beraberinde getirir:
a) Madem ki âlem yaratılmıştır; o halde o zorunlu (vâcip) değil, mümkündür.
Mümkünlerin bilinmesinde tutulacak yol ise a priori bir faaliyet değil, empirik
bir faaliyettir. Kur'an'ın bilgi elde etmek için teşvik ettiği asıl yol,
tecrübi yani endüktif yoldur. b) Madem
ki âlem her şeyi bilen, her şeye gücü yeten bir Yaratıcı tarafından var
kılınmıştır; o halde orada bir düzen ve gayenin olması kaçınılmazdır. Yaratma
fiili, kaosu değil, kozmosu gerekil kılar. Kur'an'a göre, âlemde hiçbir şey boş
ve mânâsız değildir. Her şey O'nun eseridir ve her şey O'nun varlığını tesbih
eden ve O'nun varlığına işaret eden bir delildir. Dünyada görülen nizamın
teminatı bizzat Allah'dır. Hiçbir güç, kendi başına, bu nizamı tehlikeye
sokamaz.
c) Madem ki âlem "mahluk”tur; o halde orada bulunan hiç bir şeyde
ilâhi güç yoktur. Dolayısıyla hiçbir şey duaya, ibadete asla lâyık değildir.
Tabiat, incelenmek, araştırılmak ve yararlanılmak, için oradadır; tapınma
konusu olmak için değil.
12-
dinin temel kaynaklarının yanlış anlaşılması ve yorumlanması nelere yol
açmıştır?
12-
yeni müslüman olmuş Yahudi ve Hıristiyan kökenli kişilerin getirdikleri
bilgiler de zamanla dinî eserlerde yer almaya başladı ve onlar, dinî eserlerin
-bu arada bazı tefsir kitaplarının- ayrılmaz bir parçası oldu. İşte din ve
bilim ilişkisi konusunda yanlış anlamaların ana sebeplerinden biri budur.
İkinci
olarak, bazı müslüman bilginler "dini açıklama" ile "ilmî
açıklama"yı birbirine karıştırdılar. Meselâ, Kur’an yeryüzünden
bahsederken onun bir "döşek" gibi "uzatıldığı"ndan
bahseder. Gökyüzünü "sütunsuz bir tavana" benzetir. Şimdi bu
ayetlerin asıl gâyesi, Allah'ın yaratıcı kudretine işaret etmek ve insanları
tefekküre sevk ederek imana götürmektir. Bu aslî mânâyı (dinî açıklamayı)
unutur da "döşek", "uzatma", "yayma",
"tavan" v.s, gibi kelimelerden dünyanın "gök tavanlı düz bir
satıh olduğu" sonucunu çıkarırsak (yani onları bilimsel açılamalar
şeklinde ele alırsak) âyetleri yanlış anlamış oluruz. İşte bu anlayış da bazı
kimseleri bilim adamının faaliyetlerini yanlış değerlendirmeye sevk etmiştir.
****************************DİN
FELSEFESİ 13.HAFTA ÇALIŞMALARı**********************************
Bilgilen=Bilim
temelde, deskriptiftir; ahlâk ise normatif. Biri kognitif yanımızla, öteki
amelî (konatif) yanımızla ilgilidir: Sanat ise daha çok duygu ve hayal
dünyamızı alâkadar etmektedir. Buna rağmen her üçünün de kökleri insanın
teemmül ve tefekkür dünyasındadır.
1-estetik
tecrübe neye denir?
1-Estetik
tecrübe, hiçbir zaman tam olarak tesbit ve tayin edilmiş kategorilerin altına
yerleştiremediğimiz genel "anlama"nın derunundaki tecrübelerden
biridir.
2-Zihnim
adeta bir makinaya benzedi. Eğer hayatımı yeniden yaşama fırsatı bulabilseydim,
hiç değilse haftada bir defa şiir okumayı, müzik dinlemeyi alışkanlık haline
getirirdim. Bu zevklerden mahrum olmak, mutluluğun yitirilmesine sebep olacağı
gibi zihne de zarar verebilir.şeklinde estetik duygu hakkında böyle düşünen
kimdr,i?
2-darwin.
3-sanat
nedri?
3-Sanat,
insanın derûnî âlemini görülebilir, duyulabilir şeylere yansıtan, böyle bir
âlemi mümkün olduğu ölçüde objektifleştiren, değerli ve anlamlı objeleri farklı
görünümlere sokan, onları farklı mesajlar iletebilecek forma kavuşturan beşerî
bir faaliyettir.
4-sanatın
özellikleri nelerdir?
4-Sanatın
ilettiği mesajı başka hiçbir şey iletemez. O, başka bir tecrübeye irca
edilemez; ve bu anlamda sanat otonomdur. Bir sanat eseri, taklid edilebilir ama
yeniden yapılamaz, tamamlanamaz. Bilimde durum öyle değildir. Bir bilim adamı
seleflerinin omuzlarına basarak yükselir. Sanatta öğrenmeyi ve sanat alanındaki
"ilerleme"iyi başka türlü anlamak gerekir.
5-din
ile sanat arasındaki ilişki hangi şekillerde incelenir?
5-Dinden
sanata doğru; sanattan dine doğru.
6-Ku'an'da
geçen hangi kelimelrle fiziki ve ahlâkî güzellikleri anlatmak için
kullanılmıştır?
6-"cemâl",
"zinet". "husn", "tayyib‟"
7-kuranda
geçen hangi kelimeler esteik duyguyu dile getirmek için kullanılmıştır?
7-"Ferah",
"surûr".
8-gazalinin
estetik delili nasıldır?
8-Gazâlî'nin
estetik delili, sevilmeye lâyık güzel (Cemîl) bir yaratıcı fikrine ulaştırmaya
çalışıyor. "Allah Cemil'dir", çünkü böyle olmasaydı, kemâl sahibi bir
varlıkta eksiklik olmuş olurdu. Onun içindir ki o, "güzel isimler"
(esmâu'l-husnâ) ile isimlendirilir. İşte iman ile sevgi arasındaki ilişki de
kaynağını böyle bir ulûhiyet anlayışında bulmaktadır.
9-Güzellikten
Allah'ın güzelliği düşüncesine gitmek kimlerin üzerinde çok üzerinde durdukları
bir konu olmuştur?
10-mutasavvıflar.
11-dinin
sanata etkisi nasıldır?
11-Din,
sanatın hem formuna, hem muhtevasına, hem de sanat türlerinden bir kısmının ön
planda, diğer bir kısmının da arka planda tutulmasına tesir eder.
12-müslüman
sanatkar neye inanır?
12-Müslüman
sanatkâr, güzelliği yarattığına değil, keşfettiğine inanır. Müslüman sanatkâr
varolan her şeyin Allah ile bağlantılı olduğuna inanır; İşte sanatkârın bir
mü'min olarak görevi, sadece estetik zevki tatmin etmek değil, birliğin ve
nûrun perdesini aralayarak hakikatin bilinmesine yardımcı olmaktır.
Önemli=İslâm
sanatında "istikrar içinde değişme” anlayışı, ön planda tutulmuştur. Bunu
en iyi "hüsn-ü hat" sanatında görmekteyiz. Bu sanatta
"dökülme", "dağılma", "kendi başına buyruk olma"
intibaını verecek hiçbir unsura yer verilmez. Orada bağımlılık ile bağımsızlık
arasındaki gerilim yok edilmiştir. Her harf hem müstakildir, hem de birliğe,
bütünlüğe bağlıdır. Yazı, hem harflerin şeklini -her türlü değişmeye rağmen-
korumak, hem onlar arasındaki birleşme imkânlarının sonsuz- luğunu göstermek
zorundadır.
Benzer
özellikler arabeskte de vardır. Çağdaş bir düşünürün haklı olarak işaret ettiği
gibi, birlikte çokluk, çoklukta birliği (vahdet'te kesreti, kesrette vahdeti)
ortaya kaymada en başarılı olan sanat, arabesktir. Bu sanatta mantığı ritmi,
matematik nisbet, melodiyi hep bir arada bulmaktayız. Arabesk, müslüman
sanatkârın nisbet ye müvazane sevgisini gösterdiği kadar fikrî uyanıklığını da
gösterir. Arabesk ihtirasın değil, teemmülün eseridir. Sanatkârın bütün
mahareti ortadadır; ama ferdiyeti bütün alçak gönüllülüğü ile geri plandadır.
Sanatkâr, kendi şahsi sıkıntılarını, günlük problemlerini sanatına
yansıtmamıştır.
13-islam
sanatı derken genellikle ne anlaşılmaktadır?
13-"İslâm
sanatı" derken genellikle şunu anlıyoruz:
a)
Dinî bir görevin yerine getirilmesi gayesiyle ortaya konan eserler,
b) Dinî düşünce, inanış ye duyguları anlatan söz, yazı, sembol, hareket,
yapı v.s. Her iki gruba giren sanat varlıklarının estetik açıdan idrak ve
takdir edilme imkânını, eserlerin muhtevalarından bağımsız olarak
düşünebiliriz.
14-vahye
dayalı dinlerin ana gayesi nedir?
14-vahye
dayalı dinlerin ana gayesi, ahlâki bir toplum vücuda getirmektir. Hz.
Muhammedin "ben ahlâkî güzellikleri tamarnlamak için gönderildim"
sözü, bu gayeyi gayet açık bir şekilde dile getirmektedir.
15-Din
ile ahlâk arasıdaki münasebet de düşünce tarihinde genellikle kaç şekilde ele
alınmıştır?
15-Dinden
ahlâka doğru giden bir yol takıp edilerek: ahlâktan dine doğru giden bir yol
takip edilerek. Birinci yol, ahlâkı dine bağlamakta ve böylece dini vasfı ağır
basan bir ahlâk anlayışına -bir teolojik ahlâka- kapı açmaktadır. İkinci yol
ise, insanın ahlâkî tecrübesinden hareket ederek ilâhiyatı temellendirmeye ve
bu şekilde ahlâkı yanı ağır basan bir ilahiyata -bir ahlâk teolojisine- kapı
açmaktadır. İkinci yol, Kant'ın meşhur "ahlâk delili" ile felsefe
tarihinde ön plana çıkmıştır ki bu delili daha önce inceledik.
16-Acaba
bir şey, Tanrı istediği için mi iyidir, yoksa o, iyi olduğu için mi Tanrı
tarafından buyrulmuştur?" Bu sorunun cevabı, ile ilgili tartışmaya ne ad
verilir?
16-"Euthyphro
tartışması", yahut "Euthyphro dilemi" adı verilmektedir. Bu
soru, birçok filozofa göre din ve ahlâk felsefesinin baş problemidir.
17-16.
sorudaki soruya kaç defa nasıl cevap verilmiştir?
17-Soruya
verilen cevapları üç ana grupta toplamak mümkündür: Ahlâkı dine dayandıran
görüşler; ahlâk ile dini iki ayrı (otonom) alan olarak gören görüşler; ahlâk
ile din arasında bir sebep-sonuç bağlantısı (kozâl ilişki) görmemekle beraber
başka türden ilişkilerin bulunduğunu kabul eden görüşler.
18-Özellikle
Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslâm'ın hâkim olduğu kültür ortamlarında yetişmiş
birçok dindar düşünür, ahlâkî iyiyi neye bağlamaktadırlar?
18-
Tanrı'nın iradesine.
19-din-ahlak
ilişkisinin reddi konusunda ateistler ne düşünmüşlerdir?
19-
dinin ahlâk için yararlı olması şöyle dursun, son derece zararlı olduğunu
söyleyecek kadar ileri gitmişler ve görüşlerini desteklemek için çeşitli
fikirler öne sürmüşlerdir. Onlara göre, dini ahlâka temel yapmak, empirik
karakterde olan ve daima değişen bir alanı, değişmezliğine inanılan bir
otoriteye bağlamak demektir. Teizmi savunanlar, bütün çabalarına rağmen
Tanrı'nın varlığını isbat edememişlerdir. O halde ahlâk gibi şurada yaşayan şu
insanın inişli-yokuşlu beşerî tecrübesini böyle sallantılı bir temele nasıl
oturturuz?
20-bir
çok batılı düşünüre göre _inanma_nasıl bir şeydir?
20-
"inanma, hakkında yeterli ölçüde kanıt bulunmayan bir şeye bağlanmadır...
21-
"inancın her çeşidi tehlikelidir"kim demiştir?
21-russel.
22-kantın
hangi görüşü hemen bütün Deontolojistlerce benimsenmiştir?
22-
herhangi bir dinî inanç söz konusu olmadan ahlâk kanununa saygı ve tazimle
bağlanılması gerektiğini savunuyordu.
Önemli=
Kant, herhangi bir dinî inanç söz konusu olmadan ahlâk kanununa saygı ve
tazimle bağlanılması gerektiğini savunuyordu. Kant'ın bu görüşü, hemen bütün
Deontolojistlerce benimsenmiştir. Hatta deontoiojistlerin "objektif
ödev" anlayışlarını "ilahi buyruk” kavramının laikleştirilmiş şekli
olarak ele alınabileceğine inananlar vardır.Aradaki yakınlığa rağmen
"objektif ödev" kavramıyla "ilahi buyruk" kavramı arasında
önemli farkların bulunduğuna işaret etmeliyiz. Birçok Deontolojist Kant'tan
farklı olarak, fiille niyet arasında bir ayırım yapmakta ve fiili temel alarak
ahlâka legalistik bir görünüm vermektedir. Oysa İlâhî buyruklara dayanan
ahlâkta bir niyet, fiil bütünlüğü vardır ve hatta niyet, daha önce gelir.
Ayrıca dindar, deontoiojistlerin sık sık yaptıkları gibi "ödev"den
söz etmez. Dinî hayatta hâkim olan unsur, Tanrıya olan saygı ve sevgidir. İlâhî
buyrukların fazla bir çaba ve zorlamayı gerektirmeden yerine getirilmesi bundan
dolayıdır.
Özetle
diyebiliriz ki, ilahi buyrukların yer aldığı ahlâk anlayışında bir takım kesin
ve mutlak ilkeler bulunmaktadır. Tanrı tarafından belirlenmiş fiiller hakkında
bir "görecelik” (rölativizm) ve ”sonuca göre degerlendirme" (consequalism)den
söz edilemez. Geach'in görüşleri özellikle bu noktayı vurgulamaktadır.
23-
İlâhî buyrukların somut olaylara uygulanması neyin ortaya çıkmasına neden
olmuştur?
23-
çeşitli yorumların ve sonuç olarak çeşitli düşünce akımlarının, dinî
literatürdeki adıyla "mezhepler"in ortaya çıkmasına neden olmuştur.
24-tedbir
ahlakı nasıldır?
25-
Tanrı'nın buyruklarına uymalıyım, çünkü bunu yaparsam Tanrı beni ödüllendirir,
yapmazsam cezalandırır.
26-tedbirli
bir teist ile tedbirli bir atesit arasında ne gibi farklar vardır?
26-
Tedbirli ateist, eğer sırf kanundan veya toplumun kınamasından korktuğu için
kötülük yapmaktan kaçınıyorsa, kanun veya toplumun elinin yetişemediği yerde
istediğini yapmakta bir sakınca görmeyecektir. Oysa, teist içinden geçirdiği en
gizil niyetleri bile bilen bir Tanrının varlığına inanmaktadır. Eğer o
inancıyla tutarlı olan bir hayat sürdürecekse, hiçbir zaman "şimdi
istediğimi yapabilirim" diyemeyecektir.
27-
Aristoteles, arzularını dizginleyen insanla erdemli insan arasında nasıl bir ayırım yapmıştır?
27-
Bunların her ikisi de davranış düzeyinde birbirine benzerler. Her ikisi de
arzularına uyarak kötü fiil ve davranışlarda bulunmazlar. Fakat arzularını
dizginleyen insan, yaptığı iyi fiillerden pek zevk alamaz. Çünkü onun
arzularıyla yaptıkları arasında bir çatışma vardır. Öte yandan erdemli insanın
arzularıyla fiilleri arasında tam bir uyum olduğundan, yaptığı iyi fiillerden
zevk duyar ve bu konuda kendisini zorlamaz.
Bilgilen=
Dinî inancın "işe yarama" açısından savunulduğu görüşüne gelince,
burada bir ayırım yapmak gerekli olmaktadır. Dinin işe yaradığını her dindar
doğal olarak kabul eder. Ancak o dininin hem doğru hem de yararlı olduğuna
inanır. Teistik dinlerin muhatabı insandır; onların amaçları insanlara doğru
yolu göstermek fert ve toplumların ahlâk düzeyini yükseltmektir. Peygamberler,
çevresindeki insanları inandırmaya çalışırlarken dinin onların hayatlarında ne
büyük bir önem taşıdığını ve yarar sağladığını uzun uzun anlatmışlardır. Birçok
din bilgini, Russell'ın da işaret ettiği gibi, dini ahlâkı faydacı bir açıdan
savunmakta bir sakınca görmemiştir.
Dindar
dini salt pragmatik açıdan savunmaz. Nitekim Russell, bir ateist olmasına
rağmen, dini sadece pragmatik açıdan savunanları şiddette eleştirmekte ve şöyle
demektedir: "Ben, dinin doğru olduğunu ve dolayısıyla ona inanmanın
gerekli olduğunu öne süren bir insana saygı duyarım. Fakat sırf, işe yaradığı
için dine inanılması gerektiğini söyleyen ve onun doğru olup olup olmadığını
sormanın bir zaman kaybı olduğunu iddia edenlerin tutumunu, ahlâk açısından son
derece çirkin bulurum". Din, ya doğrudur, bu durumda önün öğretilmesi ve
yaşanması gerekir: ya da doğru değildir bu taktirde ondan vazgeçmek fikri ve
ahlâkı bir dürüstlük olur, o halde "ben aslında dinin doğruluğuna inanmam,
fakat o bazı insanların ahlâklı olmalarında yararlı olmaktadır ve bundan dolayı
da onun devam etmesini istemekteyim" şeklinde özetlenen tutum, R.
Robinson'un deyimiyle en azından "yüz karası"dır.
28-
"dindar olan bir kimse eğer davranışlarında ahlâklı değilse ya sahtekardır
ya da batıl bir dine inanmaktadır."kim demiştir?
28-bradley.
***************************DİN
FELSEFESİ.14.HAFTA ÇALIŞMALARI******************************
1-Modern
iletişimler, turizm, eğitim alış verişi, göç ve uluslararası iş dünyası yeni bin
yılın alamet-i farikalarından biri olarak karşımıza çıkan kültürel bir
bütünleşme üretti.BUNUN ANAHTAR KELİMELERİ NLERDİR?
1-çeşitlilik
ve çokluk.
2-büyük
dinlerden türeyen mezhepler veya akımlar nelerdri?
2-Bahailik
İslam’dan, Mormonluk, Christian Science ve üniteryanizm (Tekçilik)
Hıristiyanlık’tan, Unifîcationism (Birlemecilik) ise Kore Protestanlığı, Yeni-
Konfüçyüsçülük ve Budizm’den, Sih dini, Hinduizm ve İslam’dan.
3-dinler
arasında amel, ibadet ve inanç bakımından benzerlikler nelerdri?
3-Pek
çok dinî törende mumlar ve tütsü kullanılır ve bu törenler Tanrılara muhtelif
adakların sunulmasını ihtiva eder; Hindular ve Hıristiyanlar mukaddes bir yemek
yerler, Müslümanlar, Hindular, Jainler ve Sihler ibadet mekanlarına girerken
ayakkabılarını çıkarırlar, inançlara gelince, Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam
tek tanrılıdır; dinlerin kahir ekseriyetinde ruhi varlıkların, insanların
işlerini etkilediği inancı vardır; avatarlar (ilahın fi- ziksel bedenlenmeleri)
Hıristiyanlıkta ve Hinduizm’de önemli bir rol oynar; Konfüçyanizm’de ve
Hıristiyanlık’ta Altın Kural öne çıkar.
Bilgilen=Fakat
dikkate değer farklılıklar da mevcuttur. Theravada Budizm ilahsızdır;
Vedantaiya inanan Hindular (Brahman veya ikiliksiz Mutlak olarak tabir
ettikleri) Mutlak Gerçekliğin bütün ayrımlardan münezzeh olduğuna inanırlar.
Ortodoks Hıristiyanlık teslisçi (üçlemeci) ve Hinduizm çok tanrılıdır, buna
karşılık İslam ve Yahudilik tavizsiz şekilde tek tanrılıdır.
4-Eğer
biz, her kim neyin doğru olduğunu düşünüyorsa o onun için doğrudur şeklinde
izâfiyetçi bir iddiayı kabul etmezsek ve dinî hakikatlerin özneler arası ve
kültürler arası (geçerli olacak tarzda) değerlendirilebileceğine olan inancı
terk etmezsek, farklı dinlere mensup insanlara karşı müsamahasız olmuş uluruz.
Bu iddianın sahipleri, daha sonrada çabucak dinin hangi kusurlarına
yüklenirler?
4--cihat,
haçlı seferleri, terörizm, Engzisyon mahkemeleri ve katliamlar gibi- dinin
kusurlarına yüklenirler.
5-Dinî
çeşitliliğe felsefî yaklaşımlar kaç gurupta incelenimiştir?
5-şu
üç geniş başlık altında tasnif edilebilir: Dışlayıcılık, çoğulculuk ve
kapsayıcılık. Dışlayıcıya göre, kurtuluş, özgürleşme, insanın kemale ermesi, ya
da dinin nihaî amacı olarak kabul edilen şey, her ne ise o, sadece hususî bir
dinde bulunur veya onun aracılığıyla elde edilir. Her ne kadar diğer dinler de
hakikatler ihtiva etseler de, kurtuluş veya özgürleşme yolunu sağlamada
yalnızca bir din tek başına etkindir. Diğer dinlerin mensupları,
dindarlıklarında samimi olsalar ve ahlaken dürüst olsalar da, kendi dinleri
aracılığıyla kurtuluşa eremezler. Kurtulmak için biricik yoldan haberdar
olmaları ve onu kabul etmeleri zorunludur. Bu din tarafından tayin edilen
yegane kurtuluş planı, kurtuluş için hem ontolojik olarak zorunlu (kurtuluşun
objektif şartlarının gerçekten bulunması zorunludur) hem de epistemolojik
olarak zorunludur (kurtuluşu arayanların bu şartları bilmesi zorunludur). Bu
türden inançlar Hıristiyanlığı yayma gayretini ve misyonerlik hevesini izah
etmeye yardım eder.
Görüşlerini
iyice ölçüp tartmış dışlayıcılar, dışlayıcılığı savunmalarını dinlerin
birbiriyle çelişen doğruluk iddialarında bulunmasına dayandırırlar. Fakat
çelişen doğruluk iddialarının her ikisi de doğru olamaz. Dolayısıyla bunlar
çatıştıklarında, en azından bir tanesi yanlış olmak zorundadır. Bu görüş
öğretisel dışlayıcılık diye tabir edilebilir: Bir dinin öğretilerinin çoğunluğu
doğrudur, buna karşılık diğer dinlerin bu öğretilerle çelişen iddiaları
çoğunlukla yanlıştır. Dinî öğretiler zaman zaman kurtuluşla irtibatlandırıldığı
için, eğer bir kişinin kurtuluşa dair dinî öğretileri çoğunlukla doğruysa, bu
öğretilerle çelişenler doğru değildir. Hıristiyan dışlayıcılarına bir örnek,
dini ve vahyi birbirinden ayıran Protestan teolog Kari Barth’tır. Din, imanın
karşısında, Tanrı'nın vahyine karşı kusurlu, muhalif, kibirli bir insani ürün
olarak durur. Din bizim imkansızımızdır, Tanrı’yı kendi noktainazarımızdan
anlamak için ve kendi gayretlerimizle ondan yabancılaşmamızın üstesinden gelmek
için günahkarca teşebbüsümüzdür. Din imkansızdır çünkü uzlaşmayı sadece Tanrı
sağlayabilir; din günahkarcadır çünkü o Tanrı’nın yerine bizim yaptığımız bir
şeyi koyar, dolayısıyla da putperestliktir. Kurtuluş sadece Tanrı’nın hakiki
vahyi aracılığıyla olur, bu vahiyde Tanrı kendini bize gösterir ve verir.
6-dışlayıcılığa
karşı yapılan eleştiriler nelerdir?
6-dışlayıcıların
tamamı Tanrı'nın bu dünyadayken hak dinle hiç karşılaşmamış olanları mahkum
edeceğini benimsemezler. Bazı dışlayıcılar, seven ve adil olan bir Tanrı’nın
insanlara ölümden sonra kurtulma mesaj'ını işitme ve anlama fırsatları
vereceğine, dolayısıyla en nihayetinde herkesin kurtuluş için eşit fırsata
sahip olmuş olacağına inanırlar. Kurtuluş, mesajın erişilebilir olmasına veya
onunla karşılaşmış olmaya değil, fakat kişinin bilerek onu kabul etmesine
bağlıdır. Bütün insanların kendisini bilmesini, sevmesini ve kendisine ibadet
etmesini arzu eden bir Tanrı, vahyini belirli bir zamanla, yolla, kişiyle,
cemaatle veya kültürle sınırlamaz. Barth, tek bir vahyin bulunduğunu varsayar.
Dolayısıyla da bütün dini bu vahiyle karşılaştırır. Fakat, farklı şekillerde
iletişim kurabilen ve ilahî vahiy olduğunu ya da vahyin ta kendisi olduğunu
iddia eden bireyler aracılığıyla iletişim kurabilen sonsuz bir Tanrı göz önüne
alındığında, bu varsayım sorgulanabilir.
7-itinalı
bir dışlayıcı kimseyi duraklatan şey nedir?
7-çeşitli
görüşlerin varlığı değil, fakat ciddi görünen ve hem kendi dinlerini hem de
başkalarının dinlerini özenle mülahaza etmiş olup kendi görüşlerinin
gerekçelendirilmiş olduğuna inanan kimselerin farklı dinî bakış açılarının
müdafaasını yapmakta oluşudur.
8-dinî
çeşitlilik karşısında inananların kendi dışlayıcı görüşlerini savunmalarının
pekala haklı gerekçeye sahip olabileceğini dahi iddia EDEN KİMDİR?
8-Alvin
Plantinga.( Kısaca Plantinga, dinî çeşitliliğe başvurmanın dışlayıcılığı iptal
etmediği fakat zayıflattığı sonucuna varır. Bir müminin güven derecesi veya
iman derecesi bu yolla zayıflayabilir, fakat zayıflaması illa da gerekmez.
Dışlayıcı hâlâ böyle bir kişinin inançlarının layıkıyla işleyen melekeler
tarafından oluşturulmuş olduğunu bu sebeple de, o inançları benimsemesinin
gerçekten teminatlı olduğunu ve onları terk etmek için iyi bir sebebi
olmadığını haklı gerekçeyle iddia edebilir.)
9-Paul
Griffiths dinî öğretilerin beş tür işe yaradığını iddia EDER BUNLAR NELERDİR?
9-dinî
cemaatin hayatını ve davranışlarını idare eden kuralları sağlar; sahih akidenin
sınırlarını gösteren hakikatleri ifade ederler, hangi inançların cemaat içinde
kabul edileceğini veya edilmeyeceğini belirtirler; cemaatin manevî
tecrübelerini ve dinî adetlerini şekillendirirler; eğitim ve cemaate kazandırma
faaliyetleri ile üyeleri dinî cemaate katma aracı olarak iş görürler; ve
kurtuluş için gerekli şeyleri izah eden doğruları ifade ederler.
10-Griffith’in
ileri sürdüğü kadarıyla dinî öğretilerin bu şekilde tahlili hangi vakıaya işaret eder?
10-Dinî
cemaatler kendi cemaat hayatlarının anahtar öğelerini kurban etmeksizin kendi
inançlarından vazgeçemez veya onları kandıramazlar. Onların kendine has
inançları, onların cemaatini oluşturmada ve muhafaza etmede hayati işlevler
görür.
11-çoğulculuk
denen görüş kim tarafından daha çok
benmsenmiştir?
11-john
hick.
12-john
hick’in mutlak gerçeklik hakkındaki düşüncesi nasıldır?
12-Hick
bazı dinlerin Mutlak Gerçeklik görüşlerinin kökten farklı ve birbiriyle
bağdaşmaz görüşlere sahip olduklarını kabul eder. Bazılarına göre o, ikiliksiz,
gayrişahsî, her şeyin ve hiçin ötesinde, bizim içinde yaşayıp düşündüğümüz bu
fani dünyadan aşkındır. Başkalarına göre ise, gerçek kişiseldir, yaratıcı Tanrı
insanların işleriyle her halukarda ilgilidir. Gerçeğe dair bu tasavvurlar
birbirleriyle uzlaştıralamaz göründüğü için, Tanrı’nın bütün bu muhtelif dinî
tasavvurları doğru olamaz. Bu durumda, çoğulculuk taraftarı, birbiriyle
bağdaşmaz doğruluk iddialarıyla ilgili olarak dışlayıcı argümana ne karşılık
verecektir.
Cevap
sadedinde, Hick, Immanuel Kant’dan uyarlanmış olan, bizatihi gerçek (numen) ve
İnsanî ve kültürel olarak algılanan ve tecrübe edilen gerçek (fenomen) arasında
bir ayrımı gündeme getirir. Dinî şahsiyetler numen olarak kendinde Mutlak
Gerçeklikten bahsettikleri zaman, onlar sadece Mutlak Gerçeğin onlara nasıl
göründüğünü tasvir edebilirler. Onların nitelemeleri, dünyalarını anlamak ve
yapılandırmak ve varoluşlarına anlam vermek için kullandıktan yorumlayıcı
kavramlara dayanır. Dolayısıyla, gerçeğin ikiliksiz olduğunu, tasvir edilemez
olduğunu, kabul edenler, bir yorumlayıcı kavramlar, mecazlar ve imajlar
kümesini kullanırlar; gerçeği kişisel olarak görenler başka bir kümeyi kullanırlar,
işte bu yüzden gerçek çeşitli yollarla tasvir edilebilir.
Hick,
meşhur kör adamlar ve fil hikayesini kullanır.
Daha
önce hiç böyle bir hayvan görmemiş bir grup kör adamın önüne bir fil getirildi.
Bir tanesi bacağına dokundu ve filin büyük bir canlı sütun olduğunu söyledi.
Başka birisi hortumuna dokundu ve filin büyük bir yılan olduğunu söyledi. Başka
birisi filin dişine dokundu ve filin keskin bir saban demiri gibi olduğunu
söyledi. ... tabiî ki hepsi doğru söylemişlerdi, fakat her birisi bütün gerçeklen
sadece bir cihetine atıfta bulunmuştu ve hepsi de eksik kıyaslamalarla
anlatmıştı.
Hangisinin
doğru olduğunu söyleyemeyiz çünkü biz kör insanların fili temas edişini
görebileceğimiz nihaî bakış açısına sahip dehliz. Gerçeği ararken hepimiz
körüz, kendi bireysel ve kültürel kavramlarımızın tuzağına düşmüşüz.
13-Hick
Mutlak Gerçeklik hakkındaki hükümlerin neler oldugunu söylemektedir?
13-Hick’e
göre, Mutlak Gerçeklik hakkındaki hükümler kurtuluşa veya kişisel dönüşüme
eriştirme konusundaki etkinlikleri sayesinde tasdik edilen mecazlardır; dinî
gelenekler bunları korurlar çünkü pek çok insan bunları anlamlı bulmaktadır.
14-insanların
hayatında Tanrı’nın faaliyetini tasvir eden bir efsaneye nedenir?
14-bedenlenme.
Bedenlenme efsanesinde Hıristiyanlar, Mutlak Gerçeklik merkezli bir hayata
dönüştürülmeye açık oluşun tamamıyla gerçekleşmiş olduğu bir kişiyi (İsa’yı)
görürler.
Bilgilen=Hick’e
göre dinin özü, teolojik öğreti değil, fakat kişisel dönüşümdür. Bu durumda o,
bedenlenme gibi dinî öğretilerin aşırı derecede vurgulanmaması konusunda ikaz
eder.
Önemli=Kısaca,
çoğulcuların Mutlak Gerçeklik bizim karşımıza çıkar demeleri iyidir hoştur, ama
Mutlak Gerçeklik nedir? Bazı çoğulcuların, ateist Marksizmi ve tabiatçı
hümanizmi teizmin yanı sıra ve onunla eşit seviyede dinler grubuna katmaya
arzulu oluşu vakıası, bu problemin ciddiyetine işaret eder. Yahudiler,
Müslümanlar ve Hıristiyanlar, hakikaten bir Tanrı’nın olduğunu, onunla
karşılaşmanın bizim hayatımızı anlamlı kıldığını iddia ederler, tabiatçılar ise
İlahî olanı kabul etmeksizin veya onunla karşılaşmaksızın da anlamlı varoluşu
bulabileceğimizi kabul ederler; Şeytancılar kötülüğü ve kuvveti
ilahlaştırırlar. Bu inanç sistemlerinin aklî iddiaları oldukça farklıdır.
Birincisinde, anlam iyi ve kişisel olan bir Tanrı’yla karşılaşmaktan
kaynaklanır; İkincisinde anlam kendi kendine yaratılmıştır; üçüncüsünde ise
kuvveti ve anlamı veren kötülüktür.
15-Teolog
S. Mark Heim’in iddiasına göre çoğulcular nasıldır?
15-çoğulcuların
çoğu aslında kılık değiştirmiş kapsayıcılardır, zira onlar kurtuluşa
yaklaşımların çokluğunu tanısalar da, gerçekte Mutlak Gerçekliğin sağlayacağı
tek bir kurtuluşun savunmasını yaparlar. Onlar “kurtuluşu, dinî gelenekleri
yorumlamada evrensel, kültürler arası sabite” çevirirler. Fakat bunu yaparken,
dinî çoğulculuklarını terk ederler, zira onlar dünya dinlerine çoğulcuların
kendilerinin savunduğu tek bir kurtuluş yolunu, yani “ben merkezlilikten,
gerçeklik merkezliliğe dönüşüme” zorla kabul ettirmek isterler. Dahası, onlar
çeşitli dinlerin gerçek farklılıkları olduğunu inkar etmekle, kendi
çoğulculuklarına ihanet ederler.
16-Tanrı’nın
Hıristiyanlık öncesi dönemdeki insanlara olan lütfunu aynıyla İsa hakkında
hiçbir şey duymamış olan günümüzdeki bireylere de verdiğini düşünmek akla
yatkındır. Tanrı'nın ruhu, diğer dinlerde ibadet eden insanların hayatlarında
iş başındadır, her ne kadar bu insanlar Tanrı’nın faaliyetini Hıristiyan
anlayışıyla anlamasalar da. Rahner(kapsayıcılık)bunu nasıl tabirle açıklar?
16-bunları
anonim Hıristiyanlar diye tabir eder, çünkü bunlar açık bir Hıristiyan
inancından mahrum olsalar da. ya şuurlu ya da şuursuz olarak Tanrı’yı arar ve
ona ibadet eder.
17-Dinî
bakımdan tarafsız olup, mesnetsiz olmayan harici bir ölçütler kümesinin
bulunabileceğinden şüphe eden filozoflar karşısında, Keith Yandell bunlara
karşı hangi teklifler eder?
17-1.
Bir dinin vazgeçilmez önermeleri birbirleriyle tutarlı olmak zorundadır.
2. Bir dinî sistemin doğru
olduğunu bilmek onun doğru olduğunu bilmekle uyumlu olmak zorundadır.
3. Bir dinî sistemin doğruluğu, onun doğru olması için varolması gereken
şeyle uyumlu olmalıdır.
4. Eğer bir dinî sistemi teklif etmenin tek sebebi onun bir problemi
çözme vaadi ise ve bunu yerine getirmekte başarısız olmuşsa, bu sistemi kabul
etmek için bir sebep yoktur.
5. Sistemin vazgeçilmez hakikatleri kesinlikle kanıtlanmış, mesela bilimlerdeki
veya psikolojideki verilerle çelişmemelidir. 6. Bir dinî
sisteme aykırı olan delili bertaraf etmek için başvurulan suni hipotezler, o
dini
sistemin aleyhine delildir.
7.
Bir sistem, insan tecrübesinin geniş menzillerini açıklayıp izah edebilmelidir.
Yandell’in ölçütlerine şu eklenebilir:
8.
Bir din bazı temel ahlakî ve estetik sezileri tatmin etmeli ve kişileri ahlaken
daha duyarlı ve sorumluluk sahibi olarak yaşamaya teşvik etmeli, o ilhamı
vermelidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder