DİN FELSEFESİ
Hafta 8
-Tanrı'nın Sıfatları ve
Kötülük Problemi
SORU 1:Semavi Dinler Allahın
sıfatlarından olan birliği konusuna nasıl yaklaşmışlardır?
Cevap 1: "semavi"
diye adlandırılan dinlerde monoteizm hâkimdir.
SORU 2: islam filozoflarına göre Allahın
birlik sıfatı nasıl açıklanmıştır?
Cevap 2: İslam filozoflarına
göre, Allah, "vahidu'1-hak", yani gerçek anlamda tektir. Evvela o,
sayıca tektir ki, bu anlamdaki tekliği anlatmak için genellikle
"ahad" kelimesi kullanılır. "Ahad", her türlü teşbih ve
teslis anlayışını reddeden ihlâs suresinin ana terimidir. İslami kaynaklar,
Allah'ın birliğinden bahsederken, çok sık olmasa da. "ferd" veya
"münferid" kelimeleri de kullanmaktadırlar.
İkinci olarak, Allah "mürekkeb" olmaması,
"basit" olması bakımından da tektir. Allah cüzlere, fasıllara
bölünemez; bundan dolayı da O, mantıki açıdan, bir tarife tabi tutulamaz.
Üçüncü olarak, Allah, "kendine özgü" bir varlık
olduğu için de tektir. O, kendisine başka biri tarafından varlık verilmemiş
olan, sebebi olmayan bir "Vacibu'l-Vucud"dur. O, "akdem",
''ekmel" ve "efdal" olandır. Bütün bunlar, Allah'in tek olduğu
anlamına gelir.
Eğer birden fazla Tanrı olsaydı, Farabi geleneğine göre,
ya bunların ikisi de tamamen aynı olan özelliklere sahip olurdu; bu takdirde de
ferdiyeti olan iki varlıktan söz edemezdik, yahut onlardan birinin sahip olduğu
bazı özelliklere -veya en azından bir tek özelliğe- ötekinin sahip olmaması söz
konusu olurdu ki, bu da her ikisinin de eksik olduğu anlamına gelirdi. Eksik
olan ise (akdem, efdal, ekmel ve vacibu'l-vucud gibi terimlerin tanımları
gereği) Allah olamazdı. Allah, sıfatları
bakımından da tektir. O'nun bilgisi, kudreti v.s. si hiçbir varlığınkilerle
mukayese edilemez. Farabi ye İbn Sina, zat ve sıfat arasında bir ayırım yapmaz,
dolayısıyla sıfatları da “zorunlu” sayarlar. Bazı kelam âlimleri ise
"zorunlu" sıfat anlayışının "kadim varlıkları çoğaltma"
tehlikesini doğuracağına inanmaktaydılar. Onların bir kısmı sıfatları
"aynı" da sayamıyorlardı, çünkü bu takdirde de bir totolojiye düşme
tehlikesi doğabilirdi. Mesela, "Allah âlimdir" hukmü, "Allah
Allah”tır ile ayni anlama gelirdi.
SORU 3:Allahın sıfatlarından
ezelilik ebedilik konusunda islam filozofları ne demiştir?
Cevap 3: İslam filozof ve kelamcıları ilahi
ezeliliği anlatmak iğin -genellikle "kıdem", "kadim" ve
"akdem" gibi terimleri kullanmışlardır, Kur'an'ın, Allah'ı "O
evvel, ahir, açık ve gizli olandır" (57, Hadid, 3) şeklinde tavsif etmesi,
ezelilik-ebedilik seklinde anlaşılmıştır. Farabi ve İbn Sina, "feyz" yahut "sudur"
nazariyesini benimseyerek bu problemi halletmeye çalışmış ama başarılı
olamamışlardı. Zira söz konusu nazariye, teizm açısından çözülmesi zor başka
problemleri de beraberinde getirmişti. Sözgelişi, Farabi şöyle diyordu:
"Varlıklarını İlk Varlıktan alanlar, zaman bakımından değil, belki başka
bakımlardan O'ndan sonra gelirler. Sudurcular, sudur için bir başlangıç noktası
koyamıyorlardı; çünkü sudur, İlk Varlık'ın kendi kendini akletmesi ile ortaya
çıkıyordu ve bu akletmeye de bir başlangıç konamazdı. Konsaydı, o zaman İlk
Varlık'ın kendi kendini düşünmediği bir zamanın var olduğu akla gelirdi ki, bu,
ilahi varlık açısından imkânsız bir şeydir.
Beka konusu,
kıdem konusuyla kopmaz bir münasebet içindedir. Bu iki terim, sadece ruhların
ölümsüzlüğü konusunda zaman zaman birbirinden ayrılmaktadır. "Zaman
zaman" dememizin sebebi, ruhları da hem kadim hem de baki kabul edenler
vardır. Fakat İslam dünyasında ana kitle, ruhların kıdemine inanmadığı halde
bekasına inanmıştır.
Eğer bir
varlık, var olmak için hiçbir sebebe muhtaç değilse (vacibu’l-vucud ise) hiçbir
varlık onun yok olmasına sebep olamaz. Dolayısıyla, "kıdemi sabit olanın
yokluğu da muhal olur."
SORU 4:Allahın sıfatlarından
sonsuzluk ve değişmezlik konusunda islam alimleri ne demiştir?
Cevap 4: başta M. İkbal olmak üzere, birçok
bilgin tarafından "ilahi sonsuzluk" açısından yorumlanmıştır. İkbal'e
göre, Allah "yaratıcı gücünde sonsuz imkânların bulunduğu Mutlak bir Ben
(Ene) dir". Yine, "ilahi sonsuzluk, ferdiyetlerine zarar vermeden öteki
sonluları sevgiyle kucaklamaktadır" Değişmezlik, sonsuzluk vasfının tabii
bir sonucu olmaktadır. Eğer bir varlık zaman ve mekânın ötesinde ve her
bakımdan sonsuz ise, o varlık değişmez ve Mutlak’tır. Genellikle değişme bir
eksikliğin, bir ihtiyacın; dolayısıyla kendi kendine yetmezliğin neticesi
olarak ortaya çıkar. Tanrı bütün bunlardan müstağni olduğu için değişmez ve
mutlaktır. "Mutlak"
teriminin felsefede özellikle de Alman idealizminde ne derece önemli olduğuna
işaret etmeliyiz. Parmenides'in Varlık'ı Plotinus'un Bir'i, Farabi'nin
Vacibu'l- vucud'u, Hegel'ln Geist'i hep mutlaktır. "Mutlak" konusu
din felsefesinin dışında da ele alınan önemli bir konudur.
SORU5:Allahın sıfatlarından
iyilik-adalet konusunda filozofları görüşleri nelerdr?
Cevap 5: Birinci terim filozofların ikinci
terim ise kelamcıların çok sık kullandıkları terimler arasında yer alır.
Bilindiği gibi, eski Yunan Tanrılarının büyük bir kısmı, akla hayale gelmeyen
kötülükler yapmaktaydı. Bazı dini inanışlar, kötülük problemini bir türlü
halledemedikleri için ayrı bir Tanrı, "kötülük Tanrısı" icad etmişlerdi.
Tanrı'nın
iyilik ve adaleti, hem kâinat düzeyinde, hem de beşeri düzeyde tecelli
etmektedir. Farabi ve onun gibi düşünenlere göre, âlemin bir nizam üzere var
olması, ilahi hayr ve adaletin bir tecellisidir. Bu bakımdan, "Mevla ne
eylemiş ise güzel eylemiştir." Beşeri düzeyde ise insanın iyilik ve adalet
sayesinde başardığı -yahut başaramadığı- hiçbir şey ortada kalmayacak, zamanı
geldiğinde hepsi değerlendirilecektir. Dinler arası bir takım karşılaştırmalar
yapanlar, farklı uluhiyet anlayışlarında farklı özelliklerin ön planda olduğuna
işaret etmişlerdir. Mesela Yahudilik ve İslamiyet’te adaletin, Hıristiyanlıkta
ise sevginin daha önemli olduğunu söyleyenler vardır. Bu tür
karsılaştırmalarda, ne yazık ki, bazen büyük hatalar işlenmektedir. Kur'an
"O (yani Allah) kendi üzerine merhameti yazmıştır." (6 Enam, 13) der.
Yani, tabir yerinde ise, bu "merhameti kendisine farz kılmıştır"
demektir. Adalet, böyle bir merhamet zeminine oturmaktadır. Kudret ve adalete
dayanmayan bir sevgi, pasif bir etkilenmeden, hatta zafiyetten başka bir şey
olamaz.
Düşünce
tarihinde "problem" olan ve haklarında bugün bile hararetli
tartışmalara yol açan sıfatlar, ilim, kudret, irade (ve Maturidileri nazar-ı
dikkate alırsak) tekvin sıfatlarıdır. Şimdi tekvin sıfatı hariç, diğer üçünü
kısaca açıklayalım.
SORU 6:Tanrı bilendir konusunda
filozoflar neler düşünmüştür?
Cevap 6: "İlim sıfatı" öteki bütün
sıfatların su veya bu şekilde dayandığı temel sıfat durumundadır. Tanrı'nın
dilemesi ve yaratması hep bilgisine göre olur.
Tanrı, kendi
özünü bilen bir varlıktır. Aristoteles'in Tanrı'nın bilgisi burada bitmektedir.
Farklı iddialara rağmen, öyle görünüyor ki, Aristoteles'in Tanrısı alemde olup
bitenlerin farkında değildir. Böyle bir Tanrı; elbette ki "muhit"
olamaz. Niçin? Çünkü Tanrı Aristoteles'e göre, maddeden ayrı (mufarık) bir
varlıktır. Dolayısıyla, O'na maddi (bedeni) olmayan zihin aktları
atfedilebilir. Bu bakımdan Tanrı, bilme aktında kendi kendisinin objesi olur: O
hem akil, hem akil (akleden), hem de ma'kul (akledilir)'dur,
Farabi,
Aristoteles'in bu görüsünü çıkış noktası olarak alır. O, kısaca söyle der:
Allah kendi özünü bilir. Kendi özünü bilmekle de alemi bilir. Tanrı ne
maddidir, ne de maddededir. O, bilfiil var olandır. O'nun varlığında
gerçekleşmeyi bekleyen hiçbir şey bulunamaz. Bu bakımdan O'nun bilgisinde
bilen, bilinen ve bilgi; akil, akleden ve akledilen bir ve aynıdır.
Gazali'ye
göre, hem sudur nazariyesini kabul edeceksiniz, hem de Allah’ın,
"geçmiş", "hal" ve "gelecek" kategorileri içinde
düşünülen "cüz'ileri" bildiğini -külli bir tarzda değil, onları tek
tek bildiğini- söyleyeceksiniz; bu mümkün değildir. Her şeyden önce,
felasife'nin suduru, iradi değil zaruridir. Güneşten ışık nasıl zaruri olarak
feyz ediyorsa, İlk Sebep'ten de varlıklar öyle zuhur ediyor. Güneşin, kendinden
sadır olan ışığı bilmesi zaruri midir? Gerçi Gazali filozofların böyle bir
soruya nasıl cevap vereceklerini tahmin etmektedir: "Sudurun sebebi,
Allah'ın bilgisidir." Aynı şey güneş ışık münasebeti hakkında söylenemez.
Allah, bütün sudur surecini bir çırpıda, bölünmez bir bilgi ile bilir. Bu
açıklama, Gazali'yi tatmin etmekten çok uzaktır. Diyelim ki Allah, sudur
sürecinde kendinden feyzeden ilk varlığı bilir. Pekâlâ, bir sürü
"aracılar" kanalıyla sadır olan şeyleri bildiğini nasıl ispat edeceğiz?
iradi fiillerin bile, diyor Gazali dolaylı sonuçları hakkında bilgi sahibi
olmak zaruri olmayabilir.
Farabi, İbn
Sina, Gazali ve İbn Rüşd gibi İslam filozoflarının (aralarındaki farkları bir yana
bırakalım) Tanrı'nın sıfatlarını O'nun "ekmel" varlığına bağlı olarak
açıklamaya çalışmaları, Ortaçağ Hıristiyan felsefesinde ve modern Batı
felsefesinde kesintisiz devam etmiştir. Sözgelişi, Descartes'e göre, mademki
Tanrı "kendisinden daha mükemmeli tasavvur edilemeyen varlıktır"
(ontolojik delilin temel fikri) o halde O'nun her şeyi bildiğinin kabul
edilmesi gerekir. Aksi takdirde, "ekmel varlık" kavramının manası
kalmaz. Ayni şey, kudret sıfatı için de söz konusudur.
Leibniz ve
Christian Wolf gibi rasyonalist düşünürler, genelde Descartesci bir çizgi takip
ettikleri için Tanrı'nın bilgisi konusunda dini anlayışa yakın görüşler öne
sürmüşlerdir. Spinoza'nın görüşü ise tamamen farklıdır. O, panteist olduğu,
dolayısıyla Tanrıyı bir Zat olarak düşünmediği, Tanrı ile "gayrı"
aynı saydığı için Tanrı'nın alemi bilip bilmemesi zaten tartışma konusu
olmamıştır. Tanrı'nın dışında kalan bir şey yok ki, bilgi objesi olsun.
SORU 8:Tanrı kadirdir ve muridir
konusunu acıklayınız?
Cevap 8: Gazali, kudret sıfatı ile ilgili
açıklamaları için nizam ve gaye delilini hareket noktası olarak kabul
eder. Gazali’ye göre, kudret sıfatının
taalluku, umumidir. Kudret kendisine obje olan her şeye, yani “makdura”a;
dolayısıyla “mümkinat”a taalluk eder. Makdurat nihayetsiz olduğu için, kudretin
taallukunun da bir nihayeti olmaz. Kur'an,
Tanrı'nın "her şeye kadir olduğunu" söyler (2. Bakara, 109).
Yahudilik ve Hıristiyanlığın kutsal kitaplarında da benzer ifadelere yer
verilmiştir. Buradaki "her şey" ifadesini sağduyu seviyesinde anlamak
gerekir. Acaba Tanrı, istese de, ölebilir mi? Kendisi gibi olan başka bir Tanrı
yaratabilir mi? İbn
Hazm'ın "deli sualleri" dediği türden sorulardır. Tanrı'nın kudreti
zıtların birleşmesine taalluk etmez, çünkü mantıken muhal olanı ortaya koymak
bir kudret işi değildir. Tanrı kendi adaleti, merhameti ve hikmetiyle
bağdaşmayan şeyleri de yaratmaz, çünkü kudret sıfatı öteki sıfatlardan tamamen
ayrı olarak değil, onlarla birlikte fonksiyon icra eder. Çağdaş bir İngiliz
düşünürünün dediği gibi, anlamsız ve çelişkili bir cümle kurup başına Tanrı
kelimesini getirmekle cümle anlam kazanmaz.
İslam düşünce tarihinde Farabi ve İbn Sina gibi filozoflar, sudur
nazariyesini kabul ettikleri için irade sıfatı üzeride durmayı gerekli
görmemişlerdir. Başta Gazali olmak üzere birçok İslam düşünürünü en çok
rahatsız eden de felasife'nin bu tutumuydu. Kur'an'ın hemen hemen her
sayfasında ilahi iradeyle ilgili bir veya daha çok atıf bulunmasına rağmen,
Farabi'nin iradeyi "kendisinden sadır olanlar karşısında Allah’ın
muhalefetini gerektirecek bir şeyin olmaması" şeklinde tarif etmesi,
ebetteki kelamcıları tatmin edemezdi.
Felasife'nin
irade sıfatına yer veremeyişinin bir diğer sebebi de, Allah’ın bilgisi
hakkındaki görüşleri idi. Modern bir terminoloji ile söyleyecek olursak,
Allah'ın ilmi, onlara göre, objesini hemen var kılan bir bilgidir. Başka bir
deyişle, Allah'ın bilmesi "yaratması" demektir. Bu durumda ayrıca bir
irade sıfatına-kudret sıfatına-gerek kalmıyor. Felasife, irade ve kudret
sıfatlarını inkar etmiyor; onları bilgi sıfatı ile uyumlu olacak şekilde
yorumluyor. Farabi'nin görüsünü benimseyen İbn Sina "yüce sebepler
yaptıklarında herhangi bir gaye gütmezler" derken bir anlamda, aynı irade
anlayışına işaret etmektedir. Filozofların tarif ettikleri irade, pasif bir
iradedir; yani "rıza gösterme"dir.
İbn Rüşd, kadim iradeden hadis varlıklar çıkarma görüsünü, tenkit etmiş
ve bu fikrin halk kitlelerince anlaşılmadığını, âlimleri ise tatmin etmediğini
söylemiştir. Ona göre, Allah bir şeyi o şeyin olma vakti geldiğinde murad eder,
o da olur. Kur'an'daki "O bir şeyi irade ettiğinde ona 'ol' der; o da
oluverir" (16. Yasin, 42) ayetini de böyle anlamak gerekir.
İlim, kudret
ve irade sıfatına sahip olan bir varlık, aynı zamanda "hayy" (canlı)
olan bir varlık demektir. Gazali'nin de dediği gibi hayy sıfatı konusunda sözü
uzatmaya gerek yoktur. Aynı şey, Tanrı’nın bir "Zat" olması konusu
için de geçerlidir. Yukarıda kısaca açıkladığımız sıfatlar ancak Zat (Batı
felsefesinde "Kişi") vasfını haiz bir varlıkta bulunabilir.
Soru 9:Kötülük Problemini Açıklayınız?
Cevap
9: İbn Rüşd, kadim iradeden hadis varlıklar çıkarma görüsünü, tenkit etmiş
ve bu fikrin halk kitlelerince anlaşılmadığını, âlimleri ise tatmin etmediğini
söylemiştir. Ona göre, Allah bir şeyi o şeyin olma vakti geldiğinde murad eder,
o da olur. Kur'an'daki "O bir şeyi irade ettiğinde ona 'ol' der; o da
oluverir" (16. Yasin, 42) ayetini de böyle anlamak gerekir.
İlim, kudret ve irade sıfatına sahip olan bir varlık, aynı
zamanda "hayy" (canlı) olan bir varlık demektir. Gazali'nin de dediği
gibi hayy sıfatı konusunda sözü uzatmaya gerek yoktur. Aynı şey, Tanrı’nın bir
"Zat" olması konusu için de geçerlidir. Yukarıda kısaca açıkladığımız
sıfatlar ancak Zat (Batı felsefesinde "Kişi") vasfını haiz bir
varlıkta bulunabilir.
İslâm fikir tarihinde problem, bütün yönleriyle ele alınmış
ve tartışılmıştır. Farabı'ye göre, "âlemin müdebbiri” (mudebbiru'l-âlem)
âlemdeki her parçada bir takım tabiî yat- kınlıklar "yaratmıştır".
İşte âlemde görülen birlik ve bütünlük, bu yatkınlıklar sayesinde hâsıl
olmuştur; Alemin adeta tek bir şeymiş gibi (ke-şey'in vâhidetin) bir gaye
istikametinde faaliyetini devam' ettirmesi, bu birlik sayesinde mümkün
olmaktadır. Müdebbir tarafından ortaya konan nizamda ilâhî adalet kozmik
düzeyde tecelli eder; dolayısiyle orada adâletsizlik bulunmaz. Kötülük,
maddenin ilâhı nizamı tam olarak kabul edip yansıtacak bir kuvvete sahip
olmamasından doğuyor, işte varlıkların karşı karşıya kaldıkları bir takım
âfetler, maddenin tam bir nizâmı {en-nizâmu't-tâm) kabul edemeyişinden
kaynaklanmaktadır. Fakat aslolan, diyor Farabi, hayır ve nizamdır, kötülügün
şeylere duhûlü sadece arizîdir.
Farabi’nin burada sözünü ettiği kötülük, esas itibariyle
"tabiî" diye adlandırılan kötülüktür. İnsanın sebep olduğu
"ahlâki" kötülüğün tabiî kötülük içinde mütalaa edilip edilmeyeceği
konusunda filozofumuz bir şey söylemiyor. Fakat öyle görünüyor ki o, bedenli
bir varlık olması dolayısiyle ahlâkî kötülüğü de nihaî noktada maddenin
(dolayısiyle bedenin) tam nizamı kabule müsait olmayışına bağlamaktadır. Onun
bazı insanları "ıslahı mümkün olmayanlar" diye vasıflandırmasını
sebebi de bu olsa gerektir. Farabî’nin bu iyimser görüşünün arka planında onun
sudur nazariyesi vardır.
'Tarınnın adaleti" ve âlemin mevcut durumu, felsefe
tarihinde teknik bir terimle/ teodise (theodicy) terimi ile anlatılır. Terim,
yunancadaki kelimenin, "Tanrı" ve "adâlet" kelimelerinin
birleşmesinden oluşmuştur.
İbni sinada bu konuda farabinin görüşünü benimser. Ona göre,
genelde iyiliğin hâkim olduğu bu âlemde kötülük, gül ağacındaki diken
mesabesindedir.. Gazâlî, Allah'ın ilim, irade, kudret v.s. sıfatlarına
dayanarak bu âlemin "mümkün âlemler arasında en iyisi, en güzeli ve en
tamı olduğunu" söyler. Gazâlî’nin bir cümlesi, daha sonra kısaltılmış bir
şekle sokularak bu konuda yapılan tartışmaların adeta değişmez başlığmı
oluşturmuştur ki cümlenin arapçası şudur: Leysefi'l-iın- kân ebde' min-mâ kân:
yani "olmuş olandan daha iyisi mümkün değildir. Batı
felsefesinde "teodise" tabirini meşhur eden Leibniz olmuştur
Soru
10:kötülük problemini çözmek için nasıl biryol izlenmiştir?
CEVAP
10:Kötülük probleminin bazı teist sistemler için ciddi bir problem olduğunu
inkâr etmek mümkün değildir, o halde onu çöznenin bir yolu -veya yollan- var
mıdır? Problemi çözmek için genellikle iki ayrı yol takip edilmiştir: Kötülük
kavramını hareket noktası olarak seçen yol; Tanrı kavramından hareket eden yol.
Soru 11: Kötülük Kavramının Yorumunu yapınız?
Cevap 11: Bazı düşünürler, kötülüğün reel varlığını inkâr etmek
suretiyle problemi görmezlikten gelmiş, yahut onun bir sözde- problem olduğu
kanaatine varmışlardır. Tanrı'nın kötülükten sorumlu olmadığını belirtmek için
genellikle kötülük, biraz önce işaret edildiği gibi, tabiî ve ahlâkî diye ikiye
ayrılmakta; birincisi bâzan, tıpkı Farabi'nin yaptığı gibi, maddenin her kemali
kabul edecek durumda olmadığına; ikincisi ise bizzat insana maledilmektedir.
Bir başka çözüm şekli de "kötülüğün, iyiliğin bilinmesi
ve takdir edilmesi için varkilındığını" öne süren görüştür. Bu 'görüşe
göre, eğer dünyada her şey iyi olsaydı, iyi ne bilinir ne de takdir edilirdi.
Sözgelişi, dünyada gördüğümüz nesnelerin hepsi kırmızı olsaydı, rengin -pek
tabii bu arada kırmızının- ne olduğu dahi bilinemezdi.Bir başka görüşe göre
ise, belli oranda varolan kötülük, estetik görünüm ve yapıyı tamamlamaktadır.
Çirkinlik olmadan, insan güzellik kavramını elde edemezdi.
Bu çözüm şekillerinin hepsine de itiraz edilmiştir. Kötülüğün
reel varlığını inkâr etmek, problemi çözmek değil, ondan kaçmak anlamına gelir.
İyilik bize aitse, kötülük de bizim dünyamıza aittir. Yağmurun yağması toprak
örtüsünün istediği miktarda ise iyidir. Eğer buradaki "iyilik"
sözünün bir anlamı varsa sel felâketi için de kötü demenin bir anlamı olması
gerekir.
İkinci olarak, iyiliği tanımak ve takdir etmek için
"biraz" kötülüğün olması kafi gelir. Kırmızıyı tanımak için onun
kadar veya ondan daha çok sarının bulunmasına ne gerek var?
Üçüncü olarak, kötülüğün estetik görünümü tamamladığı da
söylenemez. Bir insanın güzelliğini göstermek için onun yanına hastalıkların
perişan ettiği başka bir insan getiırmeye ihtiyâç olmasa gerektir.
Dördüncü olarak, bazı insanlann kötülüklerden dolayı
Tanrı'nın bir toplumu "ibret olsun" diye cezalandınnası, veya ben
"hâlime şükredeyim diye" başkasının perişan edilmesi, itirazcıya
göre, hiçbir bakımdan savunulamaz.
Bu eleştirilerin haklı olan yanları vardır, haklı olmayan
yanları vardır. Şunu hemen belirtelim ki, âlemin topyekûn yapısında -ve
tarihinde- ne kadar kötülüğün olduğunu bilmediğimiz için "gereğinden fazla
kötülük" v.s. gibi ifadeler kullanmamız doğru değildir. Alemde ortaya
çıkan kötülükleri üst üste koymamız da mümkün değildir. Bütün acılar bir araya
gelip bir insanın hayatına girmiyor. Acıyı her fert, ayrı ayrı çekiyor.
SORU
12:Sınırlı tanrı kavramı çözümünü anlatınız?
Cevap
12: Kötülük problemini çözmeye çalışmanın ikinci bir yolu da işe Tanrı
kavramından başlamaktır. Acaba D.Hume’un bölümün başında zikrettiğimiz
ifadelerinden birini kabul decek olsak, problemin çölümü daha kolay olmaz mı?
Şüphesiz o ifadelerden kabul edilmesi imkânsız olanları vardır. Sözgelişi,
Tanrı'nın iyi olmadığı asla söylenemez. Mahiyetinde kö- tüiük olan bir Tanrı,
bir Olimpos tanrısı veya bazı ilkel dinlerin Tanrılarından biri olabilir, ama
Yahudilik, Hıristiyanlık ve Islâmın kabul edebileceği bir Tanrı olamaz, o
halde, geride iki ihtimal kalıyor; Ya gücü, ya da bilgisi sınırlı olan bir
Tanrı anlayışını benimsemek. Bunlardan özellikle "gücü sınırlı Tanrı"
anlayışı, öyle görünüyor ki, birçok düşünüre câzip gelminiştir.
Sınırlı Tanrı kavrammı savunanlar, genellikle birkaç şeyi
birden başarmaya çalışıyorlar. Onlar, evvelâ, Tanrı kavramını "kaba
güçten" ayıkladıklarına inanıyorlar. Onlara göre, "istediğini asan,
istediğini kesen" bir "despot" Tanrı anlayışı kadar teizmin
zararına olan başka bir anlayış olamaz.
İkinci olarak, onlar sınırlı Tanrı anlayışıyla insanın ahlâkî
sorumluluğuna bir dinamizm getirdiklerine inanmaktadırlar; "insan,
kötülüğün ortadan kaldırılması için Tanrıyla elele vermektedir". Bu konuya
biraz sonra tekrar dönülecektir.
Üçüncü olarak, onlar genellikle, sözkonusu sınırı koyanın
bizzat Tanrı olduğu, yani Tanrı kendi kendini sınırlandırdığı için dinî
bakımdan bir endişe duymaya gerek olmadığını söylemektedirler.
Sınırlı Tanrı kavramı öyle görünüyor ki, insanın hürriyeti
meselesi dolayısiyle ahlâkî kötülük konusuyla çok daha yakından ilgilidir. Bu
bakımdan،
açıklamalarımızda ortaya çıkabilecek tekrarlan önlemek için hürriyet konusunu
da tartışmaya dahil etmemizde yarar vardır.
SORULAR
S.1.
Tanrı hakkında ileri sürlen deliller aşağıdakierden hangisine işaret etmez?
a- Gerek İslam,
gerekse Yahudi ve Hıristiyan fikir tarihlerinde tartışma konusu olan bütün
klasik deliller, monoteizme işaret etmektedir.
b- Kozmolojik delilin ilk yahut Yeter Sebebi, teleolojik delilin Düzen
ve Gaye Koyucusu, ahlak delilinin Ahlaki Hakimi hep Tek'tir. c- İki Tanrı düşünürsek Vacibu'l-vucüd'dan
bahsedemeyiz; çünkü o zaman bu terimin hiçbir anlamı kalmaz. d- Yine iki veya daha çok Tanrı düşünürsek,
Kur'an'ın deyimiyle "yer veya gökler fesada uğrar"; yani hiçbir düzen
kalmaz ve alem Tanrıların farklı gayelerinin bir arenası haline gelir. e-
Deliller Tanrı'nın bütün sıfatlarına işaret eder.
S.2.
Eğer Tanrı, ezeli varlık olarak kabul edilmezse, aşağıdaki delillerden hangisi
onun varlığına delil olarak kullanılabilir?
a- ontolojik, b- kozmolojik c- teleolojik d- imkan e-
hiçbiri
S.3.Allah'ın
bilgisi konusunda Gazali filozofları eleştirirken temel dikkat çekmek istediği
husus aşağıdakilerden hangisidir?
a- Sudur teorisini
kabul etmek, Allah'ın cüzileri bilmemesine yol açar. b- Sudur teorisini kabul
etmek, Allah'ın her şeyi bilmemesine yol açar. c- Sudur teorisi İslamda yoktur
d- Sudur teorisi Plotinos'tan alınmıştır e- Allah'ın cüzileri bilmediğini
söylemek Alla ilim sıfatını inkar etmektir.
S.4.
İslam düşünce tarihinde Farabi ve İbn Sina gibi filozofların Allah'ın irade
sıfatı üzerinde durmamaları aşağıdakilerden hangisiyle açılanamaz?
a- Sudur nazariyesini
kabul ettiklerinden b- Farabi'nin iradeyi "kendisinden sadır olanlar
karşısında Allah’ın muhalefetini gerektirecek bir şeyin olmaması" şeklinde
tarif etmesinden. c- Allah'ın ilmi, onlara göre, objesini hemen var kılan bir
bilgidir. d- Onlara göre, Allah'ın
bilmesi "yaratması" demektir.
e- Sudur teorisi Allah'ın iradesini ortadan kaldırmaktadır.
S.5.
Farabi'ye göre kötülüğün ortaya çıkmasının sebebi nedir?
a- İnsanın kötü
olmasından b- Maddenin ilâhi nizamı tam olarak kabul edip yansıtacak bir
kuvvete sahip olmamasından. c- Biraz kötülüğün alemdeki estetik değer için güzel olamsından. d- İyiliğin bilinmesi
gerektiğinden e- Tanrı'nın kudretini aşırı kullanmasından.
S.6.
Aşağıdakilerden kötülük problemini çözmeye yönelik görüşlere yapılan
itirazlardan değildir?
a- Kötülüğün reel
varlığını inkâr etmek, problemi çözmek değil, ondan kaçmak anlamına gelir. b- İyiliği tanımak ve takdir etmek için
"biraz" kötülüğün olması kafi gelir. Kırmızıyı tanımak için onun
kadar veya ondan daha çok sarının bulunmasına ne gerek var? c- Kötülüğün
estetik görünümü tamamladığı da söylenemez.
d- Bazı insanlann kötülüklerden dolayı Tanrı'nın bir toplumu "ibret
olsun" diye cezalandınnası hiçbir bakımdan savunulamaz. e- Hibiri
CEVAP
ANAHTARI 1.E; 2. E; 3.A; 4.E; 5.B; 6.E
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder