16 Mart 2015 Pazartesi

HURUFU’S-SEB’A KAVRAMI

1) HURUFU’S-SEB’A KAVRAMI

Huruf-u seb’a ifadesini açıklarken önce harf kelimesinin ne anlama geldiğine
değindikten sonra seb’a (yedi) kelimesinin ne anlama geldiğine değineceğiz.
Ahruf, harf kelimesinin çoğuludur. Harf, hece harflerinden her biridir. Harf,
rabıta denilen edatlara da denir. Bu, bir harf veya birkaç harften de meydana gelse, buna
da harf denir.
3 Bu anlamdaki harf, kelimenin üç kısmından olup fiil ve isim dışında
kalan kelimelerdir. Harf, taraf, kenar bir şeyin ucu demektir.
Arapçada kılıcın kenarı
(harf), geminin, dağın kenarı şeklinde ifadeler kullanılır.
5 Bir şeyin harfi, o şeyin tarafı, kenarı ve sınırı demektir. Harfu’l-cebel, dağın
tepesi demektir.
Harf, yolda yorulmuş soylu at anlamında kullanıldığı gibi, zayıf at
anlamında da kullanılır.
7 Harf taraf, yön anlamında kullanılır.

Kur’an’da da bu kullanım geçer;
‘İnsanlardan kimi, Allah’a yalnız bir yönden (harf) kulluk eder.’ (22/Hac,11)
Kur’an’da bulunup farklı vecihlerle okunan her kelimeye harf denir. İbn
Mes’ud’un harfi onun kıraati demektir. Harf farklı vecihlerle okunan kıraat demektir.
Nitekim bu anlamda harf kelimesi hadiste kullanılmıştır. “Kur’an yedi harf üzerine indi.
Hepsi şafii ve kafidir.” Bu hadiste harf luğat anlamında kullanılmıştır.
Ebu Ubeyde ve Ebu Abbas şöyle demiştir: “Kur’an yedi Arap lügatiyle indi.” Bu, her harfte yedi vecih
vardır anlamına gelmez. Bu lügatler Kur’an’ın farklı yerlerinde bulunmaktadır.
10 Seb’a (yedi) adedinin manası ile ilgili iki görüş ileri sürülmüştür. Bir görüşe göre
seb’a kelimesi yedi sayısını ifade eder ve bu manaya delaletinde kesinlik vardır.
11 Diğer bir görüşe göre ise, seb’a kelimesi, kesretten kinayedir. Bu görüşe göre, yedi çokluk
ifade eden bir kelimedir. Dolayısıyla belli bir sayı kastedilmemektedir.12

2-TABERÎ’YE GÖRE HURUF-U SEB’A
Taberî, Kur’an’ın Arapça olarak inzal edildiğine vurgu yaptıktan sonra,
Kur’an’ın hangi Arap lisanıyla (lehçesiyle) indiğini sorar. Kur’an bütün Arap
lisanlarıyla mı inmiştir yoksa bunlardan bir kısmıyla mı inmiştir?
Taberî, bu konuda Hz. Peygamber’den rivayet edilen haberlere müracaat etmek
gerektiğini ifade eder. Taberî, Ebu Hureyre'nin şu hadisini nakleder: “Kur’an, yedi harf
üzerine indirildi. Kur’an’dan şüphe etmek küfürdür.(üç defa). Ondan bildiklerinizle
amel edin, bilmediklerinizi bilenlere götürünüz.”13
Yine Taberî’nin naklettiği Hz. Ömer hadisinde, Hz. Ömer başından geçen bir
olayı hikâye etmektedir: “Rasûlullah, hayattayken Hişam b. Hâkim’in Furkan sûresini
okuduğunu duydum. Onun kırâatını dinlemek istedim. Rasûlullah’ın bana okumadığı

huruf-u kesire ile okuyordu. Neredeyse namazda ona saldıracaktım. Selam verinceye
kadar sabrettim. Selam verince elbisesinden yakaladım. Ona, ‘senden işittiğim bu sûreyi
sana kim okudu’ dedim. ‘Rasûlullah bana okudu’ dedi. Ona ‘yalan söylüyorsun.
Vallahi senden işittiğim bu sûreyi Rasûlullah bana da okudu’ dedim. Sonra onu bırakıp
Peygamber’e götürdüm. Dedim ki: ‘Ya Rasûlallah! Bunun, Furkan sûresini senin bana
okumadığın harflerle okuduğunu duydum. Sen bana Furkan sûresini okumuştun.’
Rasûlullah şöyle buyurdu: ‘Ey Ömer onu bırak. Oku Ey Hişam.’ O daha önce işittiğim
kıraatle okudu. Rasûlullah: ‘Böyle nazil oldu’ dedi. Sonra Rasûlullah: ‘Oku Ey Ömer’
dedi. Rasûlullah’ın bana okumuş olduğu kıraatle okudum. Rasûlullah: ‘Böyle nazil
oldu’ dedi. Sonra Rasûlullah şöyle buyurdu: ‘Bu Kur’an yedi harf üzere nazil oldu, onu
kolay olanıyla okuyun.14
Taberî, tefsirinde huruf-u seb’a ilgili pek çok hadis nakletmektedir.15 Taberî’ye
göre huruf-u seb’a ile ilgili rivayetler, Kur’an’ın, bazı Arapların lisanlarıyla (lehçe)
indiğini ispatlamaktadır. Kur’an, bütün Arap lehçeleriyle inmemiştir. Çünkü Arapların
sayılamayacak kadar çok lehçeleri vardır.16
Taberî, İbn Mes’ud’dan rivayette bulunarak harf kelimesini tahlil eder: “Kur’anı
bir harf ile okuyan kişi, bu harften başkasına dönmesin.” Bu rivayette İbn Mes’ud’un
harften kastı kıraattir.17 Araplar falanın harfi derken, onun kıraatini kastederler. Aynı
zamanda harf, hece harfleri anlamında kullanılmaktadır.18
Taberî’ye göre yedi kelimesi, kesretten kinaye değil, muayyen anlamı üzeredir.
O halde Taberî’ye göre; Huruf-u seb’a, Arapça’nın yedi lehçesi anlamındadır.19
Taberî tefsirinde naklettiği bazı hadislere dayanarak, 20 huruf-u seb’a’daki
ihtilafın, lafızların farklı olması anlamına geldiğini belirtir. Bu okuyuştaki değişiklikler,
hükmün ihtilafını gerektiren değişiklikler değildir. Taberî; gel anlamına gelen
‘helumme’ ve ‘tea’le’ kelimelerini örnek olarak zikreder.21
Taberî’nin huruf-u seb’a’yı kıraatten farklı gördüğünü söyleyebiliriz. Taberî bu
konudaki görüşlerini şöyle izah eder: “Ubey’in, Zeyd’in harfiyle veya huruf-u seb’a ile
okuyan Rasulullah’ın ashabından bazılarının harfiyle okuyan kimse bunların dışındaki
harflere rağbet ederek dönmesin. Çünkü bunun bir kısmını inkâr etmek tamamını inkâr
etmek demektir. Bunlardan bir harf inkâr etmek, hepsini inkâr etmek demektir. Harfle
kastedilen, bahsettiğimiz bazı huruf-u seb’a ile okuyanların kıraatleridir.”22
Taberî huruf-u seb’a’dan şüphe duymayı küfre girmeye sebep sayarken,
kıraatten şüphe duymayı küfre girmek için bir sebep saymaz. “Bir harfin ref’i, ceri ve
nasbı, bir harfi sakin veya harekeli yapma, şekli aynı kalma koşuluyla bir harfin diğer
harfe nakli, Peygamber’in; ‘Ben Kur’an’ı yedi harf üzere okumakla emrolundum.’
şeklindeki hadisin manasından uzaktır. Çünkü malumdur ki, ümmetin ulemasından hiç
kimse, bu manada kıraatinde ihtilaf olan bir Kur’an harfindeki kıraatten şüphe eden
kişinin küfrünü gerekli görmemiştir.”23
Taberî, huruf-u seb’a’nın yedi lügat olduğunu örneklerle açıklar: “Allah’ın
kendisiyle Kur’an’ı indirdiği yedi harf, bir kelimede ve bir harfteki yedi lügattir(lehçe).


Bu da manaların ittifakı ve lafızların değişmesiyle olur.”24 Taberî buna örnek olarak gel
anlamına gelen şu kelimeleri sayar: “helumme, ekbil, tea’le, ileyye, kasdi, nehvi, kurbi.”
Taberi Osman mushafının yedi harfi kapsayıp kapsamadığını tartışmaktadır.
Taberî’ye göre yedi harf artık mevcut değildir.25 Taberî, diğer altı harfin durumu nedir?
Nesh veya ref’ mi oldu şeklindeki bir soruyu şöyle yanıtlar: “Diğer altı harf neshedilip
kaldırılmadı. Ümmet bunları muhafaza etmekle memurdur. Ümmet Kur’an’ın muhafaza
edilmesiyle emrolunmuştur. Bu harflerden dilediğiyle Kur’an’ı muhafaza etme ve
okuma hususunda muhayyer bırakılmıştır. (Bu durum şuna) benzer; Ümmet, yeminini
bozan kişi ile ilgili olarak üç kefaretten dilediğini verme hususunda serbest bırakılmıştır.
Bunlar da köle azad etmek, yedirmek veya giydirmektir. Kefaret verme konusunda bir
engel yoksa bu üç kefaretten biri varsa, kefaret veren kişi bu üçünden hangisini vermek
isterse Allah’ın hükmüne isabet etmiş ve Allah’ın hakkı olan bu vacibi yerine getirmiş
olur. Aynen bunun gibi ümmet, Kur’an’ın muhafazası ve kıraati ile emrolunmuş ve
dilediği yedi harften biriyle okuma konusunda muhayyer bırakılmıştır.”26 Taberî, diğer
altı harfin dışında sadece bir harfte sabit kalmayı gerektiren sebep nedir?’ şeklindeki bir
soruya cevap verirken konuyla ilgili rivayetleri zikretmektedir. Zeyd b. Sabit hadisinde,
Hz. Ömer, Hz. Ebubekir’e Kur’an’ın yazılmasını teklif etmektedir. Aynı hadiste, Hz.
Osman zamanında çıkan kıraat ihtilaflarından dolayı Kur’an’ın yeniden yazıldığı ifade
edilmektedir.27 Diğer bir rivayette, kıraat ihtilaflarından dolayı Müslümanların birbirini
tekfir ettiği ifade edilmektedir. Bu ihtilafları gidermek için Hz. Osman Kur’an’ı bir harf
üzere cem etmiştir.28
Taberî bu durumun Hz. Osman’ın Müslümanlara olan şefkatinden
kaynaklandığını ifade etmektedir. “Hz. Osman, onları bir mushaf ve bir harf üzere
topladı. Diğer mushafları yaktı. Kendi mushafına muhalif mushafları da yakmaya karar
verdi. Ümmet ona itaat ederek ona güvendiğini gösterdi.”29
Taberî, “Marifeti zayıf biri Rasulullah’ın Müslümanlara okuduğu ve kıraatini
emrettiği bir kıraati terk etmek onlara nasıl caiz olur?” şeklindeki bir soruyu şöyle
yanıtlar: “Peygamberin onlara bunu emretmesi, bir icab ve farz emri değildir. Bu ibaha
ve ruhsat ifade eden bir emirdir.”30

Yedi harften sadece birinin var olduğunu savunan Taberî, geri kalan altı harfin
hangi lehçeler olduğunu bilmenin gereksiz olduğunu düşünmektedir. Çünkü bu altı harfi
bilsek de onlarla okumayacağız. 31 Taberî Kur’an’ın hangi lehçe üzere indirildiği
hakkında kesin bir şey söylememektedir. Ancak Kur’an’ın Kureyş lehçesiyle indiğine
dair bir rivayet nakletmektedir.

Sonuç olarak diyebiliriz ki Arapça pek çok lehçeye sahip zengin bir dildir.
Kureyş lehçesi, genişlik ve zenginliği, incelik ve olgunluğu, telaffuz kolaylığı ve
benzeri sebeplerle diğer lehçelerden üstündür.32 Ayrıca Hz. Peygamber Kureyşli olduğu
için Kur’an Kureyş lehçesiyle inmiştir. Bazı ayetler buna delalet ettiği gibi33 sahabenin
ileri gelenleri bunu vurgulamıştır. Hz. Osman, Zeyd b. Sabit, Said b. As, Abdullah b.
Zübeyr ve Abdurrahman b. Haris b. Hişam’ı mushafı istinsah etmekle görevlendirirken


onlara şöyle demiştir: “Kur’an Arapçasında Zeyd b. Sabit’e ihtilaf ederseniz onu,
Kureyş lehçesiyle yazınız. Çünkü Kur’an onların diliyle indi.” Onlar da öyle yaptılar.34
B- KIRÂAT

Bilindiği gibi kırâat meselesi sadece kırâat çalışmalarının konusu olmamış, aynı
zamanda tefsir literatüründe de yerini almıştır. “Kırâat, doğrudan Kur’an’ın metnine,
lafzına ait bir olgu iken, tefsir, bu metnin açıklamasını konu edinir. Dolayısıyla tefsir
literatüründe kırâat olgusu, metnin doğru okunup okunmaması yönüyle değil, temelde
metnin anlamında oynadığı rol açısından yer almıştır.”35
Başta tefsir denince, Hz. Peygamber olmak üzere önceki nesillerin görüş ve
kanatları akla geliyordu. Bu anlayışla vücuda getirilen rivayet tefsirlerinde kırâatlar pek
az yer tutuyordu.36 Nitekim bir rivayet tefsiri olan İbn Ebi Hatim’in tefsirinde bir kaç
kırâat rivayetine rastlanmaktadır.37
Hâlbuki Taberî tefsirinde kırâatlara çokça yer verilmiş, kırâatlara ayetin manası
açısından yaklaşılmıştır. Taberî, tefsirinde kırâatlar konusundaki farklılıkların ayetin
manasına etkisi açısından yer vermiştir. Sözgelimi Taberî, Maide sûresinin 2. ayetinde
“en saddukum” ve “in saddukum” şeklinde iki kırâatın bulunduğunu, iki kırâatın da
meşhur ve ma’ruf olduğunu belirtir. Taberî, iki kırâatın da mana itibariyle sahih
olduğunu, ancak hemzenin fethasıyla olan kırâatın mana itibariyle daha açık olduğunu
ifade eder.38

1-KIRÂAT KAVRAMI VE KIRÂATIN KISIMLARI

Kıraat kelimesi, kırâetün kelimesinin cemidir. Kırâetün, ka-ra-e fiilinin semaî
mastarıdır.39 Ka-ra-e toplamak anlamına gelir. Rağıb’a göre kıraat, tertil ile harflerin
veya kelimelerin bir kısmını bir kısmına bitiştirmektir.40 Ka-ra-e fiilinin bir anlamı da
okumadır. Nitekim bu kökten türeyen Kur’an kelimesi, Kur’an’da okuma anlamında
kullanılmıştır: “Şüphesiz onu toplamak ve okumak bize aittir.”(75/Kıyame,17) Bu
ayetteki Kur’an kelimesi kıraat/okuma anlamındadır.41

Kıraat okuma demektir, Kâri ise, Kur’an okuyan demek olup çoğulu kurrâ’dır.
Başta kıraat imamları olmak üzere, kıraatleri bilen kimselere kurrâ denir. Ashabın
Kur’an kıraati konusunda geniş bilgi sahibi olanlarına da kurrâ denilmiştir.42
Mukri ise kıraatleri bilen ve bunları müşafehe (sözlü) yolu ile nakleden okutan
kıraat âlimi demektir. 43 ez-Zerkanî kıraatin ıstılahî tanımını şöyle yapar: “Kıraat;
rivayetleri ve tarikleri aynı olmakla birlikte Kur’an’ı telaffuz etmede, kurrânın

imamlarından bir imamın diğerlerine muhalefet etme konusunda takip ettiği mezheptir.
Bu muhalefet ister harflerin telaffuzunda ister durumlarının telaffuzunda olsun.”44
İbnu’l-Cezerî ise kıraati şöyle tarif eder: “Kıraat ilmi, Kur’an-ı Kerim’e ait
kelimelerin eda (okunuş ve söyleniş) tarzlarıyla bunların çeşitlerini, ravilerine isnad ve
atf ederek bildiren bir ilimdir.”45

Kıraatler, mütevatir kıraat, meşhur kıraat, âhad kıraat, mevzû kıraat şeklinde
kısımlara ayrılabilir. Ya da genel olarak kıraatler, mütevatir ve şaz olarak ikiye
ayrılabilir.46

İbnü’l-Cezerî, en-Neşr adlı kitabında kıraatleri sahih ve şaz kıraatler olarak ikiye
ayırmaktadır: “Bir vecihle bile olsa Arap diline uyan, ihtimalli dahi olsa Hz. Osman
mushaflarından birine uyan ve senedi sahih olan her kıraat, inkârı helal olmayan ve
reddi caiz olmayan sahih bir kıraattir. Bu kıraat, ister yedi imamdan, ister on imamdan
isterse bunların dışındaki makbul imamlardan gelsin, Kur’an’ın kendisiyle indiği yedi
harftendir ve insanların bunu kabul etmesi vaciptir. Bu üç şarttan biri ortadan kalktığı
zaman, böyle bir kıraate ister yedi imamdan ister onların büyüklerinden gelsin, zayıf,
şaz veya batıl denir. Halef ve selefin muhakkik âlimlerine göre sahih görüş budur.”47
2-TABERİ’YE GÖRE KIRÂATLARIN SIHHAT ŞARTLARI

a-TABERÎ’YE GÖRE KIRÂATTA SENED

Daha önce İbnü’l-Cezeri’den (ö.H.833) naklettiğimiz görüşte de geçtiği gibi
sahih sened, sahih kıraatin bir şartıdır. İbni Ebi Hatim de (ö.H.327) tefsirinde naklettiği
kıraate dair haberleri senedleriyle nakletmiştir.48
Taberî tefsirinde kırâatlara çokça yer vermiştir. Ancak Mehmet Akif Koç’un
ifade ettiği gibi: “Taberî, hemen her konudaki rivayetleri isnadlarıyla birlikte
zikrederken, kıraat alanında genellikle isnad vermemektedir.”49

Halis Albayrak da bu konuya şöyle değinir: “Kur’an’ın herhangi bir kelimesinin
bir şekilde okunması, çok sayıda insanın bildiği ve icra ettiği bir şeydi. Bu konuda
isnada ihtiyaç bile duyulmuyordu. Nitekim tefsirlerde hüsnü kabul görmüş ve sonraları
mütevâtir olarak kabul edilmiş okuyuş biçimleri için isnada başvurulmazken, sonraları
şaz olarak nitelendirilmiş okuyuş biçimleri verilirken isnada ihtiyaç duyulmuştur. Bu da
kıraatin isnad aracından daha güçlü ve yaygın bir nakil süreci yaşadığını gösterir.
Nitekim Taberî, tefsirinde yaygın ve maruf kıraatleri belde karilerine isnad etmekle
yetinirken şaz kıraatleri rivayet kalıplarıyla vermiştir.50

Mekki b. Ebu Talib (ö.H.437), el-İbane an-Meani’l-Kıraat adlı eserinde, Taberî
ve diğerlerinin makbul kıraat için üç şart aradığını belirtir. Bunlar, Arapçada güçlü
vechinin olması, mushafa uygunluk ve genelin üzerinde icmasıdır.51
Taberî, genelde te’villeri zikrederken isnadlarını da zikreder. Ancak kıraatleri
naklederken genelde isnadsız zikreder. İsnad zikrederek naklettiği kıraatler çok azdır.
Bunlar da maruf olmayan şaz kıraatlerdir.52

Taberî, yaygın kıraatlerin isnadlarını zikretmeye gerek duymaz. Bundan da
anlaşılmaktadır ki Taberî, bazı âlimlerin sahih kıraatin temel şartlarından saydıkları


sahih sened yerine kıraatlerin Müslümanlar tarafından kabul görmüş olmasını yeterli
görmektedir.

Taberî, bazen kıraatleri şehirlerin kurrasına isnad eder: Mu’zemu ehli Kûfe,
mu’zemu ehli Medine ve’l-Hicaz ve’l-Basra53 Ammetu Kurrai’l-Medine54 Ba’du ehli’l-
Medine 55 Ammetu ehli’l-Medine ve’ş-Şam 56 Ba’du ehli Mekke. 57 Taberî bazen
kıraatleri bölgelere isnad eder: Kurrau’l- Hicaz ve’l-Irak ve’ş-Şam,58 Âmmetu Kurrai’l-
Irak.59 Taberî bazen daha genel ifadeler kullanır: Ammetu’l-Kurra,60 Kıraetu Âmmeti’l-
Emsar.61

Taberî, azda olsa bazen kırâatları, kırâat imamlarına izafe ederek zikreder.
Sözgelimi Âsım ve İbni A’mir’in ismini zikrederek kırâatlarını nakleder. Taberî, Nur
suresi 36. ayette “yusebbihu” ve “yesebbehu” şeklinde iki kırâat nakleder. Birinci
kırâatin kurra-ı emsarın genelinin kırâatı olduğunu, ikinci kırâatın ise Âsım ve İbni
Âmir’e ait olduğunu belirtir. O, ilk kırâatı tercih eder.62

Ayrıca Ebu Âmr ve Ebu Ca’fer’in adını zikrederek kırâatlarını nakleder. O, Fetih
süresi 9. ayette iki kırâat nakleder. Taberî Ebu Âmr ve Ebu Cafer’in bu ayette geçen
fiillerin muzaraat harflerini “ya ” olarak okuduğunu belirtir.63

Taberî bazı durumlarda on kıraat imamı dışındaki şahıslara da kıraatleri izafe
etmektedir. Burada Ameş’in ismini kaydedebiliriz. Taberî Bakara Sûresinin 282.
ayetinde ‘en tedille’ ve ‘in tedille’ şeklinde iki farklı kıraatten söz ederken ikinci
okuyuşun el-Ameş’in kıraati olduğunu belirtir. 64

Taberî nadir de olsa bazı kıraatleri Hz. Ali, Hz. Ömer, Ubeyy b. Ka’b, Abdullah
b. Mesud gibi sahabilere de isnad etmektedir. Taberî Al-i İmran Sûresi 2. ayette ‘elhayyul
kayyum’ ve ‘el-hayyul kayyim’ şeklinde iki kıraatten söz eder. Birinci kıraatin
Hz. Ömer b. Hattab ve İbni Mesud’un kıraati olduğunu söyler.65 Taberî Maide Sûresi
107. ayette ‘istehakka’ ve ‘ustuhikka’ şeklinde iki kıraat nakleder. Birinci okuyuşun Hz.
Ali, Ubeyy b. Ka’b ve Hasanü’l-Basri’nin okuyuşu olduğunu belirtir.66
b-TABERÎ’YE GÖRE KIRAATIN OSMAN MUSHAFINA UYGUNLUĞU

Taberî kıraat değerlendirmelerinde ve tercihlerinde Osman mushaflarının resm-i
hattına uygunluk ilkesine sıkı sıkıya bağlıdır.67 Taberî bu konudaki düşüncelerini şöyle
özetler: “Manada muvafık olan ve kurrânın kıraatinde ihtilaf ettiği kıraatlerde, hatt-ı
mushafa muhalif olma dışında, iki kıraatan birini diğerinden ayıran bir delalet yoksa
resm-i mushafa muvafık olan kıraatin tercih edilmesi gerekir.” Taberî bu açıklamayı
Bakara Sûresinin 210. ayetteki iki kıraate değinirken yapar. Taberi bu ayette ‘zulel’ ve
‘zilal’ şeklinde iki kıraatin var olduğunu belirtir. Taberî birinci kıraatı tercih eder.
Taberî’nin bu kıraati tercih etmesinin birinci sebebi Hz. Peygamber’den nakledilen bir

hadiste geçen çoğul bir kelime olmasıdır. Bu kıraati tercih etmesinin ikinci sebebi ise,
bu kıraatin resm-i mushafa uygun olmasıdır.68
Taberî Bakara Sûresi 18. ayette geçen “summun” kelimesiyle ilgili iki kıraatten
bahseder. Bu kelime mansub ve merfu’ okunabilir. O, bu kelimenin merfu kıraatini
tercih eder. Bunun resm-i mushafa daha uygun olduğunu açıklar: “Çünkü kimse
Müslümanların resm-i mushafına muhalefet edemez. Bu kelime mansub okunduğunda
bu kıraat Müslümanların resm-i mushafına muhalif olur.”69

Taberî Bakara sûresi 282. ayetin Ubeyy b.Ka’b’ın kıraatinde “za usretin”
şeklinde olduğunu belirtir. Taberî bu okuyuşun Arap dili açısından caiz olduğunu ancak
bu kıraatle okumanın caiz olmadığını belirtir. Çünkü bu kıraat Müslümanların
Mushaflarının hattına muhaliftir.70


Taberî bazen farklı mushaflardan bahseder ve bunlar arasındaki farklılığa değinir.
Taberî mushaf farklılığına değinirken bizim mushafımız tabirini kullanmaktadır.
Bununla şark ehlinin mushafını kast etmektedir.71 Taberî Maide sûresi 53. ayetteki
kıraatleri değerlendirirken farklı mushaflarda değişik kıraatlerin mevcut olduğuna
değinir. Söz konusu ayetin kıraatlerine değinirken “mesahif-u ehli’l-Medine”, “mesahifu
ehli’l-Irak”, “mesahif-u ehli’ş-şark” tabirlerini kullanır. Bu mushaflardaki kıraat
farklılığını ve bu farklılığın ayetin anlamındaki etkisini açıklar. Yine Taberî kendi
mushaflarında yani şark ehlinin mushaflarında “ve yekulu” kıraatinin “vav” lı şeklinin
bulunduğunu belirtir.72

Mushaf farlılığına bir başka örnek de Nisa sûresinin 66. ayetindeki kıraat
farklılığı çerçevesinde karşımıza çıkar. Taberî, “illa kalîlun” kıraatının daha doğru
olduğuna değinir. Ancak Şam ehlinin mushafında bu ayet “illa kalîlen” şeklindedir.73
Taberî Al-i İmran sûresinin 184. ayetinde geçen “ve’z-zubur” ifadesini Irak ve
Hicaz ehlinin mushafında geçtiğini belirtir. Ehl-i Şam’ın mushafında ise “bi’z-zubur”
şeklinde geçmektedir.74


c-TABERÎ’YE GÖRE KIRAATIN ARAP DİLİNE UYGUNLUĞU

“Kıraat tahlillerinde Taberî için önemli hususlardan biri de kelime ve ifadelerin
Araplarca yaygın olarak kullanılıp kullanılmadığıdır. Çünkü O, kırâat tercihlerinde
Arab’ın kullanış biçimine çok önem verir”. 75 Onun bu tutumu bazı kırâat
değerlendirmelerinde görülebilir.

Taberî, Nisa sûresinin 34. ayetindeki “bima hafizallahu” kırâatının Arapçaya ve
Arap kelamına uygun olduğunu belirtir ve bu kırâatı tercih eder. “bima hafizallahe”
kırâatını doğru bulmaz. Bu kırâattaki Allah lafzını mansub okumak Arapça açısından
doğru değil ve bu okuyuş bilinen Arap konuşmasının dışına çıkmak demektir. Taberî
ikinci kırâat tercih edildiği takdirde failin hazf edilmiş olacağını belirtir. Bu da Arap
kelamı açısından doğru değildir.76

Taberî, Bakara sûresi 259. ayette geçen “lem yetesenneh” ifadesinden “he”
harfini hazf eden kırâatı doğru bulmaz Müslümanların mushafında bulunan ve Arap
kelamında anlamlı bir yeri olan bir harfin hazfedilmesi doğru değildir.

Taberî, Maide sûresinin 89. ayetinde “akadtum” ve “akkadtum” şeklinde iki
kıraat nakleder. Taberî, birinci kırâatı tercih eder. Çünkü Araplar tef’il babını tekerrür
eden eylemler için kullanır. Burada ikinci kırâat tercih edilirse doğru olmayan bir
manaya ulaşılır.77
Söz konusu örneklerden de anlaşılacağı gibi, Taberî kırâatların Arap dilbilgisine
uygun olması gerektiğini düşünmektedir. Kırâatın Arapçaya uygun olması anlamla da
alakalı bir konudur. “Taberî kullanışla ilgili dilbilimsel tahliller yaparken doğal olarak
ilgili ayetteki anlam boyutunu hesaba katmakta ve hangi kırâatın anlamca uygun
olabileceği noktasını göz ardı etmemektedir.”78


SONUÇ


Huruf-u seb’a ve kırâatlar arasında nasıl bir ilişki vardır? Sorusu cevabı merak
edilen sorulardandır. Kimi düşünüler, yedi harf ve yedi kırâatın aynı anlamda olduğunu
sanmıştır. Bilindiği gibi Ebu Bekir b. Mücahid, sahih bulduğu kırâatları yediye
indirmiştir.79 Yedi harf ve kırâatlarla ilgili bu karışıklık, İbn mücahidin bu tutumundan
kaynaklanmıştır. Yedi harf yedi kırâat anlamına gelmediğine göre, bu ikisi arasında
nasıl bir alaka vardır? Bu konuda farklı görüşler vardır.


Taberî ve bir kısım âlimlere göre, kırâatlar, Kur’an’ın kendisiyle indiği yedi
harften sadece bir harftır. Bu harf Hz. Osman’ın mushafı onunla yazdığı harftir.
Taberî’ye göre, Hz. Osman mushafı bir harfle yazdırmış ve bunun dışında kalan
mushafları ortadan kaldırmak suretiyle Kur’an kırâatındaki ihtilafı ortadan kaldırmıştır.
Bugün müslümanlar, şefkatli imamlarının kendileri için seçtiği bir harf ile Kur’an’ı
okumaktadırlar. Geri kalan altı harfle okumamaktadırlar.80

Diğer bir görüşe göre, bütün kırâatlar, Kur’an’ın kendisiyle indiği harflerin
hepsidir. Bu görüşe göre yedi harf bu güne kadar tevâtürle nakledilmiştir.81
Bir diğer görüşe göreyse kırâatlar, yedi harfin bir kısmıdır. Sözgelimi Mekki b.
Ebi Talib bu konuda şöyle demiştir: “Bugün insanların kendisiyle okuduğu ve
imamlardan sahih rivayetle rivayet edilen bu kırâatların hepsi, Kur’an’ın kendisiyle
nazil olduğu yedi harfin bir cüz’üdür.”82

Bu görüşlerden de yedi harf ve kırâatların farklı olduğu anlaşılmaktadır. Bu
konudaki görüşlerden yola çıkarak, kırâatların yedi harfin veya bir harfin farklı
okuyuşundan ibaret olduğunu söyleyebiliriz. O halde kırâatların kaynağı yedi harftir.
Başka kaynağı yoktur. Kırâatlar yedi harftendir.83

Ayrıca farklı kırâatlarla okumanın cevazı konusunda, delil olarak huruf-u seb’a
ile ilgili hadisler zikredilmektedir. Yedi harf kırâatların kaynağı olduğu için, delil olarak
aynı hadisler kullanılmaktadır.

Sonuç olarak diyebiliriz ki, yedi harf ve kırâatlar arsında umum-husus ilişkisi
vardır. Kırâatlar, yedi harften daha hususidir. Yedi harf ise kırâatlardan daha umumidir.


alıntıdır

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder