1
1 HAFTA
I. CEZA KAVRAMI
A. CEZANIN TANIMI
Ceza kelimesi, C-Z-Y (زج ي) kökünden gelen Arapça bir kelime olup, sözlükte, ödüllendirmek ve bir şeyin
karşılığını vermek gibi anlamlara gelir. Türkçede kullanılan “ceza” kavramının karşılığında Arapçada “ukûbe”
kavramı kullanılmaktadır. Terim olarak ise ceza, “şair’in emrine karşı gelmekten dolayı, toplum yararını
gözetmek için suç failine uygulanan müeyyidedir.”
B. CEZANIN NİTELİĞİ
İslam hukukunda, cezada aranan bazı nitelikler ve vazgeçilmez ilkeler vardır. Bunları kanunilik, şahsilik, genellik,
dengeli olmak ve adalet ile hakkaniyet şeklinde sıralayabiliriz:
1. Cezada Kanunilik (meşruiyyet):
İslam hukukuna göre, tıpkı suç gibi cezanın da kanunilik niteliğini taşıması gerekir. Kısası, diyeti ve hadleri
gerektiren suçların şari’ tarafından açıkça belirlenmesi, hâkimin de bu cezaları vermek zorunda olması, keyfiliği
önlemekte, kanuniliği ve hukukun üstünlüğünü sağlamaktadır.
2. Cezada Denge (Cezanın Suçla Dengeli Olması):
“Bir kötülüğün karşılığı onun dengi bir cezadır.” (Şura 42/40)
“Şayet cezalandırırsanız, size yapılan kötülüğün dengi bir ceza ile cezalandırınız.” (Nahl 16/126)
İslam, her şeyde adaleti benimsemiş, aşırılığı, ifrat ve tefriti uygun görmemiştir. Bu kural, cezada da geçerlidir.
Cezanın suça göre küçük olması tefrit, büyük olması ise ifrattır.
Cezalar, fertleri ıslah, kötülükleri önleme zaruretinden kaynaklanmaktadır. Zaruretler ise asgarî ölçülerde
kullanılır. Dolayısıyla cezalar da kötülükleri önleyecek ve suçluları ıslah edecek miktarda takdir edilmiştir.
Adam öldürme suçuna asli olarak iştirak eden birden fazla kişinin bir kişi karşılığında öldürülmesi yönündeki
ashab görüş ve uygulaması, cezalandırmada şahsi hakkı korumanın yanı sıra kamu düzenini sağlama ve suçu
önleme gayesinin de hâkim olması ile izah edilebilir.
3. Cezada Şahsilik:
Kur’an-ı Kerim’in indiği ve İslam hukukunun doğduğu cahiliye döneminde yapılan çarpık uygulamalardan biri de,
katilin yerine başka birinin öldürülmesiydi. Kur’an-ı Kerim, bu uygulamayı tamamen kaldırmış ve “Bir kişi, başka
bir kişinin suçundan sorumlu değildir” ilkesini getirmiştir. Buna göre, suç işleyen kişinin sadece kendisi
cezalandırılır; en yakın akrabaları bile sorumlu tutulmaz. Zira birinin suçlu olması akraba ve çevresinin de suçlu
olduğu anlamına gelmediği gibi, birinin iyi olması da başkasının iyi olduğunu göstermez.
İSLAM HUKUKU-1
2
4. Cezada Genellik:
İslam hukukunun ceza konusundaki ana ilkelerinden biri de, cezanın umumi oluşu yani herkese eşit bir şekilde
uygulanmasıdır. Buna göre, cezalar herkese eşit derecede uygulanır.
5. Cezada Adalet ve Hakkaniyet:
Toplumda en çok meydana gelen suçlar, had ve kısas cezalarını gerektiren suçlardır.
C. CEZALARIN ÇEŞİTLERİ
1. Allah Veya Kul Hakkı Olma Açısından Cezalar:
Her ceza, aynı zamanda bir haktır. Her hakkın da mutlaka bir sahibi vardır. Hakta tasarruf etme yetkisi,
tamamen hak sahibine aittir. Ceza, hakların hangi kategorisine girerse ona göre mahiyeti değişir. İslam
hukukuna göre hak sahibi ya Allah veya kullardır.
a. Sırf Allah Hakkı:
Allah hakkı, O’na yaklaşmaya ve O’nu yüceltmeye yönelik olan veya insanların belli birine veya belli bir grubuna
ait olmayıp, kamuyu ilgilendiren ve bütün insanların lehine olan haktır. Namaz, oruç gibi ibadetler, sırf cezadan
ibaret olan had cezaları, kamuya ait yol, nehir, cami gibi şeylere sahip olmak, Allah’a ait haklardır. İslam
hukukuna göre Allah hakları ile ilgili hükümler şu şekilde özetlenebilir:
aa. Allah hakkını ihlal etmenin cezası, yerine göre, had, ta’zir, kefaret ve mirastan mahrum bırakılmaktır.
ab. Allah hakkının af, anlaşma veya vazgeçme ile düşmesi ya da değiştirilmesi söz konusu değildir.
ac. Allah hakkı başkasına miras yolu ile geçmez.
ad. Allah’a ait haklarda birleştirme (tedahül) olabilir.
ae. Köleye uygulanacak cezanın miktarı, hür kişiye uygulananın yarısı kadardır.
af. Allah’a ait haklara verilecek cezanın uygulanması, sadece yöneticilere aittir.
ag. Allah haklarında ihtiyat caiz, kul haklarında caiz değildir.
b. Sırf Kul Hakkı:
Kul hakkı, belli bir kişi veya gruba ait olan haktır. şu şekilde sıralayabiliriz:
ba. Hak sahibi, af, ibra ve anlaşma yolu ile hakkından vazgeçebilir.
bb. Bu hak, miras yolu ile varislere geçer.
bc. Bu hakta birleşme (tedahül) olmaz, yani her hak, ayrı ayrı alınır.
bd. Suçlunun köle olması halinde ceza yarıya düşmez.
be. Bu hakkın alınıp alınmaması, hak sahibi ya da velisinin isteğine bağlıdır.
Kul hakkının cezası yerine göre kısas, ta’zîr ve malı tazmin etmektir.
İSLAM HUKUKU-1
3
c. Ortak Hak:
Ortak hak, hem Allah hem de kula ait hakkın birlikte olduğu bir haktır.
ca. Allah Hakkının Ağırlıklı Olduğu Hak:
Bu tür hak için boşanan kadının iddet (bekleme) süresini gösterebiliriz. Burada çocuğunun soyunun karışmaması
açısından kul hakkı, yani babanın hakkı, insan neslinin karışmaması açısından da Allah hakkı söz konusudur.
Hanefi’ler kazif (zina ile suçlama) cezasını d a bu tür bir hak olarak görmektedirler.
cb. Kul Hakkının Ağırlıklı Olduğu Hak:
Bu tür hakka örnek olarak, çalışmamızın konusu olan kısası gösterebiliriz. Çünkü kısas bir yandan kamuyu, diğer
yandan da mağdur ve akrabalarını ilgilendirmektedir.
Örneğin, kısas, ağırlıklı kul hakkı olarak kabul edildiği için bu haktan vazgeçme, suçlu tarafla anlaşma veya kısas
yerine diyet alma yetkisi tamamen mağdur tarafına aittir.
2. Aralarındaki İlişki Açısından Cezalar:
Aslî ceza, bir suç için belirlenen ana cezadır. Örneğin, öldürmenin ana cezası kısas, hırsızlığın ana cezası elin
kesilmesidir.
Talî ceza (ikinci derecedeki), suçluya aslî cezanın verilmesiyle birlikte, hâkimin ayrıca hüküm vermesine
ihtiyaç kalmadan kendiliğinden gereken cezadır. Örneğin katilin, öldürülen kişiye mirasçı olamama cezası gibi.
Bu tür cezaya fıkıh literatüründe, “tebeî ceza = talî ceza/ikinci derecede ceza” denir.
Tekmili (tamamlayıcı) ceza, aslî cezaya ilave olarak hâkimin kararı ile verilen cezadır. Örneğin, hırsızın
elinin kesilmesinden sonra bir süre boynuna asılması gibi.
Bedeli ceza, şer’i bir sebepten dolayı, uygulanamayan aslî ceza y erine tatbik edilen cezadır. Diğer bir ifade
ile bedeli ceza, uygulanamayan ağır cezanın yerine tatbik edilen hafif cezadır. Örneğin herhangi bir nedenle
uygulanamayan kısas yerine diyetin ödenmesi veya ta’zîr cezasının uygulanması gibi.
3. Miktarlarının Belli olup Olmaması Açısından Cezalar:
a. Miktarları Belirlenmiş Cezalar:
aa. Hadd Cezaları:
Hadd sözlükte engellemek, bir şeye sınır koymak, ayırmak, bileylemek, dikkatle bakmak gibi anlamlara gelir.
Terim olarak ise hadd, ceza müeyyidesinin uygulanmasını gerektiren çirkin fiilleri işlemekten insanları alıkoymak
için Allah’ın hakkı olarak -O’nu ta’zimen ve emrine uyarak- farz kılınan belli cezalar demektir.
Hadd cezalarının özelliklerini şu şekilde sıralayabiliriz:
1)Hadd cezalarının tamamı, Allah’ın haklarındandır.
2)Hadd cezalarının belli bir miktarı olup, bu miktarın indirilmesi mümkün değildir.
İSLAM HUKUKU-1
4
3)Hadd cezalarını yerine getirmeyi, devlet başkanı başka birisine devredebilir.
4)Hadd cezalarını gerektiren suçlar aynı cinsten olup birden fazla işlenmişse, sadece tek hadd cezası uygulanır.
5)Hadd cezaları, kölelere uygulanırken yarıya indirilir.
6)Hadd cezaları mirasçılara intikal etmez.
7)Hadd cezalarında sulh geçerli olmadığı gibi af ve şefaat da kabul edilmez.
8)Hadd cezaları, bazı yerlerde tatbik edilemez.
9)Hadd cezalarının ispatında, suçların tespitindeki genel kaidelerin dışına çıkılmıştır.
10)Hadd cezalarının uygulanması esnasında meydana gelecek zararları, cezayı infaz eden tazmin etmez.
11)Kendisine hadd cezası uygulanan kimsenin cenaze namazı kılınır.
1) Zinanın Cezası:
Zina suçunu işleyen ve muhsan olmayan hür kişinin cezası 100 değnek; “muhsan” kişinin cezası ise recmdir.
Hanefilere göre, zina konusunda muhsan olmanın yedi şartı bulunmaktadır: 1) Akıllı olmak. 2) Baliğ olmak. 3)
Hür olmak. 4) Müslüman olmak. 5) Sahih bir nikâhla evlenmiş olmak. 6) Cinsel temas sırasında hem karı hem
kocanın, bu sıfatlara sahip olmaları. 7) Nikâhlısı ile cinsî temasta bulunmuş olmak.
Zina Suçu İle İlgili Bir Değerlendirme:
a) Gayr-i meşru’ ilişkiler, neslin karışmasına, doğacak çocukların sahipsiz, ilgisiz ve eğitimsiz kalmasına yol açar ki
bu, toplum için son derece zararlıdır.
b) Zina suçu, ailede büyük huzursuzluk meydana getirir, ailelerin yıkılıp dağılmasına neden olur.
c) Zina, büyük ekonomik kayıplara ve israflara yol açmaktadır.
d) Zina, toplum içerisinde yüz kızartıcı, aşağılayıcı bir suç olarak telakki edilir.
2) Kazif (Zina İle Suçlama) Suçunun Cezası:
Kazif (kazf), sözlükte bir şeyi atmak (ramy) demektir. Terim olarak ise başkasına zina suçunu atmak, yani onu
zina yapmakla suçlamak demektir. Âkil, baliğ bir kişi, “muhsan” birini zina yapmakla suçlayıp bu suçu dört
şahitle ispat edemediği ve suçlanan kişi hadd cezasını uygulama talebinde bulunduğu takdirde, suçlayan kişiye
kazif cezası uygulanır.
Kazifte muhsan olmanın beş şartı vardır: 1) Akıllı olmak. 2) Baliğ olmak. 3) Hür olmak. 4) Müslüman olmak. 5)
Zina yapmamış olmak.
Kazif suçunun aslî cezası, bütün mezheplere göre 80değnektir. Kölelerde ceza yarıya indirilir. Kazfin diğer bir
cezası ise, suçlamada bulunan kişinin, Hanefilere göre, tövbe etse dahi artık şahitliğinin ebediyen kabul
edilmemesidir. Şafii ve Malikilere göre, ancak ciddi bir şekilde tövbe ettiği tespit edildiği takdirde şahitliği kabul
edilir.
İSLAM HUKUKU-1
5
3) İçki İçme Suçunun Cezası:
Bir kişinin, kendi ikrarı veya iki kişinin şahitliği ile içki içtiği tespit edildiği takdirde, içen kişiye had cezası gerekir.
Şafiilere göre bu ceza hürlerde 40, kölelerde 20 değnektir. Yöneticinin uygun görmesi halinde, ta’zîr kabilinden
ceza 80 değneğe çıkarılabilir. Hz. Peygamber tarafından da “ummu’l - habais = kötülüklerin anası” olarak
nitelendirilmiştir.
4) Hırsızlık Suçunun Cezası:
Şartlarına uygun hırsızlık suçunun tespit edilmesi durumunda, hırsıza had cezası uygulanır. Bu ceza elin
kesilmesidir. Hırsızlık, iki kişinin şahitliği veya kişinin kendi ikrarı (itirafı) ile sabit olur. Hırsıza had cezasının
uygulanabilmesi için şu şartların bulunması gerekir:
a) Hırsızlık yapan kişinin akil ve baliğ olması.
b) Çalınan malın nisab miktarında olması.
c) Çalınan malın mülkiyetinin başkasına ait olması.
d) Malın başkasına ait oluşunun kesin ve kuşkusuz olması.
e) Çalınan malın, benzerlerinin bulunduğu bir yerde olması (hirz).
İlk defa hırsızlık yapan kişinin bilekten sağ eli, ikinci defada âşıklardan sol ayağı kesilir. Üçüncü defada Hanefilere
ve Hanbelîlerin hâkim görüşüne göre artık bir şeyi kesilmez ancak tövbe edinceye kadar hapse atılır.
5) Hirâbenin (Yol Kesmenin) Cezası:
İslam hukukunda, insanların yollarını kesip mallarını almaya “hirabe”, bu işi yapanlara “muharib” denir. İslâm
hukukunda en büyük cezanın yol kesenlere verildiği görülmektedir. Bu ceza Kur’an-ı Kerim’de belirlenmiştir:
“Muhakkak ki, Allah ve Peygamber(S)’i ile savaşıp yeryüzünde fesat çıkaranların cezası, öldürülmeleri veya
asılmaları yahut çapraz olarak el ve ayaklarının kesilmesi ya da yerlerinden sürülmeleridir.” (Maide 5/33)
Hanefi’lere göre yol kesenler, sadece yolcuların mallarını alıp kimseyi öldürmezlerse cezaları, el ve ayaklarının
çapraz olarak kesilmesidir. Hem mal alıp hem öldürseler cezaları, yöneticinin vereceği karara göre, el ve
ayaklarının çapraz olarak kesilip öldürülmeleri ve asılmaları, ya da doğrudan öldürülmeleri veya doğrudan canlı
olarak asılmalarıdır; sadece halkı korkuttukları takdirde cezaları, ta’zîr ve tövbe edinceye kadar nefiydir.
6) Beğyin (Devlete Baş Kaldırmanın) Cezası:
Beğy, sözlükte zulüm etmek, talep etmek, fesat çıkarmak, zina etmek gibi anlamlara gelir. Başkaldıran kimseye
“bâğî” denir. Kur’an-ı Kerim’de bâğîlerle ilgili şöyle buyrulmaktadır : “Müminlerden iki grup birbirleriyle
savaşırlarsa, aralarını düzeltin. Biri diğerine saldırdığı takdirde, Allah’ın emrettiği çizgiye dönünceye kadar,
saldırganlık yapan grupla savaşın; şayet dönerse, aralarını adaletle bulun ve insaflı davranın.” (Hucurat 49/9)
7) Dinden Dönmenin Cezası:
Müslüman, akil ve baliğ bir kişinin, söz veya fiiliyle İslâm dininden dönmesine “riddet”, veya “irtidâd”, Dinden
dönen kişiye ise “mürtedd” denir. Ayet-i Kerimelerde mürteddin öldürülmesiyle ilgili açık bir hüküm olmadığı
gibi Hz. Peygamber (S)’in fiilî sünnetinde de böyle bir uygulamaya rastlanmamaktadır. Sahabe Uygulamasına
baktığımızda, dinden dönmenin hükmünün idam olarak uygulandığı görülmektedir.
İSLAM HUKUKU-1
6
Hadislerin umumi ifadelerine ve sahabenin uygulamalarına bakarak, İslâm hukukçularının, erkek mürteddin
öldürüleceği konusunda ittifak ettikleri ve bu konuda icma’ olduğu görülmektedir. Şafii, Maliki ve Hanbelîlere
göre, Mürteddin, idam edilmeden önce tövbe etmesinin yetkililerce talep edilmesi vaciptir.
Hanefilere göre, mürtedd olan kadın öldürülmez. Çünkü bu tür suçlarda asıl olan, cezanın dünya’da verilmemesi
ve ahirete bırakılmasıdır. Erkeklere bu cezanın uygulanmasının nedeni ise, savaşa katılmalarından ve daha fazla
zararlı olabilmelerinden dolayıdır.
ab. Kısas ve Diyet Cezaları:
Kısas ve diyet cezaları, sadece insana yönelik suçlarda söz konusudur. Bu suçları şöyle sıralayabiliriz:
1)Kasten (amden) öldürmek.
2)Kasdın aşılması (şibh-i amd) şeklinde öldürmek.
3)Taksîrle (hataen) öldürmek.
4) Şahsa karşı kasten işlenen müessir fiiller
5) Şahsa karşı taksirle işlenen müessir fiiller.
Bu suçlar, insan şahsına yönelik olduğu için, bunlara terettüp eden cezalar da insan, yani kul haklarıdır. Hadd
cezaları ise İslam hukukunda, Allah hakları, diğer bir ifade ile kamu hakları = umuma ait haklar olarak telakki
edilmiştir. Hadd cezaları ile bu cezalar arasında ciddi farklar vardır.
1)Kısas miras olarak mirasçılara intikal eder, hadd cezalarında ise böyle bir durum yoktur.
2)Kısasta af olabilir, had cezasında ise af söz konusu olmaz.
3)Kısasla ilgili şahitlikte zamanaşımı olmaz. Kazifin dışındaki had cezaları ile ilgili şahitlikte ise zamanaşımı olur.
4)Kısasın affedilmesi için arabuluculuk yapmak caizdir, had cezalarını gerektiren suçlar ise, hâkime intikal edip
kesinleştikten sonra, bunlarda arabuluculuk yapmak caiz değildir
5)Kısas cezasında, veli varsa onun tarafından mahkemeye dâva açılması gerekir, kazif ve hırsızlık suçlarının
dışında, had cezasını gerektiren suçlarda ise, şahsi dava gerekmez..
6)Kısas cezası, dilsizin işaret veya yazısı ile sabit olur, had cezaları ise bunlarla sabit olmaz.
7)Bazı Hanefilere göre hâkim, kendi bilgisine dayanarak kısas konusunda hükmedebilir, ancak had konusunda
hâkimin böyle bir yetkisi yoktur. Hadd cezaları ile diğer cezalar arasındaki en önemli fark, had cezalarının af,
anlaşma ve benzeri sebeplerle düşmemesi ve değiştirilememesidir.
ac. Keffaret Cezaları:
Keffaret, insanın işlediği bir günahı telafi etmek amacıyla konan bedenî vey a malî bir cezadır.Keffaretler de
belirlenmiş cezalar niteliğindedir ve bunlar da haddler gibi sınırlıdır. Keffaretler altı çeşittir:
1) İnsanı Öldürmenin Keffareti: İslam hukukunda bir insanı öldürme cinayeti, doğurduğu hukuki
sonuçlar bakımından beş kısma ayrılmıştır ki bunların taksirle (hataen) öldürmede diyet cezasının yanında
keffaret cezası da gerekmektedir. Gerekli olduğu durumlarda öldürmenin keffareti, sırasıyla mü’min bir köleyi
âzâd etmek, kölenin bulunamaması veya bulunduğu halde suçlu kişinin onu azad edecek güce sahip olamaması
durumunda iki ay peş peşe, oruç tutmaktır.
İSLAM HUKUKU-1
7
2) Zihârı Bozma Keffareti: Hanefilere göre “bir Müslüman’ın, hanımını veya onun sırt gibi temel bir
organını, kendisine kan, süt veya evlilik bağından dolayı nikâhı ebediyen haram olan birine veya onun kendisi
için bakılması haram olan bir organına benzetmesidir” şeklinde tarif edilmiştir.
Zihar yapan kimse, keffaret ödemediği sürece karısı kendisine haram olur; onunla cinsel temasta bulunamaz,
ona dokunamaz, onu öpemez vs. Zihar keffareti, sırasıyla mü’min bir köleyi azad etmek, buna gücü yetmezse 60
gün peş peşe oruç tutmak, buna da gücü yetmezse 60 fakiri doyurmaktır. Zihar, boşama ile yemin arasında bir
şeydir ve haramdır.
3) Yemini Bozmanın Keffareti: Yemin keffareti, mü’min bir köleyi azad etmek veya on fakiri giydirmek ya
da yedirmektir.
4) İhram Yasağını Çiğnemenin Keffareti: hac farizasını eda etme sırasında, dikişsiz iki parçadan oluşan
ve “ihram” denilen özel bir tip elbisenin giyilmesi gerekir. Örneğin diğer zamanlarda doğal hayatın gereği olarak
insana helal olan traş olmak, cinsel temasta bulunmak, avlanmak, dikişli elbise giymek, koku sürmek, otları,
ağaçları kesmek gibi birçok tasarruf haram yani yasak hale gelmekte ve bu yasakları çiğnemek, haliyle suç
sayılmaktadır. Bu suçlar, fıkıh kitaplarında, “cinayât = cinayetler”, “mahzûratu’l-ihram = ihram mahzurları”,
“muharramatu’l-ihram = ihram yasakları” başlıklar altında ele alınmaktadır.
Örneğin, başı gibi bir organın tamamına koku veya kına süren kişinin, keffaret olarak bir kurban kesmesi gerekir.
Saçını tıraşeden kişi, keffaret olarak bir koyun kesmek, altı fakiri yedirmek veya üç gün oruç tutmak arasında
muhayyerdir.
5) Hayız Ve Loğusa Hallerindeki Kadınla Cinsel Temasta Bulunmanın Keffareti: Hayız
döneminde, erkeğin karısı ile cinsel temasta bulunması da haramdır. Bu dönemde, erkeğin, hanımı ile cinsel
temasta bulunması bütün imamlara göre haramdır.
İmam Şafii’nin Eski görüşüne (kavl-i kadim) göre erkek bir dinar (4.25 gram altın) keffaret verir. İmam Ahmed’in
bir görüşüne göre erkek bir köleyi azâd eder; diğer bir görüşüne göre bir veya yarım dinar keffaret verir. İmam
Ebu Hanife ve Malik ile İmam Şafii ve Ahmed’in bir görüşlerine göre erkeğin keffaret vermesi gerekmez, sadece
işlediği günahtan dolayı Allah’a tövbe eder. Nifas kanı da, hüküm bakımından tıpkı hayız kanı gibidir.
6) Orucu Bozmanın Keffareti: Orucu bozma keffareti, sırasıyla mü’min bir köleyi azat etmek, buna
imkân bulunamazsa iki ay peşpeşe oruç tutmak, buna da güç yetirilmezse 60 fakiri sabah akşam doyurmaktır.
Şafiilere göre, kişi, bilerek cinsel temasta bulunmak suretiyle orucunu bozarsa, bozduğu günü kaza etmesi ve
keffaret vermesi gerekir. Kişi unutarak cinsel temasta bulunmakla veya cinsel temasın dışında, unutarak veya
bilerek herhangi bir şeyle orucunu bozarsa kendisine keffaret gerekmez. Hanbelîlere göre de keffaret, sadece
cinsel temasla gerekir. Ancak onlara göre kişi unutarak, bilmeyerek, zorlanarak da orucunu bozduğu takdirde
keffaret vermek zorundadır. Hanefi ve Malikilere göre Ramazan ayı orucunun sadece cinsel temasla değil,
yemek içmek gibi şeylerle de kasten bozulmasına karşı keffaret gerekir.
b. Miktarı Belirlenmemiş Cezalar (Ta’zîr Cezaları):
ba. Miktarı Belirlenmemiş Cezanın Mahiyeti ve Çeşitleri:
Ta’zîr, hadd ve keffaret cezası olmayan bir suça karşı te’dîb (edeplendirmek, ıslah etmek) amacıyla uygulanan
cezadır. Ta’zîr cezalarının kaynağını da ayet ve hadislerde buluyoruz. Kur’an-ı Kerim’de, isyankârlık ve serkeşlik
yapan kadınlarla ilgili olarak “onlara nasihat edin, onları yatakta terk edin, onları dövün” buyurmaktadır. Ayeti
kerimede zikredilen üç husus da ta’zîr türünden cezalardır.
İSLAM HUKUKU-1
8
Buna göre kırbaçlamada, Ebu Hanife ve Muhammed’e göre en fazla 39, Ebu Yusuf’a göre ise bir rivayette en
fazla 79, diğerinde 75 değnek vurulabilir. Ebu Hanife ve Muhammed hürlerin, Ebu Yusuf ise kölelerin cezasını
esas almışlardır. Şafiilere göre ise, kırbaçlamanın uygulanması halinde kölelerin cezasının yirmi değnekten,
hürlerinki ise kırk değnekten aşağı olması gerekir.
Farklı olan ta’zir cezalarının başlıcalarını şu şekilde sıralayabiliriz:
1) Öldürmek: En ağır ta’zir cezası öldürmektir. Mahremi ile zina yapan kişinin de öldürülmesi, Hz. Peygamber
tarafından emredilmiştir. 2) Kırbaçlamak. 3)Süreli veya süresiz hapis. 4) Sürgün. 5) Bağlamak, asmak (salb). 6)
Suçluyu, basın ve yayın organları ile teşhir etmek. 7) Nasihat etmek. 8) Suçluyu terk etmek. 9) Kınayıp
azarlamak. 10) Tehdit etmek. 11) Görevden atmak. 12) Bazı hakları kısıtlamak. 13) Suçlunun bazı mallarına, el
koymak. 14) Tazminat ödetmek. 15) İzale (yok etmek)
bb. Miktarı Belirlenmemiş Cezalar (Ta’zîr Cezaları) İle Miktarı Belirlenmiş Cezalar
Arasındaki Farklar:
1) Had, kısas ve diyet cezalarının miktarı bellidir; hâkimin, bunlarda bir değişiklik yapma yetkisi yoktur. Ta’zîr
cezaları ise, miktarını belirleme yetkisi hâkimin takdirine bağlıdır.
2)Had, kısas ve diyet cezalarında cezanın yetkililer tarafından düşürülmesi, affedilmesi, hatta bu konuda torpil
yapılıp ricada bulunulması dahi söz konusu değildir.
Ta’zîr cezaları ise yetkililer tarafından affedilebilir; bu konuda arabuluculuk yapılabilir. Çünkü bunlar, kullar
tarafından belirlenen cezalardır.
3)Had, kısas ve diyet cezalarında, suçun faili değil, bizzat suçun kendisi dikkate alınır. Ta’zîr cezalarında ise, hem
suçun kendisi hem de suçun faili dikkate alınmaktadır.
4)Ta’zîr suçları ile diğer suçlar, ispat bakımından da farklıdır. Suçun şahitlikle ispatı durumunda:
a)Zina suçu ancak dört erkek şahitle ispatlanabilir.
b)Diğer bütün suçlar iki şahitle ispatlanabilir.
c)Ta’zîr suçlarının bir şahitle bile ispat edilmesi mümkündür.
D. İSLAM HUKUKUNDA CEZANIN BOYUTLARI
İslam hukukunda cezaların, dünyevi ve uhrevi olmak üzere iki boyutu bulunmaktadır. Yani bir suçun, dünyada
uygulanan bir cezası olduğu gibi ölümden sonraki ölümsüz hayatta uygulanacak bir cezası daha vardır. Bu uhrevi
ceza anlayışının da, müminler için, en az dünyevi ceza kadar hatta daha da fazla caydırıcı olduğunu söylemek
mümkündür.
E. CEZANIN AMACI
Şari’ (kanun koyucu/Allah) in, koyduğu cezaların mutlaka hikmetleri ve sebepleri vardır. Cezalandırmanın amacı,
insan davranışlarını kontrol altına alıp düzeltmek, toplum içerisinde başkasına zarar vermek isteyenlerin önünü
kesmek, başkasının hakkına tecavüz etmek isteyenleri engellemek ve haklarını almaktan aciz olan güçsüz
insanların haklarını almaktır.
Cezalandırmanın amacı, hakları düzenli ve kontrollü bir şekilde alarak, haksızlığa uğrayanların, bizzat ihkak-ı hak
yaparak kendi başlarına haklarını almaya kalkışıp anarşi meydana getirmelerini önlemektir.
İSLAM HUKUKU-1
9
Cezalandırmanın amacı, genelde, suçun aleniyetine ve yayılmasına engel olarak içtimaî vicdanı ve yapıyı
korumak, özelde ise suçu önlemek, suçluyu te’dîb ve ıslah etmektir.
İslam dininin ana kaynağı olan Kur’an ve Sünnet, İslam ceza hukukunun da aslî kaynağı olup bu alandaki temel
prensipleri ve amaçları belirler.
F. İSLAM’IN SUÇLARI ÖNLEME TEDBİRLERİ
Cezayı gerektiren sebep, suçun işlenmesidir. Dolayısıyla, cezayı önlemek için, suçun önlenmesi gerekir. İşte
İslam, suçun işlenmemesi için bazı tedbirler almıştır.
1. İslam öncelikle insanın ruhunu terbiye etmektedir.
2. Fiilen suç teşkil eden şeyler yasaklandığı gibi, suça vesile olan şeyler de yasaklanmıştır.
3. Allah suç işleyenleri dünyadaki cezanın yanında uhrevi ceza ile de tehdit etmekte, suç işlemeyenleri ise
cennetle ödüllendirmeyi vaad etmektedir.
4. Allah, suçun işlenmesini sevmemekte ve suç işleyenleri cezalandırmaktadır.
5. İslam’da iyiliği emredip kötülüğü nehyetmek yani engelleme (emr-i bi’l-ma’rûf, nehy-i ani’l-münker) ilkesi
vardır.
II. İSLAM HUKUKUNDA İSBAT YOLLARI
İslam hukukuna göre, ispat yolları altı tanedir: 1)İkrâr (itiraf). 2) Şahitlik. 3) Karineler (ipuçları). 4) Yemin. 5)
Yeminden kaçınmak. 6) Kasame.
A. İKRAR (İTİRAF)
İkrar, sözlükte, itiraf etmek, sabitleştirmek, yerleştirmek gibi anlamlara gelir. Fıkhi bir terim olarak ise, insanın,
kendi üzerinde başkasının bir hakkı olduğunu kabul ve itiraf etmesidir.
1. İkrarın Meşruiyeti:
İkrarın, ispat etme delillerinden biri olduğu, kitap, sünnet ve icma’ ile sabittir.
2. İkrarın Şartları:
a. İkrar Edenin Akıllı Olması:
Akıl hastalarının ikrarı geçerli değildir. Uyku, baygınlık ve ilaç içmek gibi meşru ve irade dışı bir sebepten dolayı,
şuuru kaybolmuş bir kişinin yaptığı ikrarın geçersiz olduğu konusunda ittifak vardır. Şafii’lere göre şarap ve
benzeri sarhoş edici bir maddeyi kendi iradesi ile bilinçli bir şekilde alması sonucu şuurunu kaybeden bir kişinin
ikrarı, gerek mali gerekse cinayetsel konularda tamamen geçerlidir.
b. İkrar Edenin Bâliğ Olması:
Mümeyyiz olsalar bile çocukların ceza konularında ikrarları geçerli değildir. Mali konularda ise mümeyyiz
çocukların ikrarı geçerlidir.
c. İkrarın Kuşkulu Olmaması:
İSLAM HUKUKU-1
10
Şaka ve benzeri sebeplerle ciddiyeti kuşkulu olan ikrarlar geçersizdir.
d. İkrar Edenin Zorlanmamış Olması:
Hür irade ile yapılmayan yani zorla yapılan bir ikrar, geçersizdir.
e. İkrarın Net Olması:
Net olmayan, birkaç şekilde yorumlanabilen kapalı ikrarlar geçersizdir.
3. İkrarın Şekli:
Bazı İslam hukukçuları, Hz. Peygamber (S)’in uygulamasından hareket ederek, had ve benzeri cezalarda, geçerli
olabilmesi için ikrarın en az dört defa tekrarlanmasını şart koşmaktadır. Ancak fakihlerin çoğunluğuna göre
ikrarın bir defa yapılması yeterlidir.
4. İkrarın Geçersiz Sayılması:
a. Kul hakları ile ilgili ikrarda, lehine ikrar edilen kişinin, ikrar eden kişiyi yalanlaması.
b. İkrar eden kişinin sırf Allah hakkı olan konularda ikrardan vazgeçmesi.
ba. Hırsızlık ikrarında bulunan kişi, ikrarından vazgeçtiği takdirde, eli kesilmez ancak ikrar ettiği malı sahibine
iade etmek durumundadır.
bb. Kazif konusunda ikrarda bulunan kişi, ikrarından vazgeçtiği takdirde, ikrarı geçerliliğini korur ve kendisine
had cezası uygulanır.
bc. Birisi, başkasının kendisinde kısas hakkı olduğunu ikrar ettikten sonra bu ikrarından vazgeçtiği takdirde,
vazgeçişi geçerli değildir ve kendisine kısas uygulanır.
B. ŞAHİTLİK
1. Şahitliğin Kanuniliği (Meşruiyeti):
Şahitliğin meşruiyeti, hem kitap (Kur’an-ı Kerim) hem de sünnete dayanmaktadır. “..Erkeklerinizden iki şahit
tutun. Eğer iki erkek bulunmazsa, güvendiğiniz bir erkek ve iki kadın yeter. Alış-veriş yaptığınız zaman şahit
tutun.” (Bakara 2/282)
2. Şahitlerde Aranan Şartlar:
a. Şahidin Müslüman Olması:
b. Şahidin Akıllı ve Bâliğ Olması:
Çocukların yaralar konusunda birbirleriyle ilgili şahitlik yapmalarının geçerli olup olmadığı konusunda ihtilaf
vardır. Fakihlerin çoğunluğu bunu kabul etmezken, Maliki’ler, onların şahitliğini geçerli saymaktadırlar.
c. Şahidin Adaletli Olması:
İSLAM HUKUKU-1
11
d. Şahidin Erkek Olması:
Erkeklik, kısmen şart koşulmaktadır. İslam hukukunda, başta zina suçu olmak üzere, had gerektiren bütün
suçlarda ve kısas konusunda kadınların şahitliği geçersizdir.
e. Şahidin Kuşkulu Olmaması:
Bir kişide, şahitliğine gölge düşürebilecek bir durumun bulunması halinde, o kişinin şahitliği kabul edilmez.
Şafiiler, zina suçlaması dışında eşlerin birbirleri ile ilgili şahitliğini kabul ederken, Hanefiler bunu da geçersiz
saymaktadır.
f. Şahidin Hür Olması:
Fakihlerin çoğunluğuna göre kölelik de şahitliğin geçerliliğini engellemektedir.
Zahiri’ler, köleliği bir engel olarak görmemektedir.
3. Şahit Sayısı:
Sadece zina suçunun ispatı için dört erkek şahit gerekmekte, diğer suçlarda ise iki şahit yeterli görülmektedir.
Doğum, bekâret gibi kadınlara mahsus olan durumlarda tek kadının şahitliği geçerlidir.
4. Suç Türlerine Göre Şahitlik:
a. Bedensel Cezayı Gerektiren Suçlarla İlgili Şahitlik:
Bedensel cezalar kısas, ta’zîr veya had şeklindedir:
aa. Kısası Gerektiren Suçlarla İlgili Şahitlik:
Bu konuda kadınların şahitliği geçerli değildir. Ayrıca bir erkeğin şahitliği ile mağdurun şahitliği ve yemin etmesi
de yeterli görülmemiştir.
ab. Ta’zîr Cezasını Gerektiren Suçlarla İlgili Şahitlik:
Şafii ve Hanbelîlere göre şahitlik açısından, iki erkek şahitle ispatlanabilir. Hanefi’lere göre, iki erkeğin şahitliği,
bir erkekle iki kadının şahitliği, ispatlanabilir. Maliki’lere göre, bir erkeğin şahitliği ve mağdurun yemini ile
ispatlanabilir.
ac. Had Cezaları İle İlgili Şahitlik:
Had cezasını gerektiren zina suçunun ispatı için dört erkeğin, diğer hadleri gerektiren suçların ispatı için ise, iki
erkeğin şahitlik yapmaları gerekir.
b. Mali Cezaları Gerektiren Suçlarla İlgili Şahitlik:
Diyet, tazminat gibi mali cezaların, iki erkek veya bir erkek iki kadının şahitliğiyle ispatlanabileceği konusunda
ittifak vardır. Şafii ve Hanbelîlere göre, bir erkeğin şahitliği ve davacının yemini ile Maliki’lere göre, bir erkeğin
şahitliği ve davacının yemini ya da iki kadının şahitliği ve davacının yemini ile de sabit olabilir. Hanefi’ler ise,
“Şahit olarak erkeklerinizden iki, onlar olmazsa bir erkek iki kadın getirin.” mealindeki ayeti esas alır.
Görüldüğü gibi, İslam hukukçuları, kısas ve had cezalarında kadınların şahitliğini kabul etmemişlerdir. Bunun
nedeni:
İSLAM HUKUKU-1
12
1) Bu suçlar son derece ağır oldukları için, ispat yöntemleri de ağırlaştırılmış ve erkeklerle sınırlandırılmıştır.
2) Kadınların, yapı itibariyle erkeklere nazaran daha zayıf oldukları bir gerçektir.
3) Kadınlar erkeklere göre daha duygusaldır.
4) Kadınların beyin yapıları da, biyolojik açıdan erkeklerinkinden farklı olabilir ki bunun, şahitliği ilgilendiren
yönü de vardır.
5) Şahitlik, aynı zamanda riskli bir iştir.
6) İslâm’ın doğduğu dönemde kadınların toplumdaki konumu çok farklı idi.
5. Şahitlikten Dönmek:
Şahitlerin, hâkimin kararından önce yaptıkları şahitlikten vazgeçmeleri halinde, şahitlikleri, hâkim tarafından
dikkate alınmaz.
C. KARİNE (İPUCU)
Karine, gizli bir durumun mahiyetini gösteren açık alamet demektir.
Karineler, aklî ve örfî olmak üzere iki şekilde olabilir:
Aklî karine, olayla karine arasındaki ilişkinin akıl yolu ile anlaşıldığı karinedir. Örneğin, çalınan bir mal, hırsızlıkla
suçlanan birinin y anında bulunduğunda akıl, o kişinin malı çaldığını göstermektedir.
Örfî karine ise, olayla karine arasındaki ilişkinin akla değil örf ve âdete dayandığı karinedir. Örneğin, Müslüman
bir kişinin, Kurban Bayramı arifesinde bir koç alması, koçun kurbanlık için alındığını göstermektedir. Örfi
karineler kesinlik ifade etmemektedir. Cezalar ise kesindir ve kesin delilleri gerektirmektedir.
D. YEMİN
Hukuki bir terim olarak yemin, hâkim önünde, Allah’ın bir isim veya sıfatını zikretmek suretiyle, bir haberi
pekiştirmek için kullanılan ifadedir.
Davayı ispat etmekle ilgili yeminin geçerli olabilmesi için altı şart:
1. Yemin eden kişinin mükellef olması.
2. Davalının, kendisinden istenilen hakkı inkâr etmesi.
3. Davacının hâkimden, davalının yemin etmesini talep etmesi ve hâkimin de ondan yemin talebinde bulunması.
4. Yeminin şahsi olması, yani yemin eden kişinin, başkası adına değil kendi adına yemin etmesi.
5. Yeminin, had cezaları gibi sırf Allah’a ait olan haklarla ilgili olmaması.
6. Yeminin, ikrar konusu olabilecek haklarla ilgili olması.
Fakihlerin çoğunluğuna göre, yeminin gerçekleşmesi ile dava, sonsuza kadar değil, sadece o an için düşer.
İleride davacı ispatlayıcı delil getirdiği takdirde lehine hüküm verilir.
İSLAM HUKUKU-1
13
E. YEMİNDEN KAÇINMAK (NUKÛL)
Başkası üzerinde bir hak iddiasında bulunan kişi, davasını ispat etmekle yükümlüdür. Aksi halde davalıya yemin
etmek düşer ve davalı yemin ettiği takdirde dava düşer.
İmam Ebu Hanife, öldürmekten küçük suçların kısas ve diyetlerinde, yeminden kaçınmayı (nukûl) delil olarak
kabul etmekte, ancak öldürme suçunun kısas veya diyetinde bunu delil olarak kabul etmemektedir. Ona göre bu
durumda sanık, ya ikrar veya yemin edinceye kadar hapsedilir.
F. KASAME
Kasame, katilin meçhul olduğu bir öldürme cinayetinde, ölünün bulunduğu çevreden elli kişinin tek tek “Allah’a
yemin ederim ki ben öldürmedim ve kimin öldürdüğünü de bilmiyorum.” şeklindeki yeminlerinin toplamıdır.
1. Kasamenin Meşruiyeti ve Önemi:
Kasamenin meşruiyeti hadis-i şerifle sabittir.
2. Kasameyi Uygulama Amacı:
Hanefi’lere göre kasame, öldürme suçunu ispat etmek için değil, bilakis öldürme suçlamasını bertaraf etmek
içindir. Çünkü Hanefi’lere göre kasame, davalı tarafa, suçun işlenmediğine dair uygulanmaktadır. Diğer
mezheplere göre ise kasame, öldürme suçunun ispatı içindir, dolayısıyla davacı tarafa uygulanmaktadır.
3. Kasamenin Uygulandığı Suçlar:
Bütün mezheplere göre kasame, sadece öldürme suçlarında uygulanır.
4. Kasame İçin Gerekli Şartlar:
a. Öldürme Fiilinin Olması:
Hanefi’lere ve İmam Ahmed’in bir görüşüne göre, ölü olarak bulunan kişinin, öldürüldüğünü gösteren darp, yara
gibi bazı alametlerin bulunması gerekir. Bir alametin olmaması, kişinin normal eceliyle öldüğünü
göstermektedir. Şafii ve Maliki’lere göre böyle bir şart yoktur. Çünkü bazen insanın, hiçbir iz bırakmayan bir fiil
ile öldürülmesi de mümkündür.
b. Katilin Meçhul Olması:
c. Öldürülenin İnsan Olması:
Ne kadar değerli olursa olsun hayvanlar için kasame uygulanmaz.
d. Davalının İnkâr Etmesi:
e. Ölünün Velileri Tarafından Dava Açılması:
f. Ölünün Bulunduğu Yerin Sahipli Olması:
Katili meçhul bir ölü, çöl, orman gibi belli sahipleri olmayan ve yerleşim merkezlerinden uzak olan yerlerde
bulunduğu takdirde, maktulün bulunduğu yere ses duyulacak kadar yakın köy ve benzeri iskan yerleri varsa
onlara kasame uygulanır, aksi halde kimseye kasame uygulanmaz ve maktulün diyeti beytu’l-maldan ödenir.
İSLAM HUKUKU-1
14
5. Kasamenin Uygulanması:
Kasamenin, öncelikle kime uygulanacağı konusunda iki görüş vardır:
a. Hanefi’lere göre kasame, öncelikle davalılara uygulanır.
b. Şafii, Hanbeli ve Maliki’lere göre kasame, öncelikle davacılara uygulanır.
ba. Şafii’nin son görüşüne (kavl-i cedid) göre kısas gerekmez; hataen veya şibh-i amd şeklindeki öldürmede
katilin ailesine, amden öldürmede ise kendisine diyet gerekir.
bb. İmam Malik ve Ahmed’e göre, amden öldürmede kısas, hataen öldürmede diyet gerekir.
6. Kasameye Katılacak Olanlar:
Kasamede 50 defa yemin edilmesi gerektiğini ifade ettik. Ancak bu sayıdaki yeminlerin aynı sayıdaki kişiler
tarafından yapılması gerekmez.
Ancak kimlerin k asameye katılacağı ve ne oranda yemin edeceği ihtilaf konusudur:
a. Hanefi’lere göre çocuklar ve akıl hastaları, ister ölü onların mülkünde ister başka yerde bulunsun, hiçbir
surette kasameye katılmazlar.
Ölü, kadının evinde bulunduğu takdirde, Ebu Hanife ve Muhammed’e göre, kadının kendisine, Ebu Yusuf’a göre,
ailesine kasame uygulanır.
b. Şafii’ye göre kasameye erkek kadın bütün mirasçılar katılırlar ve yeminler, hisselerine göre onlara
paylaştırılır.
c. İmam Malik’e göre, hataen (taksirle) ve şibh-i amd (kastın aşılması) şeklindeki öldürmelerde, maktulün
(öldürülenin), erkek ve kadın bütün mirasçıları, mirastaki hisseleri oranında kasameye katılırlar.
2 HAFTA
KISAS
I. KISASIN TANIMI
Sözlükte, anlatmak, birinin yaptığı şeyin aynısını kendisine uygulamak, izlemek, kesmek ve mutlak eşitlik gibi
anlamlara gelir. Hukukî bir terim olarak kısas, EbuZehra tarafından "Suçla ceza arasında eşitliği sağlamaktır"
şeklinde tarif edilmiştir.
Kısas, doğrudan işlenen bir fiil değil, insan vücuduna yönelik öldürme ve müessir bir fiile karşı uygulanan misli
ve karşılıklı bir cezadır. Buna göre, baş kasını öldüren kişi de öldürülür; başkasının bir organını kesenin de aynı
organı kesilir; başkasını yaralayan da yaralanır.
İSLAM HUKUKU-1
15
II. KISASIN TARİHİ GELİŞİMİ
A. İSLAM’DAN ÖNCE KISAS
1. Semavi Dinlerde Kısas
a. Tevrat’ta Kısas
Allah (C), Maide suresinin 45. ayetinde şöyle buyurmaktadır: “Orada (Tevrat’ta) onlara, cana can, göze göz,
buruna burun, kulağa kulak, dişe dişle ve yaralara karşı kısas yazdık. Kim hakkından vazgeçerse bu, onun
günahlarına keffaret olur. Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler, işte onlar zalimlerdir” Bu ayet-i kerime,
İsrailoğulları’nda kısasın uygulandığını açıkça ifade etmektedir.
Elimizdeki Tevrat’ta da kısasla ilgili bariz hükümler bulunmaktadır.
“12) Bir adamı vuran, vurduğu ölürse, mutlaka öldürülecektir.
15) Ve babasına yahut anasına vuran mutlaka öldürülecektir.
24) Göz yerine göz, dişyerine diş, el yerine el, ayak yerine ayak,
25) Yanık yerine yanık, yara yerine yara, bere yerine bere vereceksin.
c. İncil’de Kısas
İncil’de, Tevrat gibi kısasın uygulanması ile ilgili net bir hükmün olduğuna dair bir bilgiye rastlanmamaktadır.
Bilakis İncil’de, Hz. İsa’nın, “Göz yerine göz, diş yerine diş denildiğini işittiniz. Fakat ben size derim: Kötüye karşı
koma; ve senin sağ yanağına kim vurursa ona, ötekini de çevir” şeklindeki sözleri yer almaktadır ki bu
ifadelerden hareketle, İncil’de kısas değil tam zıt hükümlerin bulunduğu iddia edilmektedir. Ancak bu iddiaya
katılmak mümkün değildir.
2. Eski Toplumlarda Kısas
a. Çin’de
Eski Çin’de Ceza Hukuku alanındaki gelişmeler şöyle özetlenebilir: İlk dönemlerde cezalar, öç almaya
dayanıyordu. Suçlunun işlediği fiilin niteliğine göre, mağdurun yakınları yani ailesi, fiili işleyeni takip ederek
yakalayıp cezalandırıyorlardı. Zamanla bu usulden vazgeçilmiş cezalandırma yetkisi “Devlet”e geçmiştir.
b. Hint’de
M.Ö. yirminci asrın ortalarından itibaren Hindistan’a Arya’lar yerleşmişlerdir. Aryalar, klan ve kabilelerden
bazılarına, diğer kabilelere göre daha üstün mevki tanımışlar, zaman içerisinde bu üstünlük, Tanrı’nın emri
şeklinde anlaşılan “Kast Sistemi”nin doğmasına sebep olmuştur. Başlıca Kastlar, ruhban sınıfı olan Brahman’lar,
hükümdar ve muhariplerden oluşan Kişatriya’lar, çiftçi ve tüccarlardan oluşan Vaysiya’lar ve hizmetle mükellef
olan aşağı tabaka Sudra’lardır. Bir de bunlardan daha aşağı olan Pariya’lar bulunmaktadır.
Hint’te devlet aşamasında çeşitli suçlar kabul edilmiş ve bu suçlara verilen cezalar ve mağduriyetin giderilmesi,
kişilerin mensup bulundukları Kast’lara göre farklılık arz etmiştir.
İSLAM HUKUKU-1
16
c. Sümerler’de
İlkel dönemin aşılarak siyasi örgütlenme ile suçların kovuşturulmasının, “devlet”e geçtiği Sümerlerde, müessir
fiil ve öldürme fiillerinin karşılığı olarak kısas esası kabul edilmiştir.
d. Babil’de
Hamurabi Kanunlarının Ceza Hukukuna ilişkin belli başlı hükümlerinde öç almaya yer verilmemiş ve hükümdara
cezaları affetme yetkisi tanınmıştır. Kasıtlı öldürme ve müessir fiillerde genellikle kısas kabul edilmiş, bazı
suçlarda para cezası öngörülmüş, taksirli öldürmelerde tazminat öngörülmüş ve taksirli müessir fiillerde fail,
tedavi masraflarını ödemek zorunda bırakılmıştır. Cezaların uygulanmasında sosyal sınıflar dikkate alınmıştır.
Hamurabi Mecellesi, doktor, baytar, mimar gibi serbest meslek sahiplerinin mesleklerinin icrasından doğan
çeşitli hususları suç kabul ederek cezalandırmıştır. Mesela, hür bir kimsenin ölümüne veya gözünün kör
olmasına sebebiyet veren doktorun eli kesilir.
Yapılan evin, mimarın kusurundan dolayı yıkılması halinde, mimarın doğan zarar ve ziyanı ödemesi ve evi
yeniden inşa etmesi gerekirdi. Böyle bir olayda ev sahibinin, yıkılan evin altında kalarak ölmesi halinde,
mimarın ölümü, ev sahibinin oğlunun ölmesi halinde mimarın oğlunun ölümü, ev sahibinin kölesinin ölmesi
halinde ise yerine bir kölenin verilmesi gerekirdi.
e. Asurlar’da
“Cezaların şahsiliği” ilkesini kural olarak kabul eden Asur Hukukunda adam öldürme suçunun cezası ölümdür.
Müessir fiil suçları hakkında ise ağır cezalar kabul edilmiştir. Hırsızlık suçunda, hırsız çalınan şeyi iade eder, bir
müddet kral angaryasında çalışır ve ayrıca para cezasına da mahkûm edilirdi.
f. Etiler’de
Eti Hukuku adam öldürme suçlarında “kast” unsurunun bulunup bulunmamasına göre miktarı değişen “şahsi
fidye” usulünü kabul etmiştir. Mesela, “hür” bir kimseyi kasten öldüren fail, öldürdüğü kimse yerine ölenin
akrabalarına “şahsi fidye” olarak dört şahıs vermekle yükümlüydü. Eğer öldürülen köleyse, fidye miktarı “iki”ye
inerdi.
g. Yunan’da
Eski Yunan’da toplumun siyasi teşkilatlanması, “Site Devletleri” şeklindedir. Atina sitesinde kişilere karşı işlenen
suçlarda ağır cezalar tertip edilmiş, genelde ölüm cezası kabul edilmiştir. Kastî olmayan öldürmelerde ise,
suçlunun siteden bir yıl müddetle sürülmesi ve ölenin yakınlarına “fidye” vermesi esası getirilmiştir.
Evli kadınla gayri meşru ilişki kurmanın cezası, erkek için idam, kadın için boşanma ve cihazının kocasına
bırakılması idi.
h. Roma’da
Quirites hukukunda suçlar, şahsi suç ve amme suçu şeklinde ikiye ayrılıyordu. Birincisinde cezayı fert(pater
familias), ikincisinde ise devlet (magistra = devlet başkanı, kral) veriyordu. Özellikle iki tana önemli amme suçu
(crimina publica) vardı. Birincisi vatana ihanet suçu diğeri ise, bir aile reisini öldürme suçu (parricidium) idi. Bu
suçların cezası idamdı.
XII levha kanununda büyücülük-sihirbazlık (malum carmen incantare) da amme suçlarından sayılıyordu.
İSLAM HUKUKU-1
17
Kişilere karşı işlenen fiillerin başında adam öldürme gelmekte idi. Kasten öldürmelerde, fail için ölüm cezası
verilirdi, taksirli öl-dürmeler, zarar veren eylem kabul edilir ve ona göre kovuşturulurdu.
Roma hukukunda da kısas cezasının olduğu ancak bu cezanın, herkese uygulanmadığı görülmektedir. Suçun
faili, devlet görevlisi veya eşraftan biri ise, öldürülmez, sürgüne gönde-riliyordu. Şayet fail orta tabakadan biri
ise boynu vuruluyor, alt tabakadan biri ise çarmıha geriliyordu.
İmparatorluk dönemine kadar çocuk düşürmek suç sayılmış ve ağır bir şekilde cezalandırılmış, çocuğu düşen
kadının ölmesi halinde ölüm cezası verilmiştir.
i. Cahiliyye Döneminde
Bütün Sami kavimlerde bilinen Roma ve İbrani hukukunda da mevcut olan kısas, Cahiliyle dönemindeki
Araplarda da ilke olarak vardı. Arap’ların bu konuda “el-Katlu Enfa li’l-Katli = Öldürmek, öldürmeyi daha iyi yok
eder” şeklinde meşhur bir atasözleri vardır.
Cahiliyle dönemindeki Araplarda kabilecilik anlayışı hâkimdi. Dolayısıyla bir kişiye karşı işlenen suç, tüm kabileye
karşı işlenmiş sayılır ve bunun sonucu olarak bir kişiye karşı çok kişi veya katil yerine kabilesinin başka bir ferdi
ya da birkaç ferdi öldürülebiliyordu. Hatta bazen bir kişi yerine yüzlerce kişinin canına kıyılıyordu.
Özetleyecek olursak cahiliyye döneminde:
a.Katil yerine başka birine kısas uygulanabiliyordu.
b.Bir kişiye karşı çok kişi öldürülebiliyordu.
c.Gerekirse güçlü tarafa kısas uygulanmıyordu.
e.Diyetler konusunda da tam bir eşitsizlik hakimdi.
f.Haksızlıklar, haksızlıkları doğuruyor ve olaylar zincirleme devam ediyordu.
g. Kadına karşı erkek, köleye kar şı hür, hayvana karşı insan öldürülebiliyordu.
B. İSLAM’DA KISAS
1. Kısasın Meşruiyeti (Kanuniliği)
Kısasın meşruiyeti hem kitap yani Kur'an-ı Kerim, hem sünnet, yani Hz. Peygamber (S)’in söz ve uygulamaları,
hem de icma’ ile sabittir.
a. Kısasla İlgili Ayetler
“Ey akıl (lübb) sahipleri! Kısasta sizin için hayat vardır. Umulur ki sakınırsınız.” (Bakara 2/179)
.“...Size kim haksızlık yaparsa, siz de, size haksızlık yaptığı gibi ona karşılık verin.” (Bakara 2/194)
“Eğer ceza verecek olursanız, size yapılanın aynı ile mukabele edin. Sabrederseniz and olsun ki bu, sabredenler
için daha iyidir.” (Nahl 16/126)
b. Kısasla İlgili Hadisler
“Kimin bir yakını öldürülürse iki husustan birini seçmekte serbesttir: İsterse kısası uygular, isterse diyet alır.”
İSLAM HUKUKU-1
18
“Kim amden öldürürse ona kısas uygulanır.”
2. İslam’ın Kısasa Bakış Açısı
Sadece katil açısından değil, toplum açısından bakıldığında kısasın öldürme değil hayattan ibaret olduğu
görülecektir. Allah © da, bu açıdan değerlendirerek kısasta hayat olduğunu ifade etmiştir. “Sizin için kısasta
hayat vardır.
Çünkü kısasta sadece, fiilî olarak öldürme cinayetini işlemiş olan katilin değil, bütün toplumun hayatı söz
konusudur. Katile kısasın uygulanmaması halinde, bunu gören kötü niyetli insanlar, cesaret kazanacak, öldürme
suçunu küçümseyecek ve bunu kolayca işleyebileceklerdir. Allah (C), kısasta öldürmenin, cana kıyılmanın değil
hayatın, canlılığın olduğunu vurgulamıştır.
3. Kısasın Etkileri
a. Kısasın Psikolojik Etkisi
aa. Kısasın Toplum Üzerindeki Psikolojik Etkisi
Şüphesiz ki kısas, en ağır bedeni cezadır. Çünkü kısas, câninin hayatına son vermek veya hayati faaliyetlerini
sağlayan organlarını yok etmektir. İnsanın hayati faaliyetlerini sağlayan organlarına veya canına kastetmenin
vahim cezasının, acımasız ve tavizsiz bir şekilde uygulandığını müşahede eden toplumun, bundan son derece
etkileneceği kesindir.
ab. Kısasın Mağdur, Fail ve Akrabaları Üzerindeki Psikolojik Etkisi
Kısas, amden öldürme, organ kesme ve yaralama suçlarına karşı uygulanan misli bir cezadır. Bu fiillerin
meydana gelmesiyle, mağdur olan kişi ve akrabalarının maddeten ve manen zarar görüp etkilenmeleri kesindir.
Onların bu durumları, câni ve yakınlarına karşı, düşmanlık, kin ve intikam duygularını uyandırır.
Bu ise, cinayet peşine düşmelerini önler, haklarını almanın rahatlığı içinde normal bir hayat sürdürmelerini
sağlar. Ayrıca, kısasın uygulanması, cani ve yakınlarını da rahatlatır.
b. Kısasın Ekonomik Etkisi
Kısasın psikolojik etkisi kadar ekonomik etkisi de önemlidir.
ba. Onların, kendi başlarına intikam alma girişimleri, kendileri için büyük masraflara mâl olabilir.
bb. Kısasın uygulanmaması halinde, mağdur tarafın intikam alabilme ihtimaline karşı cânî tarafının, kendilerini
savunmak için aşırı tedbirlere başvurup bu konuda büyük masraflara girmeleri kaçınılmaz olur.
bc. Kısasın uygulanmaması, nesilden nesile devam edebilecek karşılıklı gelişigüzel cinayetlere yol açabilir.
bd. Kısasın uygulanmaması, halkın güven ve emniyetini bozacaktır.
4. Kısasın Kul Hakkı Sayılması ve Hukuki Sonucu
Kısasın, hem fert hem de topluma bakan yönleri bulunmaktadır. Ancak İslam hukukunda kısas, kul hakkının
ağırlıklı olduğu bir hak olarak benimsenmiştir.
İSLAM HUKUKU-1
19
III. KISASIN ÇEŞİTLERİ
Kur’an-ı Kerimin ayet-i kerimesinde üç çeşit kısas açıkça belirtilmiştir: 1) Öldürmeye karşı öldürmek. 2) Organı
yok etmeye karşı organı yok etmek. 3) Yaralamaya karşı yaralamak.
Literatürde, öldürme ve müessir fiillere karşı uygulanan bedeni cezaya “maddi ve manevi kısas” denir. Öldürme
veya müessir fiillerin mal ile tazmin edilmesine ise “manevi kısas” denilmektedir. Kısas genel olarak “maddi” ve
“manevi” olmak üzere iki kısma, maddi kısası da, “öldürme cinayetinde kısas” ve “müessir fiillerde kısas”
şeklinde ayırabiliriz. Müessir fiillerdeki kısas dört kısma ayrılır:
a)Organların kendilerini yok etmek şeklindeki kısas.
b) Organların fonksiyonlarını yok etmek şeklindeki kısas.
c)Yaralama şeklindeki kısas.
d)Yarasız vuruşlar şeklindeki kısas.
IV. ÖLDÜRME CİNAYETİNDE KISAS
A. ÖLDÜRME CİNAYETİNDEKİ KISAS İÇİN GEREKLİ ŞARTLAR
1. Katilin Mükellef Olması
Mükellef olmaktan gaye kişinin akıllı ve baliğ olmasıdır. Kısasın uygulanabilmesi için katilin mükellef olması
gerekir. Çünkü kısas en ağır bir cezadır. Katil akıl hastası veya çocuk olduğu takdirde kendisine kısas
uygulanmaz. Uyku veya baygınlık halindeki kişi de aynı durumdadır. Mükellef olmayanların kasten işledikleri
cinayetler, “hataen cinayet” sayılır ve buna karşı kendilerine bedeni değil, mali ceza uygulanır Sarhoş kişinin de
görünürde akıl hastasından farkı yoktur. Çünkü o da tıpkı akıl hastası gibi ne yaptığının farkında değildir. Buna
göre sarhoş kişi, sarhoşluk halinde birini öldürdüğü takdirde kendisine kısas cezası, zina yaptığı zaman hadd
cezası uygulanır. Çünkü aklını giderip kendisini suç işleyecek hale getiren kişi, sarhoşun bizzat kendisidir.
2. Katilin Hür İradeye Sahip Olması (Mükreh Olmaması)
Hür irade ile yapılmayan bir şeyin değeri ol-madığı gibi, bazı istisnalar dışında ciddi bir cezası da yoktur. Hür
iradeyi yok etmeye “ikrah = zorlama” denir.
a. İkrahın Mahiyeti İkrah, herhangi bir şahsın, başkasını, kaçınıp istemediği bir işe, yapmaya kâdir olacağı bir
tehdit ile zorlamasıdır. Đkrahın dört unsuru bulunmaktadır:
1)Zorlayan kişi: Buna “mükrih” denir.
2)Zorlanan kişi: Buna “mükreh” denir.
3)Mükrehin korkmasını gerektiren ve rızasını ortadan kaldıran şey. Buna “Mükrehin bih” denir.
4)Yapılmaya zorlanan şey. Buna “Mükrehün aleyh” denir. Zorlamanın olabilmesi için şu şartların bulunması
gerekir:
a.Zorlayan kişinin, tehdit aracı olarak kullandığı fiili yerine getirebilecek güçte olması.
b.Zorlanan kişinin, zorlayan kişiden korkması ve zorlandığı fiili işlemediği takdirde, tehdit edildiği fiilin
uygulanacağına kesin olarak veya kuvvetli bir zanla inanması.
İSLAM HUKUKU-1
20
c.Tehdit konusunun, canlı bir uzvun kesilmesi, veya hapis, dövme gibi ciddi bir şeyle olması.
b. İkrahın Kısımları
ba. Mülci’ Olan İkrah (Tam İkrah)
Mülci’ ikrah, rızanın kaybolduğu ve ihtiyarın fesada uğradığı öldürmek, bazı organları yok etmek veya büyük
meblağda malı telef etmek tehdidi altında yapılan ikrahtır. Hanbelî ve Maliki’lere göre, bu şekildeki bir tehdit
altında başkasını öldüren kişinin, hem kendisine hem de zorlayana kısas uygulanır. Şafiilerin hâkim görüşleri de
bu yöndedir. Ebu Hanife ve Muhammed’e göre kısas, sadece zorlayan kişiye uygulanır.
bb. Mülci’ Olmayan İkrah (Veya Nakıs İkrah)
Mülci’ olmayan ikrah, kişiyi bağlayıcı, ilzam edici nitelikte olmayan ikrahtır. Mesela kişiyi dövmek, hapsetmek,
bağlamak gibi katlanılabilecek bir şeyle tehdit etmek gibi. Bu tür bir ikrahta, zorlanan kişi sorumluluktan
kurtulamaz. Dolayısıyla, kısas sadece ona uygulanır.
3. Katilin, Maktüle Asıl Olmaması (Usul-FüruʿArasında Kısas)
Baba, anne, kendi çocuklarını ya da çocuklarının çocuklarını öldürdükleri takdirde onlara kısas uygulanmaz.
Çünkü kişinin var olma sebebi onun aslıdır. Dolayısıyla kişi, onların yok oluş sebebi olamaz. İmam Malik,
babanın, çocuğunu öldürmesinde te’dip amacının olmadığı kesin olarak belirlenirse örneğin, onu boğazlayarak
ya da karnını yararak öldürürse, kendisine kısas uygulanır. Ebeveynden birinin diğerini öldürmesi ve bir veya
daha fazla çocuklarının bulunması durumunda, katile kısas uygulanmaz.
Birisi kardeşini öldürürse ve öldürülenin velisi katilin oğlu ise kısas düşer. Kişi karısını öldürürse ve karının kan
velisi, katilden olan çocuğu ise kısas uygulanmaz. Karısı tarafından öldürülen kocanın velisi, katil olan karısının
çocuğu ise kısas düşer. Adam, kızının kocasını öldürse ve öldürülenin velisi katilin kızının çocuğu ise kısas yine
düşer.
4. Kısas Velisinin Belli Olması
Kısasın yapılabilmesi için öldürülenin velisinin belli olması gerekir.
5. Maktulün Ma’sûm (Kanı Teminat Altına Alınmış) Olması
Ma‘sûm, devlet tarafından korunmuş, hayatı teminat altına alınmış kişi demektir.
a. Müslüman’ın Ma’sûm Olması: Müslüman oldukları halde masumiyetlerini kaybeden Müslümanlar ise
şunlardır:
aa)Zina Eden Muhsan. ab)Yol Kesen (katiu’t-tarîk). ac) Bâğî (Meşru’ devlete başkaldıran). ad)Dinden dönen
(mürtedd). ae)Harbî olan kâfir. af)Kısası hakkeden katil. ag)Kendisine ait olmayan bir eve girip de uyarıldığı
halde çıkmayan hırsız.
b. Müslüman Olmayanın Ma‘sum Olması: Müslüman olmayan bir kişinin masumiyyeti, “eman = güvence” ile
olur.
Zimmetakdi, devletin, Müslüman olmayan bir kişiye İslam devletinde sürekli ikamet etme izni vermesi yani ona
sürekli vatandaşlık hakkını tanımasıdır. Bu statüye tabi olan kişiler devlete cizye (baş vergisi) ve haraç (arazi
vergisi) verirler. Bunlara “zimmî” denir. Geçici eman ise, devletin, İslam ülkesine ticaret ve benzeri bir amaç için
İSLAM HUKUKU-1
21
gelen bir kişiye geçici olarak ikamet izni vermesidir. Bu tür bir izin talebinde bulunan kişiye “müste’min =
eman/güvence isteyen” denir.
Hanefilere göre masumiyette esas olan, İslam ülkesindeki sürekli ikamettir. Dolayısıyla zimmi masumdur ve
katiline kısas uygulanır. Müste’min ise, ikameti geçici olduğu için masum değildir ve katiline kısas uygulanmaz.
Zimmet veya eman akdi olmayan ve Müslümanlarla savaş halinde bulunan bir ülkenin gayr-i müslim
vatandaşına “harbî” denir. Harbi olan kâfir de, masum değildir; katiline kısas değil, kendi başına hareket ettiği
için ta’zîr cezası uygulanır.
6. Denkliğin Olması
Hanefi’ler göre, organları eksik olana karşı organları sağlam olana, felç olana karşı felç olmayana, cahile karşı
âlime, halktan birine karşı entelektüel birine, akıl hastası olana karşı akıllıya, çocuğa karşı ergine, kadına karşı
erkeğe, zimmiye karşı Müslüman kısas uygulanır.
a. Müslüman Olanla Gayr-i Müslim Arasında Kısas
Müslüman kişinin başka bir Müslüman’ı ya da Müslüman olmayanın bir Müslüman’ı kasten öldürmesi halinde,
öldüren kişiye kısasın uygulanması konusunda ittifak vardır. Ayrıca Müslüman kişinin, İslam devleti dışındaki
“harbi” bir kâfiri veya İslam ülkesindeki bir müste’mini öldürmesi durumunda da, kısasın olmayacağı konusunda
görüş birliği vardır.
aa. İmam Ebu Hanife ve arkadaşları ile İbn Ebi Leyla gibi bazı fakihler zimmiye karşı Müslüman’a kısasın
uygulanacağını ifade etmektedirler.
ab. Hanefilerin dışındaki mezheplere göre, Müslüman olmayan birine karşı Müslüman olana kısas uygulanmaz.
Hanefi’lerin dışındaki fakihler bu görüştedir.
b. Hür ile Köle Arasında Kısas
Kısas konusunda; Hanefi’lere göre, köleye karşı hür kişiye kısas uygulanır. Fakihlerin çoğunluğuna göre ise,
köleye karşı hür kişiye kısas uygulanmaz. Kanaatimizce köleye karşı hür kişiye kısasın uygulanmaması şeklindeki
görüş İslam’ın ruhuna aykırıdır. Çünkü köle olan kişi de, insanlık vasfı açısından hür olandan farksızdır.
c. Erkekle Kadın Arasında Kısas
Öldürmek şeklindeki kısas konusunda, erkekle kadın eşittir. Buna göre, bir kadını öldüren erkeğe kısas
uygulanır.
d. İştirak Şeklindeki Cinayette Kısas (Tek Kişiye Karşı Topluluğa Kısas)
Bu konuda üç görüş bulunmaktadır:
da. Fakihlerin çoğunluğuna göre, öldürmeye ortak olanların hepsine kısas uygulanır. İmam Ebu Hanife, Malik ile
Şafii ve Ahmed b. Hanbel’in hâkim görüşleri bu doğrultudadır.
db. Bir görüşe göre kısas, sadece bir kişiye uygulanır; diğerlerinden ise hisseleri oranında diyet alınır.
dc. Üçüncü görüşe göre, bir kişiye karşı topluluğa kısas uygulanmaz, onlara diyet ödetilir.
e. Organize Şeklindeki Cinayette Kısas
İSLAM HUKUKU-1
22
ea. İmam Şafii, Ahmed ve Hanefi’lere göre, sadece fiilen cinayeti işleyenler katil sayılır ve kısas sadece onlara
uygulanır.
eb. İmam Malik’e göre, öldürme olayına ister fiilen ister sebep olma yoluyla katılsın, ortak olanların tümüne
kısas uygulanır.
f. Çok Kişiye Karşı Bir Kişiye Kısas
Böyle bir durumda birine karşı kısas uygulanırken, diğerleri için ayrıca diyetin ödenip ödenmemesi konusunda
ihtilaf vardır. Hanefi ve Malikilere göre, kısasın dışında ayrıca diyet ödenmez. Şafii ve Hanbelîlere göre
öldürülenlerden birine karşı katile kısas uygulanır; diğerlerin her birisi için, velilerine katilin malından birer diyet
ödenir.
7. Öldürmenin Kasten Olması
a. Öldürmenin Çeşitleri
Hanefi mezhebinde, hukuki sonuç açısından öldürme cinayeti beş kısma ayrılmıştır:
aa. Kasten öldürmek.
ab. Kastın aşılması (şibh-i amd) şeklinde öldürmek.
ac.Taksîrle (hataen) öldürmek.
ad. Taksirin benzeri şeklinde öldürmek.
ae.Tesebbüben öldürmek.
b. Kasten Öldürmenin Mahiyeti
b. Kasten Öldürmenin Mahiyeti
Hz. Peygamber (S), a “kim kasten öldürürse ona kısas gerekir” buyurmaktadır. Hanefi Mezhebi Hanefilere göre
kasten öldürmek, silah veya keskinleştirilmiş ağaç, çakmak taşı, kamış kabuğu ve ateş gibi şeylerle kasıtlı olarak
gerçekleştirilen öldürmedir. Diğer Mezhepler Şafii eserlerinden, kasten öldürmekle ilgili şu özlü tarifi
çıkarabiliriz: İster kesici ve delici (muhadded), ister ezici (musakkal/ağırlık) olsun, genelde öldürücü olan bir
aletle veya herhangi bir şekilde, başkasını şahsen kastederek öldürmektir.Kasten öldürmenin aslî cezası kısastır.
Yani katilin de öldürülmesidir.
8. Öldürmenin Doğrudan Olması (Mübaşarat)
a. Doğrudan Öldürmek (Mubaşarat)
Doğrudan öldürmek, hiçbir aracı fiil olmadan belli bir kişiyi, kastetmek suretiyle öldürmektir. Birini kurşunlamak,
bıçaklamak gibi.
b. Tesebbüben Öldürmek (Dolaylı Öldürmek)
Tesebbüben öldürmek, ölme sonucunu direkt olarak değil dolaylı bir şekilde meydana getiren öldürmektir.
Örneğin iki kişinin yalanla, başkasının adam öldürdüğüne şahitlik ederek kendisine kısasın uygulanmasına neden
olmaları gibi.
İSLAM HUKUKU-1
23
Hanefi’ler, öldürmede mubaşaratı şart koştukları için, onlara göre tesebbüben öldürmek kısası gerektirmez.
Sebepleri üç kısma ayırabiliriz:
1)Hissi sebep: Birini öldürmeye zorlamak gibi.
2) Şer’î sebep: Yalancı şahitliğin kısasa yani başkasının öldürülmesine sebep olması gibi. 3)Örfi Sebep: Birinin
güzergâhında bir çukur eşip üstünü örtmekle ölümüne sebep olmak gibi.
Ölüme, ya da organ telefine yol açan fiil meşru ve mubah ise, mali veya bedeni herhangi bir ceza gerekmez.
Çünkü meşruiyyet ile ceza bir arada olamaz. Şayet ölüme veya organ telefine yol açan durum mubah ve meşru’
değilse: a)Fiilin kasıtlı olması halinde bazı fakihlere göre kısas uygulanır, bazılarına göre uygulanmaz. b)Fiilde
kasıt yoksa ve kaçınılması mümkün ise diyet gerekir. c)Fiilde kasıt yoksa ve kaçınılması mümkün değilse, bir
ceza gerekmez.
ba. Kuyularla İlgili Tesebbüp
1) Kişinin kendi mülkünde eştiği kuyuya, başkası düşüp öldüğü takdirde kuyu sahibine bir ceza gerekmez.
2) Kişinin, başkasının mülkünde, sahibinden izin alarak eştiği kuyuya birisi düşüp öldüğü takdirde, yine kuyuyu
eşene bir ceza gerekmez.
4)Kuyuya düşen birisinin başkasına tutunması ve bundan dolayı her ikisinin de düşüp ölmesi halinde, birincisinin
kanı boşa gider, ikincisinin diyeti ise onun akilesinden tahsil edilir.
bb. Hayvanlarla İlgili Tesebbüp
1)Binici normal yolda yürürken bindiği hayvan ayağı ile birini tekmelediği takdirde kendisine bir ceza gerekmez.
2)Kişi, bineğini umuma ait bir yolda ve durulması yasak bir yerde durdurur ve bineği başkasını öldürür veya bir
organını telef ederse, sahibi sorumlu olur.
3)Saik (hayvanı arkadan süren), hayvanın, hem ön hemde arka ayakları ile kaid (hayvanı önden süren) ise
hayvanın sadece ön ayakları ile meydana getirdiği zarardan sorumludur.
4)Binicinin sorumlu olduğu bütün zararlardan, saik ve kaid de sorumludur.
5) İki binicinin birbirleriyle çarpışması durumunda, Hanefi ve Hanbelilere göre, her birisi diğerine verdiği zararı
tazmin eder.
c. Suçta Sebep-Sonuç İlişkisi
ca. Genel Olarak
Sebebiyet, kasten işlenen fiilin, öldürmeye veya organın telef olmasına neden olması, yani işlenen fiil ile
meydana gelen durum arasında sebep-sonuç ilişkisinin bulunmasıdır.
1) Şayet cinayeti işleyen ilk kişinin fiili, mağdurun yaşamını sona erdirecek nitelikte ise, katil birinci kişi sayılır ve
kısas kendisine uygulanır. İkinci kişiye ise ta’zir cezası uygulanır.
2) Şayet birinci kişinin fiili mağdurun hayatını sona erdirecek nitelikte değilse, katil ikinci şahıs sayılır.
cb. İcâbî (Fiili Yapma) Veya Selbî (Fiili Terk etme / Yapmama) Suçta Sebebiyet
İSLAM HUKUKU-1
24
1) İcâbî (Fiili Yapmak Şeklindeki) Suçta Sebebiyet
İcabî suç, insanın suç teşkil eden bir fiili işlemesidir. Birine kurşun sıkmak, zehir içirmek gibi.
2) Selbi (Fiili Terk etmek Şeklindeki) Suçta Sebebiyet
Selbi suç, yapılması gereken bir fiili yapmamak şeklinde olan suçtur. Susamış kişiye, imkânı olan birinin su
vermeyerek ölümüne neden olması, birinin, denizde boğulan kişiyi kurtarma imkânı olduğu halde onu
kurtarmaması gibi.
Maliki ve zahirilere göre selbi fiilin, ölüme neden oluşu kesinlik kazanırsa ve bu fiil kasten yapılmışsa, sebebiyet
gerçekleşmiş demektir, dolayısıyla kısas gerekir. Şafii ve Hanbelîlerin hâkim görüşüne göre fiili terk etmezden
önce suç teşkil eden duruma neden olan başka bir fiil olmuşsa ve bunda öldürme kastı da varsa, fiili terk eden,
suçlu olur ve kendisine kısas uygulanır. Hanefi’lere göre, selbî suç, kısası gerektirmez.
9. Öldürmenin Gayr-İMeşrûʿOlması
a. Öldürme Suçuna Rıza Göstermek
aa. Zahiriler, Şia, İmam Zufer ve bir rivayete göre İmam Malik, suça rıza göstermenin kısası düşürmediği
görüşündedir. İmam Şafii’nin bir görüşü de bu doğrultudadır.
ab. Bir görüşe göre, bir insanın kendisine yönelik bir suça rıza göstermesi, kısası düşürür.
b. Düello İle Öldürmek
Peygamberimiz (S), “İki mü’min birbirlerini öldürmek için kılıçlarıyla karşılaştıklarında, öldüren de öldürülen de
cehennemdedir” buyurur.
c. Kısası Hak eden Katili Öldürmek
ca. Katilin, devletin ilgili mercileri veya bu mercilerin yetkili kıldığı görevliler ya da yetkililerin izin verdiği veliler
(maktulün velileri) tarafından, yetkililerin huzurunda öldürülmesi.
cb. Devletin ilgili mercileri tarafından izin almadan katilin, mağdurun kan velisi tarafından öldürülmesi.
Çoğunluğa göre, bu durumda katili öldüren kişiye kısas uygulanmaz, ancak ta’zir edilir.
cc. Katilin kan velisi olmayan bir kişi tarafından öldürülmesi. Çoğunluğa göre bu durumda, katile (katilin katiline)
kısas uygulanır.
d. MeşruʿMüdafaa İle Öldürmek
da. Umumî MeşruʿMüdafaa
Umumi meşru’ müdafaa, “emr-i bi’l-ma’rûf nehy-i ani’l-münker= iyiliği emretmek ve kötülüğü engellemek” ten
ibaret olan “meşru’ müdafaa”dır
1) Fesat Çıkaranı Öldürmek
İnsanlar arasında bozgunculuk yapan, toplumun emniyetini tehdit eden, başkasının namusunu kirletmekle
tanınan bir kişinin, bu kişiyi öldürene bir ceza uygulanmaz.
İSLAM HUKUKU-1
25
2) Zina Eden Muhsan Kişiyi Öldürmek
İslam hukukuna göre, muhsan (sahih nikâhla evlenmiş Müslüman) bir kişi zina ettiği takdirde bunun cezası
öldürmektir. bu durumdaki bir kişiyi öldürene kısas uygulanmaz. Bazı Şafii’lere göre katile kısas uygulanır. Çünkü
cezayı uygulama yetkisi şahsa değil devlete aittir.
3) Harbî Düşmanı Öldürmek
Savaştan kaçmak veya casusluk yapmak gibi bir gaye ile İslam ülkesine giren bir kâfir düşmanı (harbî) öldüren
kişiye kısasın uygulanmaz.
4) Mürteddi Öldürmek
Çoğunluğa göre kısas uygulanmaz. Çünkü mürted, zaten ölümü hak etmiş durumdadır.
db. Hususî MeşrûʿMüdafaa
İslam Hukukuna göre, kişinin canı, malı ve namusu teminat altına alınmış ve mukaddes değerlerdir ve
dokunulmazlıkları vardır. Bunlar uğruna ölen, şehit sayılmıştır. Hukukun asıl amacı da beş şeyi korumaktır.
Bunlar din, can, akıl, nesil (soy) ve maldır.
1) Canı Korumak İçin Öldürmek
Bir kişi, kendisini öldürmek için saldırıya geçen birinin elinden kurtulma imkânı bulamaz ve öldürmekten başka
çaresi kalmazsa, saldırganı öldürebilir ve saldırganın kanı boşa gider; katile bir ceza uygulanmaz.
2) Namusu Korumak İçin Öldürmek
İslam hukukunda, kişiye kısasın uygulanmasını engelleyen durumlardan biri de namus meselesidir. Buna göre
bir kişinin, karısı ile ilişkide bulunan bir kişiyi öldürmesi halinde, öldürülen kişinin kanı heder olur. İslam
hukukunda zina suçu dört şahitle veya ikrarla ispatlanır. Ayrıca kadının kendisi de ırzını korumak için meşru’
müdafaa hakkına sahiptir. Kadının tecavüze uğramak istenmesi kadın saldırganı öldürebilir ve bu durumda
kadına kısas veya diyet düşmez.
3) Haneye Tecavüzden Dolayı Öldürmek
Buna göre haneye izinsiz giren kişi, önce çıkması için ikaz edilir. Çıkmadığı takdirde, onu öldürmeden önce,
çıkması ve etkisiz hale getirilmesi için mümkün olan bütün yöntemlere başvurulur. Ancak her şeye rağmen
öldürmekten başka saldırısı engellenemeyen saldırgan öldürülebilir ve bu durumda kanı boşa gider; öldürene
kısas veya diyet düşmez.
4) Malı Korumak İçin Öldürmek
Kısasın uygulanmadığı durumlardan biri de insanın, malını korumak için birini öldürmesidir. İnsan, kutsi
değerleri için saldırganları öldürdüğü takdirde kendisine kısas uygulanmaz.
5) Yemek-İçmek İçin Öldürmek
İSLAM HUKUKU-1
26
B. KASTEN ÖLDÜRMENĐN KISAS DIŞINDAKİ CEZALARI
Birbirleriyle ilişkileri olması açısından cezaları, aslî, talî ve bedeli şeklinde üç kısma ayırmıştık. Amden öldürmede
bu cezaların üçü de söz konusudur. Bu tür öldürmenin asli cezası kısas, günah kazanmak ve keffaret; tali cezası
miras ve vasiyetten mahrum kalmak; bedeli cezası ise diyettir.
1. Kasten Öldürmenin Asli Cezası
a. Kısas
b. Günah Kazanmak
Günah kazanmak, amden öldürmenin manevi cezasıdır. Öldürmenin en büyük cezası, öldürmeye söz veya
fiiliyle, bizzat veya dolaylı bir şekilde katılanların büyük günah kazanmalarıdır. Günahların cezası ahrette
verilecektir.
İslam âlimleri, kul hakları ile ilgili günahların affedilebilmesi için dört şartın yerine gelmesi gerektiğini
söylemektedirler:
a)Kişinin, yediği hakkı, sahibine iade etmesi veya hak sahibi ile helalleşmesi.
b)Günah işleyen kişinin, işlediği günahtan tamamen çekinmesi.
c)Kişinin, işlediği günaha karşı pişmanlık duyması.
d)Kişinin, işlediği günahı bir daha işlememeye azmedip kesin karar vermesi.
c. Keffaret
Keffaret, işlenen bir günahı telafi etmek için belirlenen mali veya bedeni bir cezadır. Öldürmedeki keffaret bir
köleyi azâd etmektir. Günümüzde köle olmadığına göre keffaret, bir kölenin değerini fakirlere sadaka olarak
vermektir. Köleyi bulamayan veya güç yetiremeyen için keffaret, ara vermeden 60 gün oruç tutmaktır. Şafii’lere
göre, hataen öldürmede olduğu gibi diğer öldürme çeşitlerinde de keffaret gerekir. Hanefi’lere göre amden
öldürmede keffaret yoktur. Kollektif cinayetlerde, yani birkaç kişinin ortaklaşarak birini öldürmeleri halinde her
birisine ayrı ayrı keffaret gerekir.
Kendi canına kıyan, yani intihar eden kişiye keffaretin gerekip gerekmediği konusunda ihtilaf vardır. Şafii’lerin
hâkim görüşüne göre, intihar edenin malından keffaretin ödenmesi gerekir. İmam Ahmed’in bir görüşü de bu
doğrultudadır. Hanbelî ve Maliki’lere göre intihar edene keffaret gerekmemektedir.
2. Kasten Öldürmenin Tali (İkinci Derecedeki) Cezası
Kasten öldürmenin iki tali cezası vardır: Birisi mirastan, diğeri ise vasiyetten mahrum kalmaktır.
a. Mirastan Mahrum Kalmak
b. Vasiyetten Mahrum Kalmak
3. Kasten Öldürmenin Bedelî Cezası
a. Diyet
İSLAM HUKUKU-1
27
b. Ta'zir
c. Oruç
Oruç, keffaretin bedeli cezasıdır. Bildiğimiz gibi öldürmedeki keffaret, bir kölenin değerini fakirlere vermek, bu
mümkün olmadığı takdirde 60 gün peş peşe oruç tutmaktır. Suçlu, buna da güç yetiremiyorsa, bu iki şıktan birini
yerine getirebilecek duruma gelinceye kadar bekler.
C. KASTEN OLMAYAN ÖLDÜRME ÇEŞİTLERİ VE CEZALARI
1. Kastın Aşılması (Şibh-i Amd) Şeklinde Öldürmek
a. Kastın Aşılması Şeklindeki Öldürmenin Mahiyeti
Kastın aşılması, yani amdin benzeri şeklindeki öldürmek, taksirle öldürmekle kasten öldürmek arasında bir
öldürme şeklidir.
Ebu Hanife’ye göre kastın aşılması, bir insanı öldürmek kastı olmaksızın, silah, ateş, kesici veya delici olmayan
bir şeyle kasıtlı ve bilinçli olarak dövüp ölümüne sebep olmaktır. İmam Şafii, Ahmed, Ebu Yusuf ve
Muhammed’e göre şibh-i amd, bir insanı, genelde öldürücü olmayan bir şeyle öldürmektir.
Kastın aşılması şeklindeki öldürmeyi, şu üç grupta özetlemek mümkündür:
a) Genelde öldürücülük vasfı olmayan küçük bir değnek ve benzeri bir şeyle kasıtlı olarak birkaç defa dövüp
öldürmektir.
b) Öldürücü vasfa sahip olmayan küçük bir değnekle birini dövüp ölünceye kadar dövmeyi kesmemektir.
Şafii'ye göre bu, kasten öldürmektir.
c)Büyük bir taş veya büyük değnek gibi genelde öldürücü olan, ancak kesici olmayan bir şeyle kasten dövüp
ölüme yol açmaktır.
Ebu Hanife'ye göre bu, kastın aşılması; Şafii, Ebu Yusuf ve Muhammed'e göre ise, amden öldürmektir.
b. Kastın Aşılması Şeklindeki Öldürmenin Cezası
Kastın aşılması şeklindeki cinayetin, biri uhrevi, diğerleri dünyevi olmak üzere üç türlü asli cezası vardır.
1) Günah Kazanmak
2) Diyet
3) Keffaret
bb. Talî Ceza (İkinci Derecedeki Ceza)
Kastın aşılması şeklindeki öldürmede de tâli yani ikinci derecedeki ceza, miras ve vasiyetten mahrum kalmaktır
bc. Bedelî Ceza
Kastın aşılması şeklindeki öldürmede bedeli cezalar, iki tanedir: Birincisi, asli ceza olan diyetin yerine uygulanan
ta'zîr cezasıdır. İkincisi ise, keffaretin yerine uygulanan oruçtur.
İSLAM HUKUKU-1
28
2. Taksirle Öldürmek
a. Taksîrle Öldürmenin Mahiyeti
Taksîrle öldürmek iki şekilde düşünülebilir:
aa. Kasıtta Taksîr: Bir kişinin, gördüğü bir insanı av zannederek ateş edip öldürmesi; ya da Müslüman birini,
harbî (gayr-i müslim) düşman zannedip kendisine ateş ederek öldürmesi gibi.
ab. Fiilde Taksîr: Kişinin bir hedefe ateş ederken yanlışlıkla bir insana isabet edip öldürmesi gibi.
b. Taksîrle Öldürmenin Cezası
Taksirle öldürmenin de aslî, talî ve bedeli cezaları vardır. Taksirle öldürmede cinayete kasıt olmadığı için, katile
günah yoktur. Taksîrle öldürmenin asli cezası diyet ve keffaret, tali cezası miras ve vasiyetten mahrum kalmak,
bedeli cezası ise, 60 gün oruç tutmaktır. Oruç, katilin, köle azad edebilecek kadar maddi imkânı olmadığı zaman
devreye girmektedir.
3. Taksir Hükmündeki Öldürmek
a. Taksîr Hükmündeki Öldürmenin Mahiyeti
Hata hükmündeki öldürmek, insanın tamamen iradeden yoksun bir halde iken meydana getirdiği öldürme
fiilidir. Uyumuş olan veya damdan düşen bir kişinin, başkasının üzerine düşüp öldürmesi gibi.
b. Taksîr Hükmündeki Öldürmenin Cezası
Taksir hükmündeki öldürmek de, ceza bakımından tıpkı taksirle öldürmek gibidir. Çünkü ne kadar da olsa
mağdur katilin fiili sonucunda ölmüştür. Yani bunun asli cezası diyet ve keffaret, tali cezası miras ve vasiyetten
mahrum kalmaktır.
4. Tesebbüben Öldürmek
Sebep, bir durumun meydana gelişini doğrudan değil dolaylı olarak etkileyen şeydir. Buna göre tesebbüben
öldürmek, doğrudan değil dolaylı olarak öldürmek demektir. Başkasının mülkünde, izin almadan, kuyu kazarak
birinin içine düşüp ölmesine sebep olmak gibi.
3 HAFTA
I. Müessir Fiillerde Kısas
Müessir fiilden gaye, insanın, hayatı sona erdirmeyecek derecede başkasının bedenine verdiği zarardır. Bu
zarardan maksat; vücudun bir organını kesmek, işlemez hale getirmek, yaralamak ya da birini yumruklamak,
tokatlamak gibi suç teşkil eden fiillerdir. Kur’an-ı Kerim’de, kısasın uygulanacağı, açıkça belirtilmektedir: “...
Göze karşı gözde, buruna karşı burunda, kulağa karşı kulakta, dişe karşı dişte ve yaralarda kısas vardır.”
A. MÜESSİR FİİLLERDE KISAS İÇİN GEREKLİ ŞARTLAR
İSLAM HUKUKU-1
29
Bu genel şartlar:
1)Suç failinin mükellef olması. 2)Failin zorlanmamış olması. 3)Failin asıl olmaması. 4)Cinayetin kasıtlı (amden)
olması. 5)Velinin malum olması (Hanefi’lere göre). 6)Mağ-durun ma’sûm olması 7)Cinayetin doğrudan olması
(mubaşa-rat) 8)Cinayetin gayr-i meşru’ olması, yani cinayette haklılık durumunun bulunmaması. 9)Maktül ile
katil arasında eşitliğin olması.
Müessir fiillerdeki kısas için, yukarıdaki şartlara ilaveten bazı özel şartlar da bulunmaktadır:
1. Organların Eşit Olması
aa. Mahiyet bakımından aynı olmak: Buna göre ele karşı ele, ayağa karşı ayağa vs. kısas uygulanır; kesilen ele
karşı ayak kesilmez.
ab. Sıralama bakımından aynı olmak: Buna göre kısas karşılıklı organlarda uygulanır.
b. Vasıf Bakımından Eşit Olmak: Buna göre, felçli ele karşı sağlam el, parmakları eksik ele karşı
parmakları tam olan el, kesilmez.
c. Fonksiyon Bakımından Eşit Olmak: Yani tek gözü olanın sağ gözü ile, iki gözü olanın sağ gözünün
fonksiyonu eşit değildir. Bu durumda kısasın uygulanıp uygulanmaması konusunda dört görüş bulunmaktadır:
ca. Hz. Ömer ve Hz. Osman’dan yapılan bir rivayete göre kısas uygulanmaz, buna karşı tam diyet yani iki gözün
diyeti ödenir.
cb. İmam Malik’e göre, saldırıya uğrayan kişi, tam diyeti (iki gözün diyetini) almak veya kısas yapmak
konusunda serbesttir.
cc. Hasan-ı Basri ve İbrahim Nehai’ye göre saldırıya uğrayan, kısas yapmakla yarım diyet (tek gözün diyeti)
almak arasında serbesttir.
cd. Ebu Hanife, Şafii ve Tabiin’in çoğunluğuna göre, tek gözlü saldırgana da iki gözlünün muamelesi yapılır.
2. Kısasın Uygulanabilir Olması
Müessir fiillerde kısasın aynen uygulanma imkânının da bulunması gerekir. Bu da ancak kısasın eklem yerlerinde
gerçekleşmesiyle mümkündür. Buna göre birisi başkasının kolunu avuç ile dirsek arasından kesmişse onun kolu
aynı yerden kesilmez.
B. MÜESSİR FİİLLERİN ÇEŞİTLERİ VE BUNLARDAKİ KISAS
1.Organın tamamen yok edilmesi.
2. Organın fonksiyonunun yok edilmesi.
3.Baştaki yaralar.
4.Bedenin diğer yerlerindeki yaralar.
5.Tokat, yumruk vs. gibi yarasız vuruşlar.
1. Organın Yok Edilmesi
İSLAM HUKUKU-1
30
Aslında fıkıh literatüründe “organ” kavramı, iki el ve iki ayak için kullanılır.
a. Gözler
Maide suresinin 45. ayetinde, kısasın uygulanacağı organlar arasında göz de sayılmıştır.
Tek gözü olan birisi, iki gözü olanın, kendisininkine denk olan gözünü çıkardığı takdirde:
a. İmam Ahmed’e göre, eşitlik olmadığı için kısas uygulanmaz, mağdura tam diyet ödenir.
b. İmam Malik’e göre, mağdur kişi, isterse kısas uygular ki, bu durumda saldırgan görmez hale gelir; isterse
kısastan vazgeçip tam diyet alır.
c. Ebu Hanife ve Şafii’ye göre, mağdur kısası uygulayabilir ve kendisine diyet düşmez.
b. Kulaklar
Kulakların sınırları da belli olduğu için bunlarda da kısas uygulanır. Ancak yırtık, yarık kulağa karşı sağlam kulağa
kısas uygulanmaz. Çünkü bunlar eşitliği etkilemektedir.
c. Burun
Belli bir sınırı olduğu için burnun tümü veya kıkırdak kısmı kesildiğinde kısas uygulanır.
d. Dişler
Dişin kırılması durumunda, câninin dişi de aynı oranda törpülenerek kısas gerçekleştirilir.
e. Eller ve Ayaklar
a. İşlenen cinayet, organın eklem yerlerinden kesilmesi şeklinde ise, caniye de kısasın uygulanması konusunda
ittifak vardır.
b. Parmakları eksik olan bir el veya ayağa karşı, parmakları tam olan bir ele veya ayağa kısas uygulanmaz.
c. Parmakları tam olan bir el veya ayağa karşı, parmakları eksik olan bir el veya ayağa kısas uygulanır.
f. Dil
İmam Şafii, Malik ve Ahmed’e göre, Konuşamayanın (dilsizin) diline karşı sağlam dile kısas uygulanmaz; İmam
Malik’e göre, konuşamayan bir dilin başka fonksiyonu olmadığı takdirde, ona kısas uygulanmaz; İmam Ebu
Hanife’ye göre ise, dilin ne tamamında ne de bir kısmında kısas uygulanır.
g. Dudaklar
h. Tenasül Aleti
İmam Şafii, Malik ve Ahmed’e göre, belli bir sınırı olması yanında, eşitliğe de riayet edilebildiği için tenasül
aletinde kısas uygulanır.
i. Yumurtalar
İSLAM HUKUKU-1
31
İmam Şafii, Malik ve Ahmed’e göre, yumurtalarda kısas uygulanır. Hanefi’lere göre, yumurtalarda kısas
uygulanmaz.
2. Organın Fonksiyonunun Yok Edilmesi
Birisi bir yaralama veya vurma sebebiyle başkasının gözünün görme fonksiyonunu yok ettiği takdirde, caniye
kısas uygulanır mı uygulanmaz mı?
1. Maliki’lere göre kısas uygulanmaz, tam diyet gerekir.
2.Bazı Şafii’lere göre, caninin yaptığı fiilin aynısı kendisine uygulanır.
3.Hanbelîler, göre, nerede olursa olsun, mümkünse kısas uygulanır, değilse diyet ödettirilir.
4.Hanefi’lere göre, başka birinin görme özelliğini kaybettirecek bir cinayet işleyene aynı fiille kısas uygulanır.
Gözü kör olmadığı takdirde, gözünün kör olmasını sağlayacak başka yöntemlere başvurulur.
3. Yaralar
Kur’an-ı Kerim’in “Yaralarda da kısas vardır.”ayetiyle, yaralarda da kısasın uygulanacağı açıkça ifade
edilmektedir.
a. Baştaki Yaralar
Bedenin kafa kısmındaki yaraya “şecce: yarık, çarpık” denir.
1)Harisa: Cildi tahriş eden ancak kanatmayan yara.
2)Damia: Akmayacak derecede kanın çıkmasına yol açan yara.
3)Dâmiye: Kanın çıkmasına yol açan yara.
4)Bâdia: Eti kesip yaran yara.
5)Mütelâhime: Bediadan daha derin olan yara.
6)Semhâk: Eti yarıp, etle kemik arasındaki zara ulaşan yara.
7)Mûdiha: Baştaki kemiğin görünmesine yol açacak şekildeki derin yara.
8)Hâşime: Kemiğin kırılmasına yol açan yara.
9)Munakkile: Kemiğin kırılıp yerinden ayrılmasına yol açan yara.
10) Amme: Kemiği kırıp beyin zarına ulaşan yaradır. Buna me’mûme de denir.
11)Damiğa: Beyin zarını delip beyine ulaşan derin yara.
b. Bedenin Diğer Kısımlarındaki Yaralar Bedenin kafa dışındaki kısımlarında meydana gelen yaraya “cerh” denir.
ba. Karına Ulaşan Yara (Caife)
Karına ulaşan yaraya “caife” denir.
İSLAM HUKUKU-1
32
bb. Karına Ulaşmayan Yara (Gayr-i Caife)
Bu tür yaralara hukuk literatüründe, “gayr-i caife = k arına ulaşmayan” denir. İbn Kudame, üç şartın bulunması
gerektiğini belirtmiştir.
1)Yaralayıcı fiilin sırf amden olması. Hataen yaralamalarda kısas değil diyet vardır.
2)Yaralayan ile yaralanan arasında eşitliğin bulunması.
3)Kısasın eşit bir şekilde yapılabilmesi.
Yaralamalarla ilgili özet olarak şu hususları belirtebiliriz:
1)Fakihler, “mûdiha” da kısasın uygulanabileceği konusunda ittifak etmişlerdir.
2)Hanefi’lere göre, sadece mûdihada kısas uygulanır.
3)Hanbelîlere göre, başta olsun veya olmasın kemiğe ulaşan her yarada, kısas uygulanır.
4)Maliki’lere göre, baş kısmında mûdiha ve ondan önceki yaralarda, kısas uygulanır.
5) Şafii’lerin hâkim görüşüne göre, baş kısmında, sadece mûdihada, hafif yaralarda kısas uygulanır.
6)Zahiriler, ister başta, ister bedenin diğer yerlerinde olsun bütün yaralarda kısas uygulanır.
7)Müdihadan ağır olan yaralarda kısasın uygulanmayacağı konusunda ittifak vardır.
4. Yarasız Vuruşlar
Konu ile ilgili dört görüş vardır:
a)Her çeşit vuruşlarda kısas vardır.
b) İmam Leys'e göre gözde kısas yoktur. Ancak vuran kişiye uygun bir ceza verilir.
c)Eşitliğe riayet etmek mümkün değildir diye, el, sopa vb. şeylerle yapılan vuruşlarda kısas yoktur. Hanefi’ler ve
Şafiî’ler bu görüştedir.
d)Malikî’lere göre, elle yapılan tokat ve benzeri vuruşlarda kısas yoktur.
C. MÜESSİR FİİLLERDE SİRAYET (ZARARIN YAYILMASI)
Sirayet, meydana gelen yaranın başka bir duruma neden olmasıdır. Örneğin yaranın ölüme yol açması veya bir
organın kesilmesine ya da fonksiyonunun kaybolmasına meydan vermesi gibi.
Fiilin meşru olması halinde, fail, sirayetten sorumlu tutulmamakta; fiilin meşru olmaması halinde ise, fail
sirayetten sorumlu tutulmaktadır.
1.Bir organının kısasen kesilmesine hükmedilen câninin organı, yetkili tarafından kesilirken, meydana gelen yara
kangren olup câninin ölmesine neden olduğu takdirde, Ebu Hanife’nin dışındaki imamlara göre, kısası
uygulayana herhangi bir ceza gerekmez. İmam Ebu Hanife’ye göre ise, kısası uygulayanın diyet vermesi gerekir.
2.Bir kişinin, hırsızlık suçundan dolayı elinin yetkililer tarafından kesilmesi, o kişinin ölümüne yol açtığı takdirde,
kimseye sorumluluk yüklenmez.
İSLAM HUKUKU-1
33
3.Baba, vasiy veya öğretmenin te’dîb amacıyla çocuğu dövmeleri, çocuğun ölmesine neden olduğu takdirde,
Ebu Hanife’ye göre ölüme neden olan kişi sorumludur ve kendisine diyet düşer.
4.Bir Müslüman tarafından eli kesilen harbî bir kâfirin, elinin kesilmesinden sonra Müslüman olması ve ondan
sonra da ölmesi halinde, eli kesen kişi sorumlu olmaz.
5.Bir kişinin, herhangi bir organını amden kesmek veya vücudunun herhangi bir yerini amden yaralamak
sonucunda, o kişinin ölmesi halinde, suç failine kısas gerekir.
6.Bir organda gerçekleşen bir fiilin zararı başka bir organa sirayet ettiği takdirde, İmam Şafii ve Malik’e göre
kısas sadece fiile uygulanır. Ebu Hanife’ye göre, kendisine sirayet edilen organa kısas uygulanır.
7. Bir organda gerçekleşen bir fiil, başka bir organın fonksiyon kaybına neden olduğu takdirde durum şöyledir:
a.Fiilde kısasın uygulanması mümkün olduğu takdirde İmam Şafii, Malik ve Ahmed’e göre kısas uygulanır.
b.Fiil, kısasın uygulanacağı türden değilse, Şafii, Maliki ve Hanbelilere göre fiile kısas uygulanmaz. Hanefi’lere
göre ise, zaten bu tür fiillere karşı kısas uygulanmaz.
D. MÜESSİR FİİLLERDE SONUCUN BEKLENMESİ
Hanefi, Maliki ve Hanbelilere göre, yaranın nihaî sonuca ulaşmasından sonra, kısasın infaz edilmesi gerekir.
İmam Şafii’ye göre kısas, cinayeti müteakip infaz edilebilir. Çünkü suç fiilen işlenmişve bununla birlikte kısas da
vacip olmuştur.
E. SUÇLARIN/CEZALARIN İCTİMAI VE BİRLEŞMESİ
Konu ile ilgili şu hususları belirtebiliriz:
1.Allah hakkı olan cezalarda birleşmenin cereyan ettiği konusunda ittifak vardır. Dolayısıyla içki, zina, hırsızlık
gibi bir suçu bir kaç defe işleyip kendisine ceza uygulanmayan kişiye sadece bir defa cezanın uygulanması
yeterlidir.
2.Bir kişinin, had cezalarını gerektirecek değişik suçları işlemesi, örneğin hem hırsızlık yapıp hem içki içmesi
halinde, birleşme söz konusu olmaz ve kendisine her suç için ayrı ceza uygulanır.
3.Kul hakkının ağırlıklı olduğu kısas cezalarında esas olan, cezaların birleşmesi değil, herkesin hakkını tam alması
açısından her suça ayrı bir cezanın verilmesidir.
a.Bir kişi, iki kişinin farklı organlarını kestiği takdirde, birleşme olmaz. Örneğin A, B nin sağ, C nin de sol elini
keserse, A nın hem sağ hem de sol eli kesilir.
b.Bir kişi, iki kişinin aynı organını örneğin sağ ellerini kestiği takdirde:
Şafii ve Hanbelilere göre, iki el birden kesilmemi şise, birincisine karşı failin eli kesilir, diğerine elin erşi ödenir.
Malikilere göre, iki el birden kesilmiş olsun veya olmasın iki ele karşı faile sadece kısas uygulanır. Hanefilere
göre iki el ister birden ister aralıklı kesilmiş olsun, faile kısas uygulanıp ayrıca malından bir elin bedeli alınır.
c.Birisi, başkasının parmağını eklemden kesip parmak iyileştikten sonra ikinci eklemi de keser ve bundan dolayı
mağdur ölürse yine birleşme olmaz.
d.Birisi, kasten, başkasının önce elini kesip sonra onu öldürdüğü takdirde, İmam Malik’e göre, cani sırf işkence
yapmak gayesiyle önce elini kesmişse birleşme (tedahül) olmaz, önce eli kesilir sonra öldürülür.
İSLAM HUKUKU-1
34
Hanbelilere göre, kesilen elin yarası iyileştikten sonra öldürme gerçekleşmişse tedahül olmaz. İmam Şafii ve Ebu
Hanife’ye göre, ne şekilde olursa olsun bu tür durumlarda tedahül söz konusu değildir.
F. MÜESSİR FİİLERDE SONUCUN BEKLENMESİ
Hanefi, Maliki ve Hanbelilere göre, yaranın nihai sonuca ulaşmasından sonra, kısasın infaz edilmesi gerekir.
İmam Şafii'ye göre kısas, cinayeti müteakip infaz edilebilir. Çünkü suç fiilen işlenmişve bununla birlikte kısas da
vacip olmuştur.
II. KISASIN UYGULANMASI
A. KISAS CEZASININ VÜCÛP KEYFİYETİ
1.Bu konuda Şafii’den iki görüş rivayet edilmiştir. Bir görüşüne göre veli için vacip olan, öncelikle kısastır; katilin
izni olmaksızın kısastan vazgeçip diyet alabilir. veli kısasla istediğini seçebilir.
Öldürmekten doğan tazminat, maktulün hakkıdır. Dolayısıyla cinayetten doğan hak ona aittir.
2.Hanefi ve Hanbelilere göre, amden öldürmenin cezası, kısastır. Buna göre velinin hakkı, kısası uygulamaktır.
Dolayısıyla, veli kısası uygulamak zorundadır; kısastan vazgeçip diyeti alma hakkı yoktur.
B. KISAS HAKKINA SAHĐP OLANLAR
1. Öldürme Cinayetinde Kısas Hakkı
Şayet işlenen suç öldürmek ise, öldüren kişi kısası gerçekleştiremeyeceğine göre, bu hak velisine/velilerine ait
olur.
a.Fakihlerin çoğunluğuna göre, kısası talep etme veya katili affetme hakkına sahip olan veliler, öldürülme
sırasında mirasçı durumunda olan kişilerdir. İmam Ebu Hanife, Şafiî ve Ahmed b. Hanbel bu görüştedir.
b. İmam Malik’e göre kısas talebinde bulunma ve suçluyu affetme hakkı, sadece mirasçı olan erkek asabeye
aittir.
İmam Malik’e göre kadınlar üç şartla, kısasta velayet hakkına sahip olabilirler:
ba. Kadının mirasçı olması. Maktulün kızı, kız kardeşi gibi.
bb. Kadınla aynı seviyede olan bir asabenin bulunmaması.
bc. Kadınla birlikte aynı derecede bir erkek bulunduğu takdirde, kadının asabe olabilmesi.
c.Zahirilere göre, mirasçı olsun veya olmasın bütün akrabalar kısas hakkına sahiptir.
2. Müessir Fiillerde Kısas Hakkı
Ölümle sonuçlanmayan suçlarda, kısası talep etme hakkı, mağdûrun kendisine aittir.
C. VELİLERİN SAYISAL DURUMLARINA GÖRE KISAS HAKLARI
1. Velinin Bir Kişi Olması
İSLAM HUKUKU-1
35
Veli bir kişi olup, o da kısası uygulama ehliyetine sahipse yani akıllı ve baliğ ise, kısas hakkı ona aittir.
a.Bazı Hanefilere göre, velinin bülûğa ermesi veya iyileşmesi beklenir.
b.Malikilere göre, çocuğun büyümesi ve akıl hastasının iyileşmesi beklenmez kendileri için en yararlı olanını
yapmak durumundadır.
c. Şafii ve Hanbelilere göre, çocuğun büyümesi ve akıl hastasının iyileşmesi beklenir.
2. Velinin Bir Kişiden Fazla Olması
a. Velilerin Hepsinin Büyük ve Mevcut Olması
Bütün velilerin büyük ve kısası uygulayacak ehliyete sahip olmaları halinde, her biri kısası uygulama hakkına
sahiptir. Ancak hepsinin kısası uygulama konusunda anlaşmaları gerekir. Anlaşamadıkları takdirde aralarında
kura çekilir.
b. Velilerin Karışık Olması
ba. İmam Malik ve Ebu Hanife’ye göre, çocuğun büyümesi ve akıl hastasının iyileşmesi beklenmez ve ehliyete
sahip büyük mirasçılar, kısası uygularlar.
bb. İmam Şafii, Ahmed, Ebu Yusuf ve Muhammed’e göre, mirasçılar birden fazla oldukları takdirde, hiçbirinin
tek başına kısası uygulama hakkı yoktur. Çünkü kısas ortak bir haktır.
3. Velinin Olmaması
Öldürülen kişinin hiçbir velisinin olmaması durumunda, kısas yöneticiler tarafından uygulanır. Devlet başkanı
dahil yöneticilerin, caniyi affetme yetkileri yoktur.
III. KISASTA FAİLDEN BAŞKASINA ZARAR VERMEME İLKESİ
kısasın uygulanması gereken kişi hamile kadın ise, çocuk dünyaya gelip süt emmeye ihtiyacı olan dönem
bitinceye, ya da çocuğun bakımını üstlenecek biri temin edilinceye kadar, kadına kısas uygulanmaz. Hatta kadın,
meşru yoldan değil zinadan bile hamile ise durum değişmemektedir.
IV. İNFAZI BEKLEME SÜRESİNDE SUÇ FAİLİNİN DURUMU
Her ne sebeple olursa olsun câninin bekletilmesi söz konusu olduğunda, infaz yapılıncaya kadar suç failinin
hapsedilmesi gerekir.
V. KISAS YÖNTEMİ
İslam hukukunda, kısasın infaz yöntemi konusunda iki görüş vardır:
A. KISASIN KILIÇLA YAPILMASI
Hanbelilerin hakim görüşü ile Hanefi’lere göre, câni suçu her ne şekilde işlerse işlesin, kısasın infazı sadece
kılıçla yapılır. Burada kılıçtan gaye silahtır. Buna göre katil, kişiyi hangi şekilde öldürmüş olsun, kısas sadece
silahla infaz edilir.
İSLAM HUKUKU-1
36
B. KISASIN, SUÇ FİİLİNİN CİNSİ İLE YAPILMASI
İmam Malik ve Şafii’ye göre katil suçu ne şekilde işlemişse, kısas da aynı şekilde uygulanır. Çünkü kısas eşitlik
esasına dayanır. Katile, öldürdüğü yöntemin aynısı uygulandığı halde kendisi ölmezse, bazı fakihlere göre
ölünceye kadar fiil tekrarlanır, bazılarına göre ise kılıçla öldürülür. Öldürmenin dışındaki cinayetlerde kısas kılıçla
uygulanmaz.
C. KISASIN YENİ YÖNTEMLERLE YAPILMASI
kısasın, kılıçtan daha pratik bir yöntemle gerçekleştirilmesinde, İslam hukuku açısından bir sakınca yoktur.
VI. KISASI İNFAZ ETME YETKİSİ
Kısası infaz etmek, normalde velinin hakkıdır. Veli istediği takdirde bizzat kendisi infazı gerçekleştirir. Ancak
infazı kendi başına değil, devlet yetkililerinin gözetiminde ve onların izni ile yapması gerekir, aksi takdirde, kısası
uygulayana ta’zir cezası verilir.
kısası uygulamaya yetkili olan bütün velilerin, infaz anında, hazır bulunmaları gerekir. velilerden bir tanesinin
bile kısastan vazgeçmesi durumunda infazın yapılması söz konusu değildir.
VII. KISASIN UYGULANAMAMASI
A. KISASI ENGELLEYEN BİR DURUMUN OLMASI
1. Kısası Engelleyen Genel Durumlar
a. Suç failinin Akıl Hastası Veya Küçük Olması
b. Cinayetin Hür İrade İle İşlenmemiş Olması
c. Mağdurun Masûm Olmaması
d. Velinin Belli Olmaması
e. Cinayetin, Kastın Aşılması Şeklinde İşlenmiş Olması
f. Failin Asıl Olması :
Öldürme cinayetinde, fürûa karşı asıllara (anne, baba ve daha yukarılarına) kısasın uygulanmayacağı konusunda
ittifak vardır. Ancak İmam Malik’e göre, baba, çocuğunu, te’dîb gayesi olmaksızın öldürdüğü takdirde, kendisine
kısas uygulanır.
g. Cinayetin Tesebbüben Olması
h. Denkliğin Olmaması
Denklik açısından, dikkate alınan dört durum bulunmaktadır: İslam, hürriyet, cinsiyet, adet.
ha. Din Açısından Denklik :
İSLAM HUKUKU-1
37
İmam Ebu Hanife’ye göre, Müslüman olsun veya olması nebediyyen masum olan insanlar, kısas açısından
eşittir. İmam Şafii, Malik ve Ahmed’e göre, kafir ile Müslüman denk değildir. Dolayısıyla kafire karşı müslümana
kısas uygulanmaz.
hb. Hürriyet Açısından Denklik :
İmam Malik, Şafii ve Ahmed’e göre hür kişinin, köleye yönelik cinayetinde kısas uygulanmaz.
hc. Cinsiyet Açısından Denklik:
1) fakihlere göre, kadının organları da erkeğin organları gibidir. Buna göre, bir kadının elini amden kesen veya
dişini kıran bir erkeğin de eli kesilir ve dişi kırılır.
2)Hanefiler, öldürmek şeklindeki kısasta, kadına karşı erkeğe kısasın uygulanacağını söylerken, organlarda
kısasın uygulanmayacağı görüşündedirler.
hd. Adet (sayı) Açısından Denklik (Suçta İştirak) :
1)Fakihlerin çoğunluğuna göre, organ konusunda kadın-erkek arasında kısas uygulandığı gibi, suça iştirakte de
uygulanır. Şafii, Maliki ve Hanbeliler bu görüştedir.
2)Hanefiler, iştirak şeklindeki öldürme cinayetinde, bir kişiye karşı çok kişiye kısasın uygulanacağını söyler.
öldürmenin dışındaki cinayetlerde, bir kişiye karşı çok kişiye kısasın uygulanmayacağı şeklinde bir görüş
benimsemişlerdir.
i. Cinayetin Daru’l-Harb’de Meydana Gelmesi:
Ebu Hanife’ye göre, gerek öldürmek gerekse diğer suçlarda kısasın yapılabilmesi için, cinayetin daru’l-harbde
işlenmemiş olması gerekir. Diğer mezheplerde ise, böyle bir şart bulunmamaktadır; nerede olursa olsun, kısası
gerektirecek bir cinayetin işlenmesi halinde kısas uygulanır ki doğru olanı da budur.
k. Kısası Uygulama İmkanının Bulunamaması
Kısasın ana ilkesi eşitliktir. Eşitliğin olmadığı bir durumda kısas uygulanmaz. Mesela, birinin sağ elini kesen bir
kişinin herhangi bir sebeple sağ eli yok olmuş ise, kısas düşer.
Öldürme konusundaki kısasta durum farklıdır; câni, ister haklı, ister haksız bir sebeple Öldürülmüş olsun
kendisine mali bedel gerekmez.
2. Kısası Engelleyen Özel Durumlar
Özel durumlardan gaye, organlar arasında, a) Mahiyet itibariyle, b) Sıra itibariyle, c) Vasıf itibariyle, d) Fonksiyon
itibariyle eşitliğin olmaması ve e) Cinayetin, kısas uygulanamayacak yerde olması, örneğin kemik kısmında
olması halinde kısas uygulanmaz.
B. KISASI DÜŞÜRECEK BİR DURUMUN OLMASI
1. Kısas Mahallinin Olmaması
Öldürmek şeklindeki kısasta, kısasın uygulanacağı yer, câninin bizzat kendisidir. Kısasın uygulanacağı organın
yok olması durumunda, yine kısas düşmektedir.
a. Katilin Ölmesi
İSLAM HUKUKU-1
38
Katilin ölmesi durumunda, haliyle kısasın uygulanması mümkün değildir.
aa. Malikilere göre, diyet durumu, katilin ölüm şekline göre değişir.
ab. Hanefi’lere göre Her ne suretle olursa olsun, katilin ölmesi veya öldürülmesi durumunda kısas tamamen
düşer ve diyet de gerekmez.
ac. Şafii ve Hanbelîlere göre Her ne şekilde olursa olsun katilin ölmesi veya öldürülmesi durumunda veliler diyet
talebinde bulunabilirler. Yani kısasın düşmesi ile diyet kendiliğinden devreye girer.
b. Organın Yok Olması
ba. Hanefilere göre
Câninin kısasa konu olan organı, meşru’ bir sebepten, olayı yok olmuşsa, kısas düşer, ancak mağdura mali
bedelin ödenmesi gerekir.
bb. İmam Şafii ve Ahmed’e göre
Canideki kısas mahalli, ne sebeple yok olursa olsun, mağdura bedelin ödenmesi gerekir.
bc. İmam Malik’e göre
Ne sebeple olursa olsun kısas mahalli yok olduğu takdirde, kısas düştüğü gibi mali bedel de düşer.
2. Failin Affedilmesi
Suç failinin, kısas velilerinin tümü veya bir kısmı tarafından affedilmesi durumunda da kısasın uygulanması söz
konusu olmaz.
a. Affın Mahiyeti
İmam Şafii ve İmam Ahmed’in bir görüşüne göre kısası affetmek, karşılıksız veya diyet karşılığı kısastan
vazgeçmek demektir. Maliki ve Hanefi’lere göre ise, kısası affetmek, kısastan, karşılıksız olarak vazgeçmektir.
b. Affın Meşruiyeti
Gerek öldürmek gerekse daha küçük suçlarda olsun, câniyi affetmek, anlaşmadan; anlaşma da kısastan daha
iyidir.
c. Affın Şartları
ca. Affeden Kişinin Baliğ ve Akıllı Olması
cb. Affın, Bizzat Kısas Hakkına Sahip Olanlar Tarafından Yapılması
Af, haktan vazgeçmek ve hakkı düşürmektir ki bu, ancak hak sahibi tarafından yapılabilir.
d. Afla İlgili Genel Hükümler
da. Affın sonucu, caninin ma’sûm hale gelmesidir.
db. Veli, kısası hak etmiş olan caninin, önce bir organını, örneğin kolunu kesip sonra onu öldürdüğü takdirde
veliye bir ceza verilmez, ancak ta’zir edilir.
İSLAM HUKUKU-1
39
dc. Yaralanan kişi, henüz ölmeden önce, veli, yaralayanı affedip ondan sonra yaralı ölürse, af geçerli sayılır.
dd. Katil, velilerden birisi tarafından affedildikten sonra, başka bir veli tarafından öldürüldüğü takdirde, öldüren
velinin aftan haberi yoksa kendisine kısas uygulanmaz.
de. Yaralanınca öleceğini anlayan kişi, henüz ölmeden önce, katili affettiği takdirde; Hanefi, Şafii ve Hanbelîlere
göre katile kısas uygulanmaz ve maktulün velilerine diyet de ödenmez.
dg. Katil, maktulün velileri tarafından affedildikten sonra da Hanefi ve Maliki’lere göre, yöneticinin ona ta’zîr
cezasını vermesi gerekir. Şafii ve Hanbelilerle İmam İshak ve Ebu Sevr’e göre, yöneticinin böyle bir ceza vermesi
gerekmez.
3. Anlaşma (Sulh) nın Olması
a. Anlaşmanın Meşruiyeti
İslam dini anlaşmaya da büyük önem vermiş ve ne şekilde olursa olsun, genelde anlaşmanın sonuçlarını geçerli
saymıştır.
b. Anlaşma İle İlgili Genel Hükümler
ba. Affetme yetkisine sahip olanlar, anlaşma yetkisine de sahiptirler.
bb. Velilerden birisi, anlaşma yaptığı takdirde kısas düşer ve geri kalanlar, hisselerine düşen diyeti alabilirler.
bc. Katil, anlaşma ile masum hale gelir.
bd. Anlaşma, ölümden önce veya sonra, veli tarafından yapılabileceği gibi, mağdur tarafından da yapılabilir.
be. Katil, birden fazla kişi olup veli, katillerden bir kısmı ile anlaştığı takdirde, diğer katil veya katillere kısas
uygulayabilir.
4. Kısas Hakkının Miras Kalması
a. Kısas Hakkının, Faile Kısası Uygulayamayacak Birine Ait Olması
Kız veya erkek çocukları olan ebeveynden birinin diğerini öldürmesi halinde kısas düşer. Zira çocuğunu bile
öldüren kişiye kısas uygulanmaz.
b. Kısas Hakkının, Kısasın Failin Kendisine Ait Olması
Kısas hakkının, kısmen veya tamamen caninin kendisine ait olması durumunda da kısas düşer. Örneğin sadece
iki oğlu olan bir babayı, oğullarından biri öldürüp kısas uygulanmadan katilin kardeşi öldüğü takdirde kısas
düşer.
Aşağıdaki maddeler kısasın kuralları niteliğindedir:
1.Sanık, akıl-baliğ olup eylem anında şuuru yerinde olmalı. Keza, fiilin taammüden işlenmiş olması gerekir.
2.Mağdur olan şahsın Müslüman ve erkek olması veya zimmi ya da müste’min olması gerekir.
3.Mağdurun ölmesi durumunda sadece ölünün babası veya dedesi kısas talebinde bulunabilir.
İSLAM HUKUKU-1
40
4.Eşitlik prensibi uyarınca bir müslim veya bir zimmi, “ma’sum” olmayan birine mukabil öldürme veya
yaralanmaya tabi tutulamaz.
5.Birçok fakihe göre bu suçların cezası kılıçla tatbik edilir.
6.Kısas cezası minimum düzeyde acı verecek şekilde uygulanmalıdır.
7.Sorumluluk kişisel olduğu için, suçlunun ölümüyle diğer itham ve iddialar ortadan kalkar.
8.Affetme, kısası ortadan kaldırır. Ancak bu, diyeti kaldırmaz.
9.Suçlunun baliğ olmaması veya akıl hastası olması durumunda kısas uygulanmaz, sadece diyet söz konusu olur.
10. Mağdur olan müslüman bayana ya da onun ailesine sadece erkeğe ödenen diyetin yarısı ödenir.
11.Yargılanma esnasında hatta yargılanmadan önce de taraflar arasında sulh teşvik edilmiştir.
12.(Kasıtlı olmayan) diğer bütün öldürme veya yaralama türlerinde keza kısas şartlarının tam olmadığı bütün
diğer durumlarda diyetin ödenmesi.
13.Kısasa itirazda kasameye başvurulur. Buna göre toplumdan 50 tane akıl-baliğ ve adil (dindar) Müslüman
sanığın suçu işlemediğine dair yemin eder.
4 HAFTA
DİYET VE ERŞ (MANEVÎ KISAS)
I. MALİCEZALARIN ÇEŞİTLERİ
Mali cezalar, “diyet” ve “erş” olmak üzere iki çeşittir. Keffaret de bir yönü ile mali ise de diğer yönü ile mali değil
bedenidir.
A. DİYET
Diyet, öldürmeye veya bedenin bir organına zarar vermeye karşı, suçun faili ya da akilesi tarafından ödenmek
üzere belirlenen mal miktarıdır.
B. ERŞ
Terim olarak, bedenin bir organına zarar vermeye karşı ödenmesi gereken ve diyetten az olan mal miktarıdır.
1. Miktarı Belirlenmiş Erş
2. Miktarı Belirlenmemiş Erş
a.Erşin miktarı diyetinkinden azdır.
b.Diyetin miktarı bellidir, bu konuda hakimin takdir yetkisi yoktur. Erşin miktarı ise bazı durumlarda belli,
bazılarında ise belli değildir ve hakimin takdirine bırakılmıştır.
İSLAM HUKUKU-1
41
II. DİYETLE İLGİLİ HÜKÜMLER
A. DİYETİN MEŞRUİYETİ
Diyetin meşruiyeti, hem Kitap, Sünnet ve icma ile sabittir.
B. DİYETİN VACİP OLMASI İÇİN GEREKEN ŞARTLAR
1. Mağdurun Ma’sûm Olması
Diyetin gerekmesi için, cinayete uğrayan kişinin masum olması, yani dokunulmazlığının bulunması gerekir.
Dolayısıyla, harbi bir kâfiri veya bâğî (İslam devletine başkaldıran) bir müslümanı öldürmekten dolayı diyet
gerekmez. Ayrıca akıl ve baliğ olma şartı da yoktur.
2. Mağdurun, Diyeti Hak edecek Durumda Olması (Tekavvum)
Hanefi’lere göre bu durum, mağdurun İslam ülkesinde olması Şafii’lere göre ise mağdurun Müslüman
olması ile olur.
3. Fiilin Haklı Olmaması
Kısas konusunda bir kişi, meşru’ müdafaa sonucu, birini öldürmek veya bir organına zarar vermek zorunda
kaldığı takdirde, işlediği fiilden sorumlu tutulmaz.
4. Fiil İle Zarar Arasında Sebebiyet Bağının Bulunması
Fiil ile diyet konusu olan durum arasında doğrudan sebebiyet bağının bulunması gerekir.
5. Fiilin, Kalıcı Değişiklik Veya Sabit İz Bırakması
Faili tazmin ile sorumlu tutabilmek için fiilin el, ayak, göz, kulak gibi organların tamamen veya kısmen yok
olmasına sebebiyet vermesi veya baş ve yüzde sabit eser bırakması gerekir.
C. DİYETİN CİNSİ VE MİKTARI
1. Diyetin Cins Ve Miktarı İle İlgili Bazı Hadisler
Bir kişiyi öldürmede 100 deve diyet vardır. Burnun tamamen kesilmesi durumunda tam diyet vardır. Dilin
kesilmesinde tam diyet vardır. İki dudakta tam diyet vardır.
İbn Mes’ûd’un rivayet ettiğine göre Hz. Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: “Taksîrle (hataen) öldürmede diyet:
20 hikka (dördüncü yaşa girmiş erkek veya dişi deve)
20 cezea (Beşinci yaşına girmiş erkek deve).
20 bint mehâd (İkinci yaşa girmiş dişi deve).
20 bint lebûn (Üçüncü yaşa girmiş dişi deve)
20 ibn mehâd (ikinci yaşa girmiş erkek deve) dır.”
İSLAM HUKUKU-1
42
2. Hadislerin Değerlendirilmesi
a.Diyette esas olan devedir.
b. Hz. Peygamber (S) döneminde tedavüldeki nakitler altın ve gümüştür. 100 deve, 1000 dinar (4250 gr. Altın),
10.000 dirhem (29.750 kg. gümüş), 200 sığır 2000 koyun ve 200 elbise, yaklaşık olarak aynı değere sahipti.
3. Diyetle İlgili Fıkhî Görüşler
a. İmam Malik ve Ebu Hanife’ye göre diyetin, üç çeşit malın birinden ödenmesi gerekir. Bunlar deve, altın ve
gümüştür. İmam Şafii bu isti-kamettedir. Buna göre:
1)100 adet deve.
2)1000 dinar (4250 gram altın).
3)Ebu Hanife’ye göre 10.000 dirhem (29.750 kg. gümüş), İmam Malik’e göre 12.000 dirhem (35.7 kg. gümüş).
b. İmam Ebu Yusuf ve Muhammed’e göre 1) Deve. 2) Altın. 3) Gümüş. 4) Sığır. 5) Davar. 6) Elbise.
Bu görüşe göre:
1) 100 deve
2) 1000 dinar (4250 gram altın)
3) 10.000 dirhem (29.750 kg.) gümüş
4) 200 sığır.
5) 2000 koyun
6) 200 takım elbise (Hulle/bürd-i yemânî).
c. İmam Şafii’ye göre diyette temel mal devedir; karşılıklı anlaşma olmadıkça deveden başka mal verilemez.
D. MAHİYET İTİBARİYLE DİYETİN KISIMLARI
1. Hafif Diyet
20 adet bintu ma hâd: İkinci yaşa girmiş dişi deve.
20 adet ibnu mehâd: ikinci yaşa girmiş erkek deve.
20 adet bintu lebûn: Üçüncü yaşa girmiş dişi deve.
20 adet hikka/hukka: Dördüncü yaşa girmiş erkek veya dişi deve.
20 adet cezea: Beşinci yaşına girmiş erkek deve.
Maliki ve Şafii’ler, ibn mehâd yerine ibn lebunu kabul ediyorlar.
a.Develeri tamamı pahalı türden değil, bir bütün olarak diyetin değerini cânî lehine etkilemekte yani
düşürmektedir. b.Diyetin tamamı caniye yüklenmeyerek âkilesi arasında paylaşılmaktadır. c.Diyet, peşin değil
üç yıl gibi geniş bir zaman zarfında ödenebilmektedir.
İSLAM HUKUKU-1
43
2. Ağır Diyet
a.Diyetin tamamının ödenmesi, bizzat katile aittir
b.Diyet, üç senelik bir zaman zarfında değil, peşin olarak ödenir.
a.Maliki, Şafii ve Hanefi’lere göre diyet, dört çeşit deveden ödenir: 25 adet bint mehâd (2. yaşa girmiş dişi), 25
adet bint lebûn (3. yaşa girmiş dişi), 25 adet hikka ve 25 adet cezea.
III. SUÇLARIN MAHİYETLERİNE GÖRE MALİ CEZALAR (DİYET VE ERŞ)
A. ÖLDÜRME CİNAYETİNDE DİYET
Öldürmeyi dört kısma ayırmıştık: 1) Kasten öldürmek. 2) Şibh-i amd şeklinde öldürmek. 3) Hataen öldürmek. 4)
Hatanın benzeri şekilde öldürmek.
1. Kasten Öldürmede Diyet
Kasten öldürmenin asli yani birinci derecedeki cezası kısastır. Ancak kısasın şartlarının yerinde olmaması
durumunda kısasın yerine diyet devreye girer.
b. İmam Ahmed’in bir görüş ü ve İmam Şafii’ye göre, diyetteki yüz deve üç türden (teslîs) ödenir : 30 hikka, 30
cezea, 40 halifet.
c.Hanefilere göre Kasten öldürmede diyet yoktur. Hanefilerin bu görüşleri, öldürme cinayetinin cezasını, sadece
kısas olarak düşünmelerinden kaynaklanmaktadır.
d. Şafii, Maliki ve Hanbelilere göre, Kasten öldürmede diyet peşin ödenir. Kısas peşin olduğu gibi onun bedeli
olan diyet de peşindir.
2. Kastın Aşılması Şeklindeki Öldürmede Diyet ve “Âkile”nin Diyeti Ödeme
Sorumluluğu
a. kastın Aşılması Şeklindeki Öldürmede Diyet Cezası
İslam ceza hukukunda kısas, sadece Kasten öldürmede söz konusudur ve bu tür öldürmede kısas aslî
(temel/esas) ceza, diğer cezalar ise talî veya bedeli cezalardır. Kasten öldürmenin dışındaki öldürme çeşitlerinde
ise kısas uygulanmamaktadır.
aa. Kastın aşılması şeklinde öldürmenin aslî cezası diyettir.
ab. Kastın aşılması diyetinde ödenecek mallar, hem çeşit hem de miktar bakımından tıpkı Kasten öldürmedeki
gibidir: Şafii’ye göre sadece develerde; Maliki ve Ebu Hanife’ye göre deve, altın ve gümüşte; Ahmed b. Hanbel,
Ebu Yusuf ve Muhammed’e göre deve, altın, gümüş, sığır, davar ve elbisede geçerlidir.
ac. Kasten öldürmede diyet, sadece cânînin malından v e muaccel (peşin) olarak ödenirken, kastın aşılması
“âkile” tarafından ve üç sene zarfında ödenir.
Diyetin, öncelikle câniye mi yoksa âkileye mi ait olduğu hususunda ihtilaf vardır:
1)Hanefilere göre diyet, öncelikle katile aittir.
İSLAM HUKUKU-1
44
2) Şafii, Maliki ve Hanbelîlere göre diyet, öncelikle âkileye aittir. Akile, rızası olsun veya olmasın diyeti ödemek
zorundadır.
b. Akilenin, Diyeti Ödeme Sorumluluğu
ba. Genel Olarak
Akile, cânînin ödemekle mükellef olduğu diyeti yüklenen kimselerdir.
1)Diyeti paylaştırmak suretiyle yükü caninin üzerinden hafifletmek.
2)Diyet paylaştırılmak suretiyle daha kolay ödenebilir hale getirilmektedir.
3)Cinayetin maddi sorumluluğunun, aralarında cinayet işleyebilecek varsa onlarla ilgilenip takibe almalarına
neden olur.
bb. Âkileyi Oluşturan Unsurlar
1)Hanefi’lere göre cânî divan mensuplarından ise, onun akilesi bütün divan üyeleridir.
Akile kim olursa olsun, kadın, çocuk, akıl hastası ve köleler onun kapsamı dışındadır ve diyet onlardan tahsil
edilmez.
2) İmam Şafii ve Malik ile İmam Ahmed’e göre akile, divan üyeleri değil, caninin asabe durumundaki
mirasçılarıdır.
bc. Akilenin Yükümlü Olduğu Mali Bedel
Şafii’lere göre akile fertlerinin zenginlerinden üç sene zarfında toplam 1.5 dinar (her yıl 1/2 dinar), orta
hallilerinden ise toplam 3/4 dinar(her yıl 1/4 dinar) alınır. Tam diyet 1000 dinar (4250 gram altın).
2) İmam Ebu Hanife’ye göre akile küçük bedelleri üstlenmez.
3) İmam Malik ve Ahmed’e göre akile, sadece, tam diyetin üçte bir ve daha fazla miktardaki bedelleri ödemekle
yükümlüdür; daha küçük miktarların bizzat suçun faili tarafından ödenmesi gerekir.
Anlaşma veya câninin itirafı ile belirlenen diyet, âkile tarafından değil, caninin kendi malından ödenir.
Üç sene zarfında ödenen diyetlerde; Hanefi’lere göre sene, hükmün verildiği tarihten başlar. Şafii ve
Hanbelîlere göre sene diyetin vacip olduğu günden başlar.
3. Taksîrle (Hataen) Öldürmede Diyet
a.Taksirle öldürmede diyet aslî cezadır.
b.Taksirle öldürmedeki diyet hafiftir.
Hanefi ve Hanbelîlere göre bu beş çeşit,
20 cezea (Beş yaşına girmiş erkek deve).
20 hikka (dörd yaşa girmiş erkek veya dişi deve)
20 bint lebûn (Üç yaşa girmiş dişi deve) .
İSLAM HUKUKU-1
45
20 bint mehâd (Đki yaşa girmiş dişi deve).
20 inb mehâd (Đki yaşa girmiş erkek deve) dır.
Şafii’lere göre hataen öldürmede diyet, üç sebepten dolayı, ağırlaştırılır, yani ağırlaştırılması sadece deve türleri
açısındandır. Bu üç durum şunlardır:
1)Cinayeti Mekke’deki haram topraklarda işlemek.
2)Cinayeti herhangi bir yerde haram aylarda işlemek.
3)Mahrem olan bir akrabayı öldürmek.
Hanbelîlere göre de hafif diyet üç sebepten dolayı ağırlaşmaktadır. Bunlar, a) haram topraklarda öldürmek, b)
haram aylarda öldürmek c) İhramda iken öldürmek.
c.Taksirle öldürmede diyetin akile tarafından ödenmesi konusunda ittifak vardır.
d.Taksirle öldürmedeki diyetin üç yıl zarfında ödenmesi konusunda da ittifak vardır.
e.Çocuk ve akıl hastasının Kasten işledikleri suç, taksirle işlenmiş gibidir. câninin akilesi tarafından ödenir.
4. Taksîr Hükmündeki Öldürmede Diyet
diyet ve keffaret ile miras ve vasiyetten mahrum kalmaktır.
5. Tesebbüben Öldürmede Diyet
Hanefi’ler göre bu tür öldürmede akileye diyet gerekir. Diğer mezheplere göre buna göre kısas veya diyet
gerekir.
6. Cenini Öldürmede Diyet
Cenin, annesinin rahmindeki çocuğa denir. Bir kişi, vurmak, korkutmak, bağırmak ve benzeri bir sebeple hamile
kadının, rahmindeki çocuğu düşürmesine neden olduğu takdirde, çocuğun düşmesinden sorumlu olur. Bu
konuda şu hükümleri belirtebiliriz:
a.Ceninin ölü doğması halinde, failin “ğurrat” denilen bir bedel ödemesi gerekir. Ğurrat ceninin öldürülmesine
karşı ödenen bedeldir. Aslında ğurrat, bir köle veya cariyedir. Ayrıca ğurranın ödenmesi açısından ceninin erkek
veya kız olması arasında bir fark yoktur.
b. Şafii ve Hanefilere göre fiil, ne şekilde olursa olsun, ğurrat, suçlunun akilesi tarafından ödenir. Malikilere
göre, öldürmeye sebep olan fiil, Kasten olsun veya olmasın ğurrat peşin olarak suçlunun malından ödenir.
d.Bir kadın, karnındaki çocuğunu, vurmak, ilaç içmek ve benzeri bir sebeple düşürdüğü takdirde, ğurranın
ödenmesi gerekir.
g.Birden fazla ceninin ölü olarak düşmesi halinde, her cenin için bir ğurranın ödenmesi gerekir.
B. MÜESSİR FİİLLERDE MALÎ CEZALAR
1. Organın Veya Organ Fonksiyonunun Yok Edilmesi
haiz oldukları öneme göre bazı organlar tam diyeti, bazıları ise kısmi diyeti gerektirmektedir.
İSLAM HUKUKU-1
46
a. Burun - Koklamak
Burunun tamamen yok olması durumunda tam diyet gerekir, kısmen yok olduğu veya zedelendiği takdirde,
meydana gelen zarar kadar erş gerekir.
b. Dil - Tatmak, Konuşmak
Dilin tamamen kesilmesi durumunda da tam diyet gerekir. Dilin bir kısmının kesilmesi durumunda, kesilen
miktar oranında erş gerekir. Dil kesilmeyip konuşma yeteneğinin yok olması durumunda yine tam diyet gerekir.
Bu yeteneğin bir kısmı gittiği takdirde, yok olan miktar oranında erş gerekir.
Dilin tatma özelliğinin yok olması durumunda, İmam Malik, Şafii ve Ebu Hanife’ye göre tam diyet gerekir.
Tatmanın bir kısmı gittiği takdirde giden miktar oranında erş belirlenir.
c. Kulaklar - İşitmek
İki kulakta tam diyet, tek kulakta yarım diyet (erş) vardır. Kulakların işitme özelliği gitmese bile iki kulağın
kesilmesinde tam, birinin kesilmesinde yarım diyet vardır.
d. Gözler - Görmek
İki gözde tam diyet, tek gözde ise yarım diyet vardır. Tek gözü olanın gözüne karşı onun tek gözü iki gö-zün
vazifesini gördüğü için tam diyet gerekir. Gözler yok edilmeyip görme fonksiyonlarının yok edilmesi durumunda,
iki gözde tam, tek gözde yarım diyet gerekir.
e. Göz Kapakları
İmam Ebu Hanife, Şafii ve Ahmed’e göre, göz kapaklarının tamamına karşı tam diyet, her bir kapağa karşı 1/4
diyet vardır.
f. Kaşlar
Hanefi ve Hanbelîlere göre, kaşların kılları, bir daha bitmeyecek şekilde döktürüldüğü takdirde, kaşların ikisine
tam, birine ise yarım diyet gerekir. İmam Şafii ve Malik’e göre ise kaşlar için sadece hukumet gerekir.
g. Dudaklar
Diyetlerle ilgili hadiste de belirtildiği üzere dudaklarda tam diyet vardır. Dudaklardan bir kısmının zarar görmesi
halinde, zarar gören miktar oranında erş takdir edilir.
h. Eller
Ellerin kesilmesinde veya fonksiyonlarının yok edilmesinde de tam diyet vardır. İki el için tam, tek el için yarım
diyet gerekir.
i. Ayaklar
İki ayakta tam, tek ayakta yarım diyet, ayak parmaklarının her birinde 1/10 diyet vardır. Ayak parmaklarının
mafsalları da ellerinki gibidir.
İSLAM HUKUKU-1
47
j. Tenasül Organı (Penis)
Amr b. Hazm’in rivayet ettiği diyet hadisinde de belirtildiği üzere erkeğin tenasül aletinde de tam diyet vardır.
Penisin haşefesi (sünnet yeri) ne de tam diyet gerekir.
k. İdrar ve Gaita Yolları
Bedende başka eşleri bulunmayan bu iki yolun her birisi için tam diyet takdir edilmiştir.
l. Bekâretin Bozulması
1)Bekâret, kocası tarafından bozulmuşsa, bir ceza gerekmez.
2)Bekâret, yabancı bir kişi tarafından bozulduğu takdirde:
a) suç, zina kategorisine girer ve hadd cezası uygulanır. Ayrıca failin, mağdureye mehir miktarı kadar erş
ödemesi gerekir.
b) ancak kadının rızasıyla bozulmuşsa, faillerin ikisi de zina suçundan cezalandırılırlar.
c)Bekâret, bir bakire kız tarafından bozulmuşsa, suçluya kısas uygulanır.
m. Testisler (Yumurtalar)
Testislerin her birisinde yarım, ikisinde ise toplam tam diyet gerekir.
n. Kalçalar
Kalçaların birinde yarım diyet, ikisinde tam diyet gerekir.
o. Memeler - Meme Uçları
Kadına ait tek memede yarım, iki memede tam diyet vardır.
p. Bel Kemiği
Bel kemiğinin kırılıp fonksiyonunu yitirmesine karşı tam diyetin gerektiği konusunda ittifak vardır.
r. Dişler
Fakihlerin çoğunluğuna göre hiçbir dişin ayırımı yapılmaksızın her bir diş için beş deve erş vardır.
s. Akıl
Akıl için tam diyet, sebep olan yara için de kendi bedeli takdir edilir.
t. Saç - Sakal
Hanefi’ler, birinin saç ve sakalının, bir daha bitmeyecek şekilde dökülmesine neden olmanın tam diyeti (100
deve) gerektirdiğini ifade etmişlerdir. İmam Şafii ve Malik’e göre, kılların dökülmesine karşı sadece hukumet-i
adl gerekmektedir.
İSLAM HUKUKU-1
48
u. Boyun
Bir darbe sonucu boyunun sağa veya sola eğilerek o şekilde sabitleşmesine karşı İmam Ebu Hanife ve Ahmed’e
göre tam diyet gerekir. İmam Şafii’ye göre diyet değil sadece hukumet gerekir.
2. Yaralar
a. Kafa Kısmındaki Yaralar
“Şicac” denilen kafa kısmındaki yaraların ana bölgesi kemik kısmıdır.
aa. Mûdiha
“Mûdiha” kavramı bazen kafa dışında olup kemiğe ulaşan yaralar için de kullanılmakla birlikte genelde kafa
kısmındaki yaralar için kullanılır.
1) İyileştikten sonra iz bırakan mûdihaya karşı en az beş deve erşin vardır.
2)Kafa kısmının dışındaki bölgelerde meydana gelen mûdihada sadece hukumet vardır.
3)Kafada, birkaç mûdiha meydana geldiği takdirde, her biri için ayrı ayrı erş gerekir.
ab. Haşime
Haşime, kemiğin kırılmasına yol açan yaradır.
ac. Munakkile
Munakkile, kemiğin kırılıp yerinden ayrılmasına yol açan yaradır. Munakkilenin erşinin 15 deve olduğu ittifaktır.
ad. Amme/Me’mûme
Amme, diğer bir adıyla me’mûme, kemiği kırıp beyin zarına ulaşan yaradır. Bu tür yaraların erşinin, tam diyetin
üçte biri(1/3) olduğu belirtilmiştir.
ae. Damiğa
Damiğa, beyin zarını delip beyine ulaşan yaradır.
af. Mûdihadan Küçük Yaralar
1) Harisa: Cildi tahriş eden ancak kanatmayan yara.
2) Damia: Kanın akmayacak derecede çıkmasına yol açan yara.
3) Damiye: Kanın çıkmasına yol açan yara.
4) Bâdia: Eti kesip yaran yara.
5) Mütelahime: Bâdiadan daha derin olan yara.
6) Semhak: Eti yarıp, etle kemik arasındaki zara ulaşan yara.
İSLAM HUKUKU-1
49
b. Bedenin Diğer Kısımlarındaki Yaralar
Bedenin kafa kısmındaki bölgelerin dışında meydana gelen yaraya “cirahet” denir.
ba. Caife (Karın Boşluğuna Ulaşan Yara)
Caife, karın, göğüs, sırt veya yanlardan karın boşluğuna ulaşan yaraya denir. Caife de yer almakta ve bunun
bedelinin, tam diyetin üçte biri olduğu belirtilmektedir. Karın kısmına kaç yara ulaşırsa o sayıda erşgerekir.
bb. Ğayr-i Caife (Karın Boşluğuna Ulaşmayan Yara)
Ğayr-i caife, karın boşluğuna ulaşmayan yaralardır. Bunlara sadece hukumet-i adl gerektiği görüş birliği vardır.
IV. SUÇLARIN BİRLEŞMESİ DURUMUNDA CEZALAR
Bir kişide, birkaç organın veya fonksiyonlarının yok olmasını gerektirecek durumlarda:
1. Şayet meydana gelen bu durumlar ölümle sonuçlanırsa, câniye sadece bir diyet gerekir.
2. Şayet meydana gelen bu durumlar ölümle sonuçlanmaz ise diyet veya erşgerekir.
V. SINIF FARKLILIĞINDA MALİ CEZALAR
Sınıf farklılığından gaye, cinsiyet (erkek-kadın), din (müslim-gay r-i müslim) ve hürriyet (hür-köle) tir.
A. CİNSİYET FARKLILIĞI (ERKEK-KADIN ARASINDA DİYET)
Mağdurun kadın olması durumunda ise:
1.Maliki ve Hanbelîlere göre, kadının organ veya yaralarının erşi, tam diyetin üçte bir (1/3) miktarına
ulaşmadıkça erkeğinki gibidir; üçte bir veya üst miktarlara ulaşan bedeller, erkeğinkinin yarısı kadardır.
2.Hanefi ve Şafii’lere göre, gerek öldürmede, gerek organ veya fonksiyonlarının yok edilmesinde ve gerekse
yaralarda kadının diyeti erkeğinkinin yarısıdır.
B. DİN FARKLILIĞI DURUMUNDA DİYET
Müslüman olmayanların diyetleri konusunda, İslam hukukçuları arasında değişik görüşler vardır:
1. Hanefi’lere göre Müslümanların diyeti ve erşleri ile Müslüman olmayanların diyet ve erşleri aynıdır.
2. Şafii’ler, Hıristiyan ve Yahudilerin diyetleri Müslümanlarınkinin üçte biri ateşperest, putperest ve ateist gibi
gayr-i Müslimlerin diyeti ise Müslümanlarınkinin on beşte biri kadardır.
3.Maliki ve Hanbelîlere göre, ehil-i kitabın (Hıristiyan ve Yahudilerin) diyeti Müslümanlarınkinin yarısı kadardır.
VI. MALİ CEZALARLA İLGİLİ GENEL KURALLAR
Müessir fiillerle ilgili malî cezalar konusunda, genel olarak şu kuralların uygulandığını görüyoruz:
1.Mali bedel kısasın olmadığı veya devreden çıktığı durumlarda söz konusudur.
2.Suçlara karşı mali ceza belirlenirken şu hususlar ölçü alınır:
İSLAM HUKUKU-1
50
a.Suça konu olan unsurun insana yararlılık derecesi.
b.Suç teşkil eden fiilin meydana getirdiği zararın maddi ve manevi boyutu.
c.Suç teşkil eden fiilin bedende meydana getirdiği iz, vücudun estetik yönüne yaptığı etki derecesi.
3. İnsanın vücudunda bulunan aynı cins organların toplamı, mali bedel açısından, genelde vücudun tamamına
denk olarak kabul edilir.
Vücuttaki organları şöyle sıralayabiliriz:
a.Tek Olan Organlar: Bu organlar altı tanedir: 1) Burun. 2) Dil. 3) Tenasül organı veya haşefesi (sünnet yeri).
4) Bel. 5) İdrar yolu. 6) Ğaita yolu.
b. Çift Olan Organlar: Bu organlar şunlardır: 1) Eller. 2) Ayaklar. 3) Gözler. 4) Kulaklar. 5) Dudaklar. 6) Kaşlar.
7) Memeler. 8) Meme uçları. 9)Yumurtalar. 10) Kalçalar. 11) Çene kemikleri.
c.Dört Adet Olan Organlar: Bunlar iki gruptur: 1) Göz kapakları. 2) Kirpikler. d.On Adet Olan Organlar: Bunlar
da iki gruptur: 1) El parmakları. 2) Ayak parmakları.
4.Organların kendilerinin yok edilmesi ile sadece fonksiyonlarının yok edilmesinin mali bedelleri aynıdır.
5.Organların bedelleri, organın uğradığı zararla orantılıdır.
6.Yaralarda bedel acil olarak ödenmez; yaranın sonucu beklenir.
7.Hataen yok edilmelerinde diyeti gerektiren organların, amden yok edilmelerinde kısas gerekir.
5 HAFTA
1.1. İSLAM HUKUK TARİHİNİN DÖNEMLERİ
Birinci Dönem: İslâm Hukukunun Doğuşu: Hz. Peygamber Dönemi
İkinci Dönem: İslâm Hukukunun Gelişme Dönemi: Sahabe Dönemi:
a) Hulefâ-i Râşidîn Dönemi
b) Emevîler Dönemi
Üçüncü Dönem: İslâm Hukukunun Olgunluk Dönemi: Abbasiler Dönemi
Dördüncü Dönem: İslâm Hukukunun Duraklama Dönemi: Selçuklular Dönemi
Beşinci Dönem: İslâm Hukukunun Gerileme Dönemi: Moğol İstilasından Mecelleye Kadar Süren Dönem
Altıncı Dönem: İslâm Hukukunun Uyanış Dönemi: Mecelleden Günümüze Kadar Süren Dönem
İSLAM HUKUKU-1
51
1.2. BİRİNCİ DÖNEM (İslâm Hukukunun Doğuşu; Hz. Peygamber Dönemi)
İslâm Hukuk Tarihi’nin başlangıcını da 610 yılı olarak kabul etmek mümkündür. Hz. Peygamber dönemi fıkıh
açısından iki dönem halinde incelenmektedir.
1. Mekke Dönemi
2. Medine Dönemi
1.2.1. Mekke Dönemi
12-13 yıllık bir süreyi kapsayan bu devirde Kuran’ın yaklaşık üçte birlik kısmı Hz. Peygamber’e nazil olmuştur.
İslâm dininin henüz yeni tebliğ edildiği bir dönemi kapsayan Mekke döneminde nazil olan ayetler daha ziyade
inanç ve ahlak esaslarını kapsamış, Müslümanların birey ve toplum hayatlarını tanzim edecek hükümler ağırlıklı
olarak Medine döneminde gelmiştir. İnanç ve iman esaslarına dayanmaktadır.
Bununla birlikte Mekke döneminde gelen hükümleri şu şekilde sıralamak mümkündür.
1. Cahiliye döneminde yaygın olan “kız çocuklarının diri diri gömülmesi” yasaklanmıştır.
2. Üzerine Allah’ın adı anılmaksızın kesilen hayvanın yenilmesi yasaklanmıştır.
3. Bilindiği üzere beş vakit namaz Hz. Peygamber’e Miraç’ta farz kılınmıştır.
4. Gusül, abdest ve necasetten taharet farz kılınmıştır.
5. Hz. Peygamber’in Medinelilere İslâm’ı öğretmesi için gönderdiği Musab b. Umeyr’in Hz. Peygamber’den
Medinelilere Cuma namazı kıldırması için izin istemesi ve Medinelilere Cuma namazı kıldırması bu ibadetin
başlangıcının da Mekke dönemine rastladığını göstermektedir.
1.2.2. Medine Dönemi
İman ve inanç esaslarının ötesinde Müslüman’ın birey ve toplum hayatına yönelik bir takım emir ve yasakların
konulmuş olmasıdır. Mekke döneminde gerek konu gerekse sayı açısından oldukça sınırlı olan ahkâm ayet ve
hadisleri ağırlıklı olarak Medine döneminde gelmiştir.
Herhangi bir konuyla ilgili ayet nâzil olur veya Hz. Peygamber konuyla ilgili görüşlerini dile getirirdi.
Konuyla ilgili her hangi bir problem olmaksızın veya hükmün ortaya çıkmasına sebep olan bir hadise
yaşanmaksızın Cenab-ı Allah yeri geldikçe hükümlerini Peygamber’i aracılığıyla insanlara bildirirdi.
Medine döneminde gelen dini hükümlere genel olarak üç prensip hâkim olmuştur.
Birincisi; Tedrîc olarak ifade ettiğimiz, hükümlerin, emir ve yasakların belli bir zaman dilimi içinde ve belli bir
sıra gözetilerek topluma tebliğ edilmesidir.
İlk zamanlarda sabah ve akşam iki rekât olarak kılınan namazın, rekâtları ve vakitleri arttırılmıştır. Zekâtın
miktarı önce sınırlandırılmadan herkesin istek ve gücüne bırakılmışken sonra miktarlar sabit ve mecburi hale
getirilmiştir.
İlk zamanlarda içkinin zararlı olduğu vurgulanıp Müslümanların uzak durmaları istenmiş sonrasında içkiliyken
namaza yaklaşılmaması emredilmiş ve akabinde içki içmek yasaklanmıştır.
İSLAM HUKUKU-1
52
İkincisi; Getirilen emir ve yasakların uygulamasında mükelleflere zor gelmemesi açısından bir takım kolaylıklar
getirilmiştir.
Üçüncüsü; Sadece Hz. Peygamber dönemine özgü bir uygulama olan nesih, Medine döneminde dini
hükümlerin önceden konulup sonradan kaldırılması şeklinde vuku bulmuştur. Buna göre, daha sonra gelen
hüküm önceden var olan bir hükmü yürürlükten kaldırmıştır. Ancak nesih, vahyin indiği Hz. Peygamber dönemi
için geçerli olan bir durumdur. Hz. Peygamber’in âhirete irtihaliyle vahiy de sona erdiğinden, sonraki dönemler
için nesih söz konusu değildir.
Hicretin Birinci Yılında Getirilen Hükümler;
1. Hz. Peygamber Medine’ye hicret edince ilk hutbesin Kubâ mescidinde irâd buyurmuş ve bundan sonraki
süreçte hutbe, Cuma namazlarının bir parçası haline gelmiştir.
2. Müslümanları ezana çağırmak Ezan-ı Muhammedî okunmaya başlanmıştır.
3. Cahiliye döneminde çok farklı şekillerde tezahür eden nikâh uygulaması ıslah edilerek bugünkü şeklini
almıştır.
Hicretin İkinci Yılında Getirilen Hükümler;
1. Ramazan ayı orucu şeklinde Müslümanlara da farz kılınmıştır.
2. ramazan ve kurban bayramları hicretin ikinci yılında kutlanmaya başlanmıştır. Aynı şekilde Hz. Peygamber ilk
defa Müslümanlara bayram namazlarını kıldırmıştır.
3. Ramazan ayında ve bayramlarda fitre olarak bilinen fıtır sadakası Müslümanlara farz kılınmıştır.
4. kurban ibadeti Müslümanlara farz kılınmıştır.
5. Belli bir mal birikimine sahip olan Müslümanlardan zekât alması Hz. Peygamber’e emrolunmuştur.
6. Daha önceden Kudüs’teki Beyt-i Makdise yönelerek namaz kılan Müslümanlara hicretin ikinci yılında kıble
olarak Kâbe’ye yönelmeleri emredilmiştir.
7. Hicretin ikinci yılında ganimet ve ganimetin taksimi ile ilgili hükümler bildirilmiştir.
Hicretin Üçüncü Yılında Getirilen Hükümler;
1. Miras ile ilgili hükümler getirilmiştir.
2. Evlilik bağının sona ermesi (talak) ile ilgili hükümler getirilmiştir. Hicretin Dördüncü Yılında Getirilen
Hükümler;
1. Yolculuk, korku vb. durumlarda dört rekâtlı namazların kısaltılarak kılınması.
2. Evli kişilere zina suçunun cezası recm cezası getirilmiştir.
3. Teyemmüm ile ilgili tamamlayıcı hükümler getirilmiştir.
4. Namuslu kadınlara dil uzatılmasının cezası olarak haddu’l-kazf getirilmiştir.
5. O başkasının evine girerken ulu orta değil izin alınarak girilmesi (istizan) emri getirilmiştir.
İSLAM HUKUKU-1
53
6. Araplar arasında da farklı bir şekilde uygulanan hac ve umre ibadetleriyle ilgili düzenlemeler yapılmış ve
imkânı olan Müslümanlara Allah’ın evini ziyaret etmeleri emredilmiştir.
Hicretin Beşinci Yılında Getirilen Hükümler;
1. Yağmur duası ve namazı ile ilgili hükümler gelmiştir.
2. îlâ uygulaması ile ilgili düzenlemeler getirilmiştir.
Hicretin Altıncı Yılında Getirilen Hükümler;
1. Hudeybiye’de Mekkeli müşriklerle yapılan anlaşmalarla ilgili hükümler getirilmiştir.
2. Müslümanların Hac ve umre yolunda engellenmesi ile ilgili hükümler getirilmiştir.
3. İçki ve kumarın yasaklanması ile ilgili hükümler getirilmiştir.
4. Cahiliye döneminin zihâr uygulaması ile ilgili düzenlemeler gelmiştir.
5. Vakıfla ilgili hükümler gelmiştir.
6. Devlete isyan ve haydutluğun cezalandırılması ile ilgili hükümler gelmiştir.
Hicretin Yedinci Yılında Getirilen Hükümler;
1. İslâm dini, köpek dişi ile parçalayan etobur hayvanların, pençesiyle avlanan kuşların ve eşek etinin
yenilmesini yasaklamıştır.
2. Zirâî ortaklık ile ilgili hükümler gelmiştir. Hicretin Sekizinci Yılında Getirilen Hükümler;
1. Mekke’nin kutsîliği ve dokunulmazlığı ile ilgili hükümler gelmiştir.
2. Kısas cezasıyla ilgili hükümler gelmiştir.
3. Müta nikâhı olarak ifade edilen süreli evlilik yasaklanmıştır.
4. İlk zamanlarda konulmuş olan kabirleri ziyaret yasağı kaldırılmıştır.
Hicretin Dokuzuncu Yılında Getirilen Hükümler;
1. Hz. Peygamber Veda Haccından bir yıl önceki hac mevsiminde Hz. Ebu Bekir’i hac emiri olarak tayin etmiş ve
Ebu Bekir’e bu yıldan itibaren müşriklerin haccedemeyeceklerini ve çıplak olarak Kâbe’nin tavaf
edilemeyeceğini insanlara duyurmasını emretmiştir.
2. Mulâane uygulaması ile ilgili hüküm gelmiştir. Mulâane hanımına zina isnadında bulunup da bu iddiasını
ispatlayamayan koca doğru söylediğine dair dört defa yemin eder.
Hicretin Onuncu Yılında Getirilen Hükümler;
1. Faiz yasaklanmıştır.
2. Vasiyet üçte bir ile sınırlandırılmıştır.
3. Cezanın şahsiliği prensibi getirilmiştir.
İSLAM HUKUKU-1
54
4. Vasiyet, nesep, nafaka ve borçlarla ilgili hükümler getirilmiştir.
1.3. İKİNCİ DÖNEM (İslâm Hukukunun Gelişme Dönemi; Sahabe Dönemi)
1.3.1. Hulefâ-i Râşidîn Dönemi
1.3.2. Dönemin Fıkhî Özellikleri
1. Hz. Peygamber’in vefatını müteakip Hz. Ebu Bekir’in halife olmasıyla başlayan bu dönemin en bariz özelliği
Müslüman toplumun artık vahiyden yoksun kalmalarıdır. İslâm toplumu bu iki kaynaktan doğrudan istifade
etme imkânını kaybetmiştir.
2. Sahabe döneminin diğer belirgin bir özelliği de İslâm coğrafyasının Hicaz Yarımadasından çok daha ilerilere
yayılmasıdır.
3. İslâm coğrafyasının genişlemesi ile birlikte sahabenin ileri gelenleri İslâm coğrafyasının dört bir tarafına
dağılmışlardır.
4. Hulefa-i Raşidin dönemi, İslâm’ın insanların kalplerinde sıcaklığını muhafaza ettiği bir dönemdir.
1.3.3. Sahabe-i Kirâm’ın İçtihadından Örnekler
1.3.3.1. Sahabe-i Kirâm’ın Hz. Peygamber Hayattayken Yapmış Olduğu
İçtihatlar
Hz. Peygamber kimi zaman Peygamber kimi zaman da İslâm toplumunun başkanı sıfatıyla ortaya çıkan
meseleleri halletmekteydi. Sahabe, bir durumla karşılaştığında konuyu Hz. Peygamber’e arz eder ve Hz.
Peygamber de meseleyi çözerdi. Bu nedenle sahabe’nin içtihatları daha ziyade Hz. Peygamber’den sonra
gerçekleşmiştir.
1.3.3.2. Sahabe-i Kirâm’ın Hz. Peygamber’in Vefatından Sonra Yapmış
Olduğu İçtihatlar
Sahabe-i Kiram, Hz. Peygamber’in vefatından sonra da Kuran ve Sünnet ışığında bir takım içtihatlarda
bulunmuştur. Örneğin, Hz. Ömer içtihatlarında daha ziyade sahabe ile istişareyi tercih ederken Hz. Osman
genelde kendi bilgi ve tecrübesi sonucunda içtihatlarda bulunmuştur. T âbiîn ve Etbâu’t-tâbiîn dönemi
içtihatlarında hoca ve muhit farklılıkları etkili olmuşken sahabe dönemi içtihatlarında bu etki yok denilecek
kadar azdır. Sahabenin içtihatlarını şu şekilde özetlemek mümkündür;
1. Şura İçtihadına Önem Vermeleri
Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer içtihatlarını daha ziyade sahabebin önde gelenleri ile istişare ederek yapmışlardır.
2. Kaynak Olarak Sırasıyla Kitap, Sünnet ve Reyi Kullanmaları
3. Kıyasla Hüküm Vermeleri
4. Reye Dayanan İçtihadı Kuran ve Sünnete Dayanan İçtihattan Ayrı Tutmaları
5. Nazari Fıkha Yönelmemiş Olmaları
İSLAM HUKUKU-1
55
Farazi fıkıh da dediğimiz nazari (doktriner) fıkıh, henüz meydana gelmem işmuhayyel bir mesele üzerine yapılan
zihin jimnastiğidir.
6. Hükmün Şartlarını İyice Araştırmaları
7. İlleti Değişen Nasları Askıya Almaları
Bu duruma verilebilecek en güzel örnek müellefe-i kulûb uygulamasıdır. Hz. Peygamber zamanında geçerli olan
bu uygulama Hz. Ebu Bekir dönemine kadar da nispeten sürmüştür. Ancak Hz. Ebu Bekir döneminde meydana
gelen bir olayla müellefe-i kulûb uygulaması artık gerekçesi kalmadığı düşüncesiyle askıya alınmıştır.
8. Hükümlerin Uygulanmasında Maksadı Gözetmeleri
9. İçtihatlarında Maslahat İlkesini Gözetmeleri
10. Suiistimal ve İhmaller Sebebiyle Hükümleri Ağırlaştırmışları
Örneğin Hz. Osman, marazü’l-mevt denilen ölüm döşeğindeki hastanın hanımını boşamasını kabul etmemiştir.
Burada da hüküm yine maslahat düşüncesine binaen verilmiştir.
1.3.4. Sahabe Devrinde Tedvin Faaliyeti
Bilindiği üzere Hz. Peygamber ilk zamanlarda Kuran ayetleri ile karışması endişesine binaen hadislerin
yazılmasını yasaklamıştı. Zaman içinde bu ihtimalin kalkmasıyla birlikte özellikle Ömer b. Abdülaziz zamanında
hadislerin tedvinine başlanmıştır.
Fıkhın sistemli bir şekilde tedvin edilmesi esas olarak Emevîler döneminde başlamıştır.
6 HAFTA
İslam Hukuk Tarihi-II
2.1. EMEVÎLER DÖNEMİ
.1.1. Dönemin Fıkhî Özellikleri
Hulefâ-i Râşidîn dönemi fıkıh ilminin gelişimi açısından hazırlayıcı dönem, genç sahabeler ile tabiinin yaşadığı
Emevîler dönemi ise fıkıh ilim dalının müstakil b ir disiplin haline geldiği dönem olarak kabul edilmektedir.
Ömer b. Abdülaziz dışarıda bırakılacak olursa Emevî halifelerinin hemen tamamı dinî ve fıkhî meselelere karşı
ilgisiz davranmışlar, bu durum da fıkhın ferdî gayretlerle ve hoca-talebe ilişkileri çerçevesinde ekolleşerek
gelişmesine yol açmıştır. Ayrıca fıkhın ayrı bir ilim dalı halinde okutulup fakihlerce verilen fetvaların ilim
meclislerinde tartışılması ve farklı görüşlerin ortaya çıkması da fıkhın giderek gündelik hayattan uzaklaşıp
nazarî-doktriner bir ilim haline gelmesinin başlıca sebepleri arasındadır.
Sahabe döneminde hâkim nesil sahabe-i kiramdır. Ancak Emevîler döneminde sahabe-i kiramdan ziyade tâbiîn
uleması hâkim nesil konumundadır.
İSLAM HUKUKU-1
56
2.1.2. İlk İhtilaflar
2.1.3. Hicaz Fıkıh Ekolü
Hicaz Fıkıh Ekolü (Hicaziyyûn) Medine merkezli ortaya çıkan fıkhî-ilmî gelenektir. Gerek dört halife gerekse
Emevîler döneminde birçok sahabe İslam’ı tebliğ, cihat, eğitim ve öğretim gibi amaçlarla ülkenin çeşitli
bölgelerine gitmiş, orada yerleşmişti.
Özellikle Kûfe ve Basra Hz. Ömer’in hilafeti döneminde kurulmuş iki şehirdir. Hz. Ali’nin Kûfe’yi hilafet merkezi
yapmasıyla Irak daha da büyük bir önem kazanmıştı.
Fıkıh tarihçileri, Emevîler dönemindeki Medine fıkhının sahabeden Hz. Ömer, Zeyd b. Sâbit, Abdullah b. Ömer,
Hz. Osman, Hz. Aişe, Abdullah b. Abbas gibi fakîh Sahâbîlere dayandığını, özellikle de ilk üç Sahâbînin bunda
önemli etkisinin bulunduğunu ifade ederler. Bu Sahâbîlerin ilminin özellikle “fukahâ-iseba” olarak adlandırılan
Saîd b. Müseyyeb, Ebu Bekir b. Abrurrahman, Urve b. Zübeyr b. Avvâm, Ubeydullah b. Abdullah b. Utbe, Hârice
b. Zeyd, Kâsım b. Muhammed b. Ebu Bekir, Süleyman b. Yesâr.
Medine merkezli bu fıkhî-ilmî gelenek sahabe v e tâbiûn döneminde “Medine Ekolü (Medresetü’l-Medine),
Medineliler (Ehlü’l-Medine) veya Hicazlılar (Ehlü’l-Hicaz)” şeklinde adlandırılmıştır. Bu gelenek, ilk zamanlarda
daha çok üstat, muhit ve malzeme farklılığına dayanan bir ekolleşme görünümünde iken Abbâsîler devrine
girildiğinde “ehlü’l-hadis, ashâbü’l-hadis, ehlü’l-eser, ehlü’l-ilim” gibi adlarla anılmaya başlanmıştır.
Emevîler döneminden itibaren Hicaz fıkhı ile Irak fıkhı arasındaki önceleri üstat, muhit ve bilgi, Hanefilerin ehl-i
rey, Malikî ve Şafiilerin de ehl-i hadis olarak adlandırılırlar.
Medine’de sözlü olarak nakledile gelen hadisin yanı sıra şehir halkının dini hayatı yani “yaşayan sünnet” de dini
delil olarak algılandığından Hicazlılar eser yönünden zengin bir malzemeye sahipti. Medine’de Henüz vuku
bulmamış farazî meseleleri tartışmaya, hadisin bulunmadığı konularda rey ve içtihada dayanarak yeni çözümler
üretmeye de sıcak bakmıyor, rey ve kıyasa ise sadece çok gerekli olduğunda başvuruyorlardı.
2.1.4. Irak Fıkıh Ekolü
Irak bölgesi Hicaz bölgesinin sadeliğinin aksine oldukça karışık bir bölgeydi. Etnik olarak çok çeşitli bir yapının
bulunduğu bu bölgede binlerce yıl çok farklı medeniyetler hüküm sürmüştü. Hıristiyan, Yahudi, Sabiî, Budist,
Maniheist gibi.
Irak bölgesinde ortaya çıkan ilmî ve fikrî ayrılıklar temelde bu insanların çok farklı bir zihin dünyasına sahip
olmalarının bir sonucuydu. Hicaz bölgesininkiyle mukayese edildiğinde akla daha çok yer veren, olayların
nedenlerini sorgulayan bir görünüm arz etmektedir.
Hz. Ömer, Irak’ın fethedilmesinden sonra kurulan Kûfe şehrine, fasih Arapçayı konuşan kabileleri yerleştirmiş,
bölge halkına Kuran’ı ve dini bilgileri öğretmek üzere de Abdullah b. Mesûd’u göndermişti.
Temelleri İbn Mesûd tarafından atılan Irak fıkıh ekolünün O dönemde Küfe’nin İslam dünyasında Medine
yanında ikinci ilim merkezi olarak anılmış. Küfe ekolünün tâbiîn neslindeki temsilcisi olarak İbrahim en-Nehâî
görülmektedir.
Sahabe döneminin sonlarına doğru belirginleşip tâbiîn döneminde netleşen ve daha çok üstat, muhit ve
malzeme farklılığına dayanan Irak veya diğer adıyla Küfe ekolünün, Abbasiler dönemine girerken genel de ehl-i
rey olarak adlandırıldığı görülmektedir.
İSLAM HUKUKU-1
57
İster ehl-i hicaz isterse ehl-i rey olsun bütün İslam âlimleri Kitap ve Sünnet’in aslî deliller olduğunu ve bunlarda
açık bir hüküm bulunduğu sürece o hükmün alınacağı hususunda ittifak etmişlerdir.
Ebu Hanife ve ekolünün ehl-i rey olarak adlandırılması ise hem Ebu Hanife’nin Kûfe merkezli olmasından hem
de bu ekolü oluşturan fakihlerin hüküm çıkarmada reyi maharetle ve diğerlerine göre daha sık kullanmış
olmalarındandır. Henüz meydana gelmemiş yani farazî meselelerin hükümlerinin tartışılması da yine bu ekole
mahsus bir özellik olarak bu dönemde kendini göstermiştir.
Bilindiği üzere Mutezîlî âlimler akla ve reye çok daha fazla yer vermiş ve kimi durumlarda geleneksel ehl-i
sünnet çizgisiyle ters düştükleri de olmuştur.
2.1.5. Emevîler Dönemi Tedvin Faaliyeti
Fıkhın sistemli bir şekilde tedvin edilmesi Emevîler döneminde başlamıştır. Emevîler döneminde yazılan eserleri
iki kısımda mütalaa etmek mümkündür:
1. Bu dönemde yazılıp da günümüze kadar gelen eserler
a. Süleym b. Kays el-Hilalî’nin fıkıh kitabı
b. Katâde b. Diâme’nin el-Menâsik isimli eseri
c. Zeyd b. Ali’nin Menâsikü’l-Hacc ve Âdâbuhu adlı eseri
d. Yine Zeyd b. Ali’nin el-Mecmu’ isimli fıkıh kitabı
2.2. ÜÇÜNCÜ DÖNEM (İslâm Hukukunun Olgunluk Çağı; Abbâsîler
Dönemi)
Adını Hz. Peygamber’in amcası Abbas b. Abdülmuttalib b. Hâşim’den alan bu hanedâna ilk atalarına nisbetle
“Hâşimiler” adı da verilmektedir.
Abbâsîler’in iktidara geldikleri 750 yılı, İslam tarihinin en önemli dönüm noktalarından birini teşkil etmiştir.
2.2.1. Dönemin Fıkhî Özellikleri
Abbâsîler döneminde özellikle ilk iki yüzyıl, fıkhın tedvin edildiği ve mezheplerin teşekkül ettiği bir dönemdir.
Abbâsîler, kendilerinin İslamî hükümleri hayata hâkim kılacağını iddia ederek işbaşına gelen Abbâsîler, biraz da
bu vaatlerini yerine getirme düşüncesiyle, İslamî ilimleri ve fıkhı desteklemek mecburiyetini hissetmişlerdir.
Mezheplerin teşekkülüne yol açan amilleri maddeler halinde şu şekilde özetlemek mümkündür;
a. Daha önceki dönemde müçtehitler çeşitli konularda ve dağınık bir şekilde içtihatta bulunmuşken Abbâsîler
döneminde müçtehitler fıkhın bütün konularında ve sistematik bir şekilde içtihatta bulunmuşlardır.
b. Diğer dönemlerin aksine bu dönemde yapılan içtihatlar kitaplarda yer almaya başlamış, bu da fıkha dair
literatürün gelişimine katkıda bulunmuştur.
c. Emevîler döneminde Hicaziyyûn ve Irakıyyûn şeklinde ortaya çıkan ilk ihtilaflar bu dönemde rey ve hadis
malzemesinin kullanılıp kullanılmamasına veya ne ölçüde kullanılacağına dönüşmüş, ortaya çıkan ilim ve fikir
ayrılıkları fıkhın gelişimine doğrudan etki etmiştir.
İSLAM HUKUKU-1
58
d. Bu münakaşa ve münazaralar özellikle usul-i fıkhın müstakil bir ilmî disiplin olarak ortaya çıkmasına vesile
olmuştur.
2.2.2. Abbâsîler Dönemi Tedvin Faaliyeti
Emevîler döneminde başlayan fıkhın tedvini Abbâsîler döneminde nitelik ve nicelik açısından zirveye ulaşmıştır.
İslam hukuk tarihinde ortaya çıkan hemen bütün mezhepler Abbâsîlerin iktidara gelmeleriyle kurulu şunu
tamamlamıştır.
Abbasî halifeleri yargısal yetkilerini fakihler arasından seçilen kadılar vasıtasıyla icra etmişlerdir. Halife
Hârunürreşîd devrinden itibaren ise kâdılkudâtlık (başkadılık) müessesi ihdâs edilmiş ve bu göreve ilk olarak Ebu
Hanife’nin ilim halkasının önemli simalarından İmam Ebu Yusuf getirilmiştir.
7 HAFTA
3.1. MEZHEP KAVRAMI
3.1.1. Mezhep Kavramı ve Tarihsel Süreci
Sözlükte “gitmek” anlamındaki zehâb kökünden hem masdar hem de “gidecek yer ve yol” manasında ism-i
mekân olan mezhep kelimesi, terim olarak “dinin aslî veya ferî hükümlerinin dayandığı delilleri bulmakta ve
bunlardan hüküm çıkarıp yorumlamakta otorite sayılan âlimlerin ortaya koyduğu görüşlerin tamamı veya
belirledikleri sistem” şeklinde tanımlanabilir.
İslâm tarihinde dinî ve siyasî gruplaşmalar oluşum aşamasında “ashâbü’l-makâlât” olarak adlandırılmıştır.
İslâm mezhepleri, temel ihtilaf alanları bakımından itikadî, siyasî ve amelî olmak üzere üç grupta mütalaa
edilmiştir. İtikadî mezhepler dinin inanca yönelik esaslarıyla ilgili farklı görüşler ortaya koyan gruplardır. Siyasî
mezhepler yönetimle ilgili ihtilaflara bağlı olarak oluşmuştur. Tarihî gelişimleri İslâm tarihi ve İslâm mezhepleri
tarihinde ele alınmıştır.
Esas konumuz olan fıkhî mezhepler ise İslâm’ın ibadet ve muamelat alanlarına yönelik ortaya çıkan ekollerdir.
3.1.2. Mezheplerin Ortaya Çıkış Süreci
Emevîler döneminde fıkhî anlamda ilk ihtilafların ortaya çıkmaya başlamış, Hicâziyyûn ve Irakıyyûn şeklinde lk
grupların Abbasiler döneminde Ehl-i Eser ve Ehl-i Rey şeklinde ekolleşmiştir.
Küfe’deki en önemli ilim halkasına sahip olan Ebu Hanîfe, burada sahâbe neslinden itibaren oluşan müktesebâtı
ve gelişen fıkhî düşünce tarzını, Medine’nin imamı olarak tanınan Malik b. Enes de bu şehirde teşekkül etmiş
fıkhî birikimi esas almıştır.
3.1.3. Mezheplerin Ortaya Çıkış Sebepleri
1.Kurucu imam etrafında oluşan ilim halkasında yer alan öğrencilerin, hocalarının görüşlerini sistematik bir
şekilde ele alan eserler yazmaya başlamaları.
İSLAM HUKUKU-1
59
2. Mezhep imamlarının eserleri üzerine kapsamlı şerhlerin yazılması, küllî kaidelerin tespit edilmesi.
3.Hukuk güvenliğinin sağlanmak istenmesi. Mezheplerin ortaya çıkış ve yayılma sürecinde hukukî istikrarın
sağlanmak istenmesi çok önemli bir faktördür.
4.Mezheplerin ortaya çıkıp yayılmalarında etkili olan bir diğer faktör de coğrafî etkidir.
5. Bir mezhebin belirli dönemlerde devletin desteğini almış olması, bir mezhebin eğilim ve ilkeleriyle belirli bir
bölgenin kültürünün ve sosyal yapısının uygunluk arz etmesi gibi sebepler de mezheplerin tutunması ve
yayılmasında önemli faktörlerdendir.
3.2. İSLAM HUKUK TARİHİNDE ORTAYA ÇIKAN FIKIH EKOLLERİ
3.2.1. Sünnî Fıkıh Ekolleri
3.2.1.1. Yaşayan Fıkıh Ekolleri
İslâm coğrafyasında etkili olan bu dört mezhep -önem sırasına göre- şunlardır.
3.2.1.1.1 Hanefî Mezhebi
3.2.1.1.1.1. Kurucu İmamı
Hanefî mezhebi de kurucu imam olarak kabul edilen İmam-ı Azam Ebu Hanife’ye nispet edilmiş, İmam-ı Âzam’ın
tam adı, Ebu Hanife Numan b. Sâbit b.Zûtâ b. Mâh’tır. Küfe’de doğmuştur. Kendisine Ebu
Hanife denilmesi “hanîf” kelimesinin sözlük anlamından hareketle haktan ve istikametten ayrılmayan bir kimse
olmasıyla izah edilmiştir.
3.2.1.1.1.2. Kuruluşu ve Yayılması
Hanefî mezhebinin doğuşunun Ebu Hanife’den önce Irak bölgesinde ortaya çıkan rey ekolüyle (ehl-i rey) sıkı bir
bağlantısı vardır.
Hanefî mezhebinin yayılmasında etkili olan en önemli faktörlerden biri hiç kuşkusuz “Kadılık ve Resmî Mezhep
Uygulaması”dır. Abbasi halifesi Harûnürreşîd’in Ebu Yusuf’u kâdılkudât olarak tayin etmesi ve bütün kadı
tayinlerinde onu yetkili kılması esasen yargılamada düzen ve birliğin sağlanması, ülke genelinde hukukî istikrar
ve güven ortamının kurulması yönünde atılmış ciddi bir adım olması yanında Hanefî mezhebinin tanınmasına ve
yayılmasına da hizmet etmiştir. İslâm coğrafyasında Irak, İran, Horasan ve Batı Türkistan’da yayılmıştır.
Abbasilerle başlayan bu gelenek diğer bir ifadeyle devletin bir mezhebi tervîc etmesi İslâm tarihinde örneklerini
çok sık gördüğümüz bir uygulamadır.
Bu uygulamanın zirve noktası ise Osmanlı İmparatorluğu’nun Hanefî mezhebini devletin resmi mezhep olarak
kabul etmesidir.
3.2.1.1.1.3. Hocaları
Ebu Hanife, Küfe fıkıh birikiminin içinde yetişmiştir. İnsanlara İslâm’ı öğretmek üzere gönderilen İbn Mesûd’un
etrafında oluşan ilim halkası, Ebu Hanife’nin de beslendiği kaynak konumunda olmuştur. Bu nedenle Hanefî
İSLAM HUKUKU-1
60
mezhebinin kurucu imamı olarak kabul edilen Ebu Hanife’nin ilim silsilesi Abdullah b. Mesûd’a kadar
uzanmaktadır.
3.2.1.1.1.4. Öğrencileri
Ebu Hanife’nin ilim halkasında bulunarak kendisinden ders alan ve mezhebin sistemleşmesinde önemli katkıları
olan öğrencileri arasında Ebu Yûsuf, Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî ve Züfer b. Hüzeyl bulunmaktadır.
3.2.1.1.1.5. Literatür
Ebu Hanife’nin Kendisine nispet edilen eserler genellikle akaidle ilgili olup doğrudan fıkhî konulara
hasredilmemiştir. Bu meyanda Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî’nin derlediği ve kendisinden tevâtür ve şöhret
yoluyla nakledildikleri için “zâhirü’r-rivâye” olarak anılan el-Asl (el-Mebsût), ez-Ziyâdât, el-Câmiu’l-kebîr, elCâmiu’s-sağîr,
es-Siyerü’l-kebîr ve es-Siyerü’s-sağîr adlı eserler Hanefî fıkhının ilk ve en güvenilir kaynaklarını
oluşturmaktadır.
El-Mebsût Hanefî fıkhının temellendirildiği, bu mezhebe ait görüşlerin delillerinin açıklandığı ve sistemli bir
tahlilinin yapıldığı ilk ve en hacimli eserdir. Hanefî mezhebinin en meşhur el kitaplarından biri şüphesiz
Kudûrî’ye ait el-Muhtasar’dır.
3.2.1.1.2. Maliki Mezhebi
3.2.1.1.2.1. Kurucu İmamı
Maliki mezhebinin kurucu imamı Ebu Abdullah Malik b. Enes b. Malik b. Ebu Âmir el-Asbahî el-Yemeni’dir. İmam
Malik Medine yakınlarında bir yer olan Vâdiülkurâ’da doğmuştur. Zekâsı ve gayreti sayesinde kısa sürede ilimde
derinleşen ve hocalarının takdirini kazanan Malik, yirmi yaşlarında ders ve fetva vermeye başlamıştır.
3.2.1.1.2.2. Kuruluşu ve Yayılması
Hicrî II. yüzyılda Medine merkezli olarak ortaya çıkan ehl-i Hicâz fıkhı, Irak’tan Endülüs’e kadar uzanan geniş bir
coğrafyada yayılma imkânını bulmuştur.
3.2.1.1.2.3. Literatür
Maliki mezhebini önemli kaynaklarının başında ise Sahnûn lakabıyla tanınan Abdüsselâm b. Saîd et-Tenûhî’nin
el-Müdevvenetü’l-kübrâ’sı gelmektedir.
3.2.1.1.3. Şafiî Mezhebi
3.2.1.1.3.1. Kurucu İmamı
Şafiî mezhebinin kurucu imamı Ebu Abdullah Muhammed b. İdrîs eş-Şafiî Gazze’de doğmuştur. Baba tarafından
soyu Hz. Peygamber’in dördüncü kuşaktan dedesi Abdümenâf ile birleşmektedir. Küçük yaşta Kuran’ı
ezberlemiş, Hocası Müslüm’in tavsiyesine uyarak Medine’ye gitmiş ve İmam Malik’ten ders almıştır.
İki sene Bağdat’ta kalan İmam Şafiî tekrar Mekke’ye geri dönmüş, burada bir süre kaldıktan sonra Mısır’a
giderek, bir nevi inzivaya çekilmiştir.
İSLAM HUKUKU-1
61
Bu sırada İmam Şafiî, bazı görüşlerini yeni baştan gözden geçirmişve bir kısım görüşlerinde değişikliğe gitmiştir.
Bu değişikliğin sonucu olarak İmam Şafiî’nin eski görüşlerine “kadîm” yeni görüşlerine “cedîd” veya “Mısrî”
denilmiştir. İmam Şafiî 204/820 tarihinde 54 yaşında iken Mısır’da vefat etmiştir.
3.2.1.1.3.2. Kuruluşu ve Yayılması
Bu ilk nesil öğrencilerden sonra İbn Süreyc gibi üçüncü nesil Şafiî âlimlerin, mezhebin gelişip yayılmasına önemli
katkıları olmuştur. Ebu’l-Abbâs İbnSüreyc Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî’nin modelini esas alarak Şafiî’nin
fıkhî birikimini sistematik bütünlüğe kavuşturup bir mezhep yapısına büründürmüş ve mezhebe katkıları
sebebiyle “Küçük Şafiî” lakabını almıştır.
İbn Süreyc Şafiî mezhebinde ayrı bir yere sahiptir. Zira bu anlamda mezhep reisi olarak tanımlanan ilk Şafiî fakih
odur.
Şafiî mezhebinin gelişmesine ve yayılmasına önemli katkısı olan bir diğer husus da Nizâmü’l-mülk’ün kurmuş
olduğu medreselerde Şafiî fıkhının tedris edilmiş olmasıdır.
Şafiî mezhebinin gelişimine önemli bir diğer katkı da Selahaddîn-i Eyyûbî’den gelmiştir. Eyyûbî coğrafyasındaki
medreselerde Şafiî fıkhının okunmasıyla mezhep gelişimi yeni bir ivme kazanmıştır. Mısır’da Memlûklular
döneminde Şafiî mezhebi ayrıcalıklı konumunu Yavuz Sultan Selim’in Mısır’ı fethetmesine kadar sürdürmüştür.
3.2.1.1.3.3. Literatür
İmam Şafiî usul-i fıkhın kurucusu sayılmakta olup konuyla ilgili eseri er-Risale adını taşımaktadır. İmam Şafiî’nin
görüşlerinin ve bunların dayandığı delillerin yer aldığı en hacimli eseri el-Ümm’dür.
3.2.1.1.4. Hanbelî Mezhebi
3.2.1.1.4.1. Kurucu İmamı
Hanbelî mezhebinin kurucu imamı Ahmed b. Muhammed b. Hanbel b. Hilâl’dir. Bağdat’ta doğmuş ve Soyu Hz.
Peygamber’in dedelerinden Nizâr’la birleşerek Hz. İsmail’e kadar uzanır.
Ahmed b. Hanbel Mutezile ile aynı düşünmediğinden dolayı çeşitli sıkıntılara maruz kalmış ve hapse atılmıştır.
İki yıl dört ay süren hapis ve işkenceden sonra serbest bırakılmıştır. Züht ve takvasıyla örnek bir âlim profili çizen
Ahmed b. Hanbel Bağdat’ta vefat etmiştir.
3.2.1.1.4.2. Kuruluşu ve Yayılması
Ahmed b. Hanbel’in oğullarının da aralarında bulunduğu ilk öğrenciler tarafından “Mesâil” adı altında telif
edilen eserler oluşturur. Hanbelî mezhebinin kuruluş safhasındaki en önemli mimarı şüphesiz Ebu Bekir elHallâl’dır.
Hatta Hallâl’den önce müstakil bir Hanbelî mezhebinin bulunmadığı, topladığı meseleler ve ortaya
koyduğu kaideler sebebiyle onun Hanbelî mezhebinin gerçek kurucusu olduğu söylenebilir.
Hanbelî mezhebinin gelişimi açısından altın çağ, Abbasi Hilafetinin son iki yüzyılıdır. Son dönemlerde Vahhâbî
hareketiyle Hanbelî mezhebi, tarihinin en güçlü dönemini yaşamaktadır. Suudi Arabistan’ın Hanbelî mezhebini
ön plana çıkarması, arkasına devletin geniş malî ve siyasî imkânlarını alan Hanbelîlik mezhebinin gelişimine ve
yayılmasına doğrudan katkı sağlamıştır.
3.2.1.1.4.3. Literatür
İSLAM HUKUKU-1
62
Ebu Bekir el-Hallâl Ahmed b. Hanbelî’n fıkhî konularla ilgili görüşlerini derleyerek Hanbelî mezhebinin ilk büyük
hukuk müdevvenâtı olan Kitâbü’l-Câmi’ı telif etmiştir. Hallâl’ın çağdaşı olan Ebü’l-Kasım el-Hirakî ilk Hanbelî
fıkıh el kitabı olan el-Muhtasar’ı telif etmiştir. Eser yalnız bir Hanbelî mezhebi kaynağı olmayıp mukayeseli bir
İslâm hukuku kitabı niteliğindedir.
3.2.1.2. Yaşamayan Fıkıh Ekolleri
Dönemin coğrafî, tarihî ve siyasî şartları da bir mezhebin gelişimine doğrudan etki etmiştir. İslâm hukuk
tarihinde bir dönem etkili olup da günümüze kadar gelemeyen mezheplerden önemlileri şunlardır.
3.2.1.2.1. Hasan-ı Basrî Mezhebi
Ebu Saîd el-Hasan b. Yesâr el-Basrî’ye izafe edilen mezheptir. Medine’de doğmuş, sahâbî’den ilim elde etmiştir.
Hz. Ali’nin hilafet merkezini Küfe’ye nakletmesiyle O da Medine’den ayrılarak Irak’a gitmiş, Basra’ya yerleşmiş
ve burada vefat etmiştir.
3.2.1.2.2. İbn Şübrüme Mezhebi
Ebu Şübrüme Abdullah b. Şübrüme b. Et-Tufeyl ed-Dabbî’ye nispet edilen mezheptir. Emevîler döneminde Kûfe
kadısı olarak hizmet eden İbn Şübrüme, Abbasiler döneminde Mezâlim mahkemesi hâkimliği yapmıştır.
3.2.1.2.3. İbn Ebu Leylâ Mezhebi
Ebu Abdurrahman Muhammed b. Abdurrahman b. Ebu Leyla el-Ensârî el-Kûfî’ye izafe edilen bir mezheptir.
3.2.1.2.4. Evzâîi Mezhebi
Ebu Amr Abdurrahman b. Amr b. Yuhmîd el-Evzâî’ye izafe edilen mezheptir. Yaşamayan mezhepler içinde en
güçlü olanıdır. Emevîlerden sonra iktidara gelen Abbasilerin Emevîlere ait her şeyi yok etme siyasetinin bir
uzantısı olarak tarih sahnesinden silinmiştir.
3.2.1.2.5. Sevrî Mezhebi
Ebu Abdullah Süfyan b. Said es-Sevrî’nin kurucusu olduğu mezheptir.
3.2.1.2.6. Leys b. Sa’d Mezhebi
Ebu’l-Hâris el-Leys b. Sa’d el-Fehmî’ye nispet edilen mezheptir. İmam Şafiî’nin, Leys b. Sa’d hakkında söylemiş
olduğu “O, Mâlik’ten daha kuvvetli bir fıkıhçı idi. Ama arkadaşları O’nu ayakta tutmadılar” sözü yaşamayan fıkıh
mezheplerinin durumunu ifade etmektedir.
3.2.1.2.7. İbn Râhûye Mezhebi
Ebu Yakub İshâk b. İbrâhîm b. Hâlid et-Temîmî el-Hanzâlî el-Mervezî’ye (238/853) nispet edilen mezheptir. İbn
Hacer O’nun hakkında, “Fıkıh ve hadiste müminlerin emîridir, Şafiî ile bazı meselelerin münakaşasını yapmıştır”
şeklinde övgü dolu ifadeler kullanmıştır.
3.2.1.2.8. Ebu Sevr Mezhebi
İSLAM HUKUKU-1
63
Ebu Abdullah İbrahim b. Hâlid b. Ebü’l-Yemân el-Kelbî el-Bağdâdî’ye nispet edilen mezheptir.
3.2.1.2.9. Zâhiriyye Mezhebi
Zâhiriyye Mezhebi’nin kurucu imamı Ebu Süleyman Dâvûd b. Ali b. Halef el-İsfehânî dir. Lafızcı tutumu sebebiyle
ez-Zâhirî lakabıyla anılmıştır. Zâhiriyye mezhebi, dayandığı temel fikre göre isimlendirilmiş tek mezhep olma
özelliğini taşımaktadır. Zâhiriyye mezhebinin en karakteristik özelliği lafızcı olmasıdır. Temel ilkeleri; zahiri
bırakıp, tevile veya kıyasa gitmek batıldır ve haramdır. Zâhirîlik düşüncesini sistemleştiren kişi İbn Hazm’dır.
3.2.1.2.10. Taberî Mezhebi
Ebu Cafer Muhammed b. Cerîr et-Taberî ye izafe edilen mezheptir.
3.2.2. Sünnî Olmayan Fıkıh Ekolleri
3.2.2.1. İbâzî Mezhebi
Bilindiği üzere Hz. Ali zamanında tahkim olayını kabul etmeyenler Hz. Ali’den ayrılarak Hariciler adında bir grubu
oluşturmuşlardı. Emevîler zamanında gördüğü yoğun baskı ve şiddet sonucunda etkisini kaybetmiştir. Bugünkü
Umman’ın büyük çoğunluğu İbâzî mezhebine mensuptur.
3.2.2.2. Zeydiyye Mezhebi
Kurucusu, Zeyd b. Ali Zeynelâbidîn b. Hüseyin b. Ali’dir. Hz. Hüseyin’in torunudur. İlk fıkıh kitabı olan el-Mecmu’
adlı eserin müellifidir. Günümüzde Yemen’de çok güçlü bir şekilde varlığını sürdürmektedir.
3.2.2.3. Caferiyye Mezhebi
Kurucu imamı Ebu Abdullah Cafer b. Muhammed el-Bâkır b. Ali Zeynelabidîn’dir. İmam Cafer’e
mensubiyetlerinden dolayı Caferiyye denilen bu mezhebe, imamet meselesine verdikleri önemden dolayı
“İmâmiyye”, sonuncusu Muhammed Mehdî olan on iki imama bağlı bulundukları için de “İsnâaşeriyye” adı
verilmektedir
Günümüzde İran İslam Cumhuriyeti’nin resmi mezhebi olan Caferiliğin veya diğer adıyla İmamiyyenin,
memleketimizde Kars, Iğdır, Ardahan gibi İran’a coğrafi açıdan yakın olan bölgelerde müntesipleri
bulunmaktadır.
DUA İLE vesselam…
Abdulvahit TOKMAKÇI
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder