İSLAM HUKUKU 6. ÜNİTE ÖZET
İslam Hukuk Tarihi-II
2.1. EMEVÎLER DÖNEMİ
Hz. Hasan’ın İslâm birliğini sağlamak ve daha fazla kan dökülmesinin önüne geçmek amacıyla bazı şartlar
çerçevesinde hilafetten çekilmesi ve Abbâsîlerin iktidara gelmesine kadar süren dönem İslâm tarihinde
Emevîler dönemi olarak adlandırılmaktadır.
2.1.1. Dönemin Fıkhî Özellikleri
Bu döneme tâbiîn nesli damgasını vurduğundan dolayı Emevîler dönemini tâbiîn dönemi olarak da
adlandırmak mümkündür.
Tâbiîn nesli özellikle Kûfe, Basra, Mekke, Medine ve Dımaşk gibi belli merkezlerde sahâbîlerin etrafında
geniş ilim halkaları oluşturmuş, onlardan aldıkları bilgileri sonraki nesillere geliştirerek aktarmışlardır.
Emevîler devrinde Ömer b. Abdülaziz dışarıda bırakılacak olursa Emevî halifelerinin hemen tamamı dinî ve
fıkhî meselelere karşı ilgisiz davranmışlar, bu durum da fıkhın ferdî gayretlerle ve hoca-talebe ilişkileri
çerçevesinde ekolleşerek gelişmesine yol açmıştır.
Bazı Emevî yöneticilerin tasvip edilmeyen tutumları, çeşitli dönemlerde baş gösteren fitne ve ayaklanmalar,
yeni kültürlerle tanışmanın getirdiği fikrî tartışmalar ve gelişmeler fıkhın sistematiğini ve ilgi alanlarını da
yakından etkilemiştir. Ayrıca fıkhın ayrı bir ilim dalı halinde okutulup fakihlerce verilen fetvaların ilim
meclislerinde tartışılması ve farklı görüşlerin ortaya çıkması da fıkhın giderek gündelik hayattan uzaklaşıp
nazarî-doktriner bir ilim haline gelmesinin başlıca sebepleri arasındadır.
Sahabe döneminde hâkim nesil sahabe-i kirâmdır. Ancak Emevîler döneminde sahabe-i kirâmdan ziyade tâbiîn
uleması hâkim nesil konumundadır. Ayrıca sahabe fakihlerinin neredeyse tamamı Arap asıllı olmasına karşın
Emevîler döneminde tâbiûn fukahâsı arasında çok sayıda Arap asıllı olmayan (Mevâlî) bulunmaktadır.
2.1.2. İlk İhtilaflar
2.1.3. Hicaz Fıkıh Ekolü
Hicaz Fıkıh Ekolü (Hicaziyyûn) Medine merkezli ortaya çıkan fıkhî-ilmî gelenektir.
Kûfe ve Basra Hz. Ömer’in hilafeti döneminde kurulmuş iki şehirdi ve İbn Mesûd, Sad b. Ebu Vakkâs, Ammâr
b. Yâsir, Ebu Musa el-Eşârî, Muğire b. Şube, Enes b. Mâlik gibi birçok Sahâbî buraya yerleşmişti.
Hz. Ali’nin Kûfe’yi hilafet merkezi yapmasıyla Irak daha da büyük bir önem kazanmıştı.
Medine, dört halife döneminde üstlendiği Kuran ve Sünnet’e dayalı dinî bilgiye öncülük etme rolünü
Emevîler devrinde de devam ettirmiş, sahabe devrinden itibaren Medine’de güçlü bir ilmî muhit ve gelenek
ortaya çıkmıştır.
Fıkıh tarihçileri, Emevîler dönemindeki Medine fıkhının sahabeden Hz. Ömer, Zeyd b. Sâbit, Abdullah b.
Ömer, Hz. Osman, Hz. Aişe, Abdullah b. Abbas gibi fakîh Sahâbîlere dayandığını, özellikle de ilk üç Sahâbînin
bunda önemli etkisinin bulunduğunu ifade ederler.
Tâbiîn devrinde Medine’nin hadis ve fıkıh birikimini birinci dönemde Saîd b. Müseyyeb, ikinci dönemde ise
Nâfî ve Zührî simgelemiştir. Medine merkezli bu fıkhî-ilmî gelenek sahabe ve tâbiûn döneminde “Medine
Ekolü (Medresetü’l-Medine), Medineliler (Ehlü’l-Medine) veya Hicazlılar (Ehlü’l-Hicaz)” şeklinde
adlandırılmıştır. Bu gelenek, ilk zamanlarda daha çok üstat, muhit ve malzeme farklılığına dayanan bir
ekolleşme görünümünde iken Abbâsîler devrine girildiğinde “ehlü’l-hadis, ashâbü’l-hadis, ehlü’l-eser,
ehlü’l-ilim” gibi adlarla anılmaya başlanmıştır.
Gerek bu adlandırmada gerekse bu grubun hadis ve rey anlayışında, içinde bulundukları şartlar kadar
alternatif bir ekol olan Irak Ekolü’nün veya ikinci dönemdeki adlandırılmasıyla ehl-i reyin de önemli tesiri
olmuştur.
Ehl-i hadis ve ehl-i rey tabirlerinin kapsam ve kullanım alanı hadis ve rey kelimelerine verilen anlamla,
karşıt görülen grubun fikirleriyle ve dönemin şartlarıyla yakın bağlantı içinde olmuştur. Bunun için de ehl-i
hadisin kimliğini tespitte önemli güçlüklerin bulunduğu görülmektedir.
Emevîler döneminden itibaren Hicaz fıkhı ile Irak fıkhı arasındaki önceleri üstat, muhit ve bilgi, sonraları ise
metot ve görüş farklılığına dayanan rekabet ve fikri çekişme ortamı Hanefilerin ehl-i rey, karşılarında ortak
cephe oluşturan Malikî ve Şafiilerin de ehl-i hadis olarak adlandırılmasının başta gelen sebepleri arasında yer
almıştır.
Başta İmam Mâlik olmak üzere o dönemde Hicazlılar, kendi ellerinde bulunan hadislerin diğer bölgelerde
bilinen hadislerden daha sağlam ve güvenilir olduğuna inanmakta hatta Iraklılar’ın ve Şamlılar’ın elinde
bulunan hadisleri kendileri teyit ve tasvip etmedikçe delil saymamaktaydılar.Medine’de sözlü olarak
nakledilegelen hadisin yanı sıra şehir halkının dini hayatı yani “yaşayan sünnet” de dini delil olarak
algılandığından Hicazlılar eser yönünden zengin bir malzemeye sahipti.Henüz vuku bulmamış farazî
meseleleri tartışmaya, hadisin bulunmadığı konularda rey ve içtihada dayanarak yeni çözümler üretmeye de
sıcak bakmıyor, rey ve kıyasa ise sadece çok gerekli olduğunda başvuruyorlardı.
2.1.4. Irak Fıkıh Ekolü
Irak Fıkıh Ekolü (Irakiyyun) diğer adıyla Ehl-i Rey, Hz. Ömer zamanında genişleyen İslam fetihlerinin sonucu
olarak kurulan Kûfe şehrinde, Hicri II. yüzyılda ortaya çıkmış fıkıh ekolüdür.
Irak bölgesi Hicaz bölgesinin sadeliğinin aksine oldukça karışık bir bölgeydi.
Hıristiyan, Yahudi, Sabiî, Budist, Maniheist gibi farklı inanç ve düşünceye sahip insanların Müslüman olmaları
eskiden devralmış oldukları ilmî ve kültürel birikimin şekil değiştirerek İslam potasında yeniden
harmanlanmasına neden olmuştu.
Hz. Ömer, Irak’ın fethedilmesinden sonra kurulan Kûfe şehrine, fasih Arapça’yı konuşan kabileleri
yerleştirmiş, bölge halkına Kuran’ı ve dini bilgileri öğretmek üzere de Abdullah b. Mesûd’u göndermişti.
Sahabe içinde ilmî otorite olarak bilinen İbn Mesûd, Kuran bilgisi ve öğreticiliğinin yanı sıra isabetli görüş
sahibi oluşuyla da Hz. Peygamber’in övgüsüne mazhar olmuştu. Rivayete göre İbn Mesûd’un Kûfe’deki
öğrencilerinin sayısı kısa süre içinde 4000 civarında bir rakama ulaşmıştı.
Hz. Ali’nin, Kûfe’ye gelip de buradaki bilgi seviyesini ve ilmi faaliyeti görünce “Allah İbn Mesûd’a rahmet
etsin, bu şehri ilimle doldurmuş, onun öğrencileri bu şehrin kandilleridir” sözleriyle sevincini belirttiği
nakledilmektedir.
Hz. Ali zamanında Kûfe’nin hilafet merkezi olması ve kendisinin de bir süre burada kalması Kûfe’nin önemini
daha da arttırmıştır.
Kûfe ekolünün tâbiîn neslindeki temsilcisi olarak İbrahim en-Nehâî görülmektedir.
Çağdaşı âlimler onun, döneminin en âlim kişisi olduğu konusunda hem fikirdir. İbrahim en-Nehâî’nin metot ve
görüşleri, öğrencisi Hammâd b. Ebû Süleyman vasıtasıyla Ebu Hanife nesline intikal etmiş, Ebu Hanife’nin ve
ekolünün fıkhında derin bir etkiye sahip olmuştur.
Kûfe ekolünün ehl-i rey olarak adlandırılması, bu ekolün Kitap ve Sünnet’i terk edip yalnızca rey ile hüküm
verdiği anlamına gelmemelidir.
Ayet ve hadislerin yorumunda veya hadislerin sıhhatini kabul şartlarındaki görüş farklılıkları ise rey ve metot
farklılığı olarak anlaşılmalıdır.
Ebu Hanife ve ekolünün ehl-i rey olarak adlandırılması ise hem Ebu Hanife’nin Kûfe merkezli olmasından hem
de bu ekolü oluşturan fakihlerin hüküm çıkarmada reyi maharetle ve diğerlerine göre daha sık kullanmış
olmalarındandır.
hem amelî hem de nazarî tarafı bulunan çok yönlü bir fıkhî anlayış ortaya çıkmaya başlamıştır. Henüz
meydana gelmemiş yani farazî meselelerin hükümlerinin tartışılması da yine bu ekole mahsus bir özellik
olarak bu dönemde kendini göstermiştir. Bu sebeple hicri II. yüzyılın ortalarında Kûfe’de oluşan ehl-i reyin
Medine merkezli ehl-i hadisten belki de en önemli farkı hadisleri kabulde daha ihtiyatlı davranması,
hakkında nas bulunmayan konuda hemen reye başvurarak meselenin çözümüne yönelmesi, rey ile hüküm
vermeyi farazî meseleleri de kapsayacak şekilde geliştirip sistemleştirmesi olarak özetlenebilir.
2.1.5. Emevîler Dönemi Tedvin Faaliyeti
Fıkhın sistemli bir şekilde tedvin edilmesi Emevîler döneminde başlamıştır. Bu dönemde yapılan çalışmalar
özellikle İslam hukukunun olgunluk çağı olarak adlandırılan ve dört temel Sünnî fıkıh ekolünün kurumsal bir
yapıda mezhep olarak ortaya çıktıkları Abbasîler dönemindeki çalışmalara zemin hazırlaması bakımından
önemlidir.
Emevîler döneminde yazılan eserleri iki kısımda mütalaa etmek mümkündür:
1. Bu dönemde yazılıp da günümüze kadar gelen eserler
a. Süleym b. Kays el-Hilalî’nin fıkıh kitabı
b. Katâde b. Diâme’nin el-Menâsik isimli eseri
c. Zeyd b. Ali’nin Menâsikü’l-Hacc ve Âdâbuhu adlı eseri
d. Yine Zeyd b. Ali’nin el-Mecmu’ isimli fıkıh kitabı
2. Bu dönemde yazıldığına dair kaynaklarda bilgi bulunan ancak günümüze kadar gelmeyen eserler de
şunlardır
a. Zeyd b. Sâbit’in el-Ferâiz ve ed-Diyât adlı eserleri
b. Şureyh b. Hâris’e nispet edilen ancak kaynaklarda ismi belirtilmeyen fıkıh kitabı
2.2. ÜÇÜNCÜ DÖNEM (İslâm Hukukunun Olgunluk Çağı; Abbâsîler Dönemi)
bu hanedâna ilk atalarına nisbetle “Hâşimiler” adı da verilmektedir.
Abbâsîler’in iktidara gelmesi, Emevî idaresinden memnun olmayan grupların lider kadrolarının temsil ettiği
ve öncülüğünü yaptığı yoğun bir propaganda ve teşkilatlanan büyük bir kitlenin faaliyeti neticesinde
mümkün olmuştur. Emevî halifelerinin bir asır kadar devam eden idarelerinde benimsedikleri siyasî görüşler
ve yaptıkları uygulamalar, geniş bir sahaya yayılmış bulunan İslam toplumu içinde çeşitli gayr-i memnun
unsurların ortaya çıkmasına ve sonunda Emevî hanedanının yıkılmasına yol açmıştır.
Abbâsîler hilafeti ele geçirdiklerinde, genellikle Emevîler’in temsil ettiği “mülk-devlet” yerine, dine dayalı
devlet şeklinde gerçek halifelik fikir ve idealini temsil eden kimseler olarak karşılanmışlardır.
Emevî halifelerinin içkili vaziyette İslam toplumuna namaz kıldırmalarına karşılık Abbâsî halifeleri Cuma
namazlarında Hz. Peygamber’in hırka-i şerifini giymiş, etrafında himayesi altında tuttuğu ve devlet işlerinde
tavsiye ve görüşlerini aldığı fakihler ve diğer din âlimleri bulunmuştur.
2.2.1. Dönemin Fıkhî Özellikleri
Mezheplerin teşekkülüne yol açan amilleri maddeler halinde şu şekilde özetlemek mümkündür;
a. Daha önceki dönemde müçtehitler çeşitli konularda ve dağınık bir şekilde içtihatta bulunmuşken Abbâsîler
döneminde müçtehitler fıkhın bütün konularında ve sistematik bir şekilde içtihatta bulunmuşlardır.
b. Diğer dönemlerin aksine bu dönemde yapılan içtihatlar kitaplarda yer almaya başlamış, bu da fıkha dair
literatürün gelişimine katkıda bulunmuştur.
c. Emevîler döneminde Hicaziyyûn ve Irakıyyûn şeklinde ortaya çıkan ilk ihtilaflar bu dönemde rey ve hadis
malzemesinin kullanılıp kullanılmamasına veya ne ölçüde kullanılacağına dönüşmüş, ortaya çıkan ilim ve fikir
ayrılıkları fıkhın gelişimine doğrudan etki etmiştir.
d. Bu münakaşa ve münazaralar özellikle usul-i fıkhın müstakil bir ilmî disiplin olarak ortaya çıkmasına vesile
olmuştur.
2.2.2. Abbâsîler Dönemi Tedvin Faaliyeti
Emevîler döneminde başlayan fıkhın tedvini Abbâsîler döneminde nitelik ve nicelik açısından zirveye
ulaşmıştır. İslam hukuk tarihinde ortaya çıkan hemen bütün mezhepler Abbâsîlerin iktidara geldikleri 750’li
yıllardan yaklaşık 900’lü yıllara kadar kuruluşunu tamamlamıştır. Mezheplerin, kurucu imam-öğrenci ve eser
şeklinde üçlü sacayağını oluşturan ve kurumsal bir yapı arzeden ekoller olarak gelişimi bu dönemde
tamamlandığından Abbâsîler dönemi fıkhın olgunluk çağı olarak adlandırılmaktadır
İslam toplumunun hukuku olan fıkıh, nazarî ve doktriner gelişimini bu dönemde tamamlarken, bu gelişime
paralel olarak hukukun tatbik sahası olan adlî teşkilat da yine Abbâsîler döneminde gelişmiş ve kendisinden
sonraki dönemler için örneklik görevini görmüştür.
Halife Hârunürreşîd devrinden itibaren ise kâdılkudâtlık (başkadılık) müessesi ihdâs edilmiş ve bu göreve ilk
olarak Ebu Hanife’nin ilim halkasının önemli simalarından İmam Ebu Yusuf getirilmiştir.
Zaman zaman halifelerin kadıları kendi istekleri doğrultusunda hüküm vermeye zorlamaları sebebiyle bazı
fakihler kadılık görevini kabul etmemişlerdir. Nitekim İmam-ı Azam Ebu Hanife, Halife Mansur’un kadılık
teklifini bu nedenden dolayı reddetmiştir.
FANİ MİSAFİR
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder