15 Mart 2015 Pazar

İSLAM HUKUKU 6. ÜNİTE ÖZET

İSLAM HUKUKU 6. ÜNİTE ÖZET
İslam Hukuk Tarihi-II 2.1. EMEVÎLER DÖNEMİ Hz. Hasan’ın İslâm birliğini sağlamak ve daha fazla kan dökülmesinin önüne geçmek amacıyla bazı şartlar çerçevesinde hilafetten çekilmesi ve Abbâsîlerin iktidara gelmesine kadar süren dönem İslâm tarihinde Emevîler dönemi olarak adlandırılmaktadır. 2.1.1. Dönemin Fıkhî Özellikleri Bu döneme tâbiîn nesli damgasını vurduğundan dolayı Emevîler dönemini tâbiîn dönemi olarak da adlandırmak mümkündür. Tâbiîn nesli özellikle Kûfe, Basra, Mekke, Medine ve Dımaşk gibi belli merkezlerde sahâbîlerin etrafında geniş ilim halkaları oluşturmuş, onlardan aldıkları bilgileri sonraki nesillere geliştirerek aktarmışlardır. Emevîler devrinde Ömer b. Abdülaziz dışarıda bırakılacak olursa Emevî halifelerinin hemen tamamı dinî ve fıkhî meselelere karşı ilgisiz davranmışlar, bu durum da fıkhın ferdî gayretlerle ve hoca-talebe ilişkileri çerçevesinde ekolleşerek gelişmesine yol açmıştır. Bazı Emevî yöneticilerin tasvip edilmeyen tutumları, çeşitli dönemlerde baş gösteren fitne ve ayaklanmalar, yeni kültürlerle tanışmanın getirdiği fikrî tartışmalar ve gelişmeler fıkhın sistematiğini ve ilgi alanlarını da yakından etkilemiştir. Ayrıca fıkhın ayrı bir ilim dalı halinde okutulup fakihlerce verilen fetvaların ilim meclislerinde tartışılması ve farklı görüşlerin ortaya çıkması da fıkhın giderek gündelik hayattan uzaklaşıp nazarî-doktriner bir ilim haline gelmesinin başlıca sebepleri arasındadır. Sahabe döneminde hâkim nesil sahabe-i kirâmdır. Ancak Emevîler döneminde sahabe-i kirâmdan ziyade tâbiîn uleması hâkim nesil konumundadır. Ayrıca sahabe fakihlerinin neredeyse tamamı Arap asıllı olmasına karşın Emevîler döneminde tâbiûn fukahâsı arasında çok sayıda Arap asıllı olmayan (Mevâlî) bulunmaktadır. 2.1.2. İlk İhtilaflar 2.1.3. Hicaz Fıkıh Ekolü Hicaz Fıkıh Ekolü (Hicaziyyûn) Medine merkezli ortaya çıkan fıkhî-ilmî gelenektir. Kûfe ve Basra Hz. Ömer’in hilafeti döneminde kurulmuş iki şehirdi ve İbn Mesûd, Sad b. Ebu Vakkâs, Ammâr b. Yâsir, Ebu Musa el-Eşârî, Muğire b. Şube, Enes b. Mâlik gibi birçok Sahâbî buraya yerleşmişti. Hz. Ali’nin Kûfe’yi hilafet merkezi yapmasıyla Irak daha da büyük bir önem kazanmıştı. Medine, dört halife döneminde üstlendiği Kuran ve Sünnet’e dayalı dinî bilgiye öncülük etme rolünü Emevîler devrinde de devam ettirmiş, sahabe devrinden itibaren Medine’de güçlü bir ilmî muhit ve gelenek ortaya çıkmıştır. Fıkıh tarihçileri, Emevîler dönemindeki Medine fıkhının sahabeden Hz. Ömer, Zeyd b. Sâbit, Abdullah b. Ömer, Hz. Osman, Hz. Aişe, Abdullah b. Abbas gibi fakîh Sahâbîlere dayandığını, özellikle de ilk üç Sahâbînin bunda önemli etkisinin bulunduğunu ifade ederler. Tâbiîn devrinde Medine’nin hadis ve fıkıh birikimini birinci dönemde Saîd b. Müseyyeb, ikinci dönemde ise Nâfî ve Zührî simgelemiştir. Medine merkezli bu fıkhî-ilmî gelenek sahabe ve tâbiûn döneminde “Medine Ekolü (Medresetü’l-Medine), Medineliler (Ehlü’l-Medine) veya Hicazlılar (Ehlü’l-Hicaz)” şeklinde adlandırılmıştır. Bu gelenek, ilk zamanlarda daha çok üstat, muhit ve malzeme farklılığına dayanan bir ekolleşme görünümünde iken Abbâsîler devrine girildiğinde “ehlü’l-hadis, ashâbü’l-hadis, ehlü’l-eser, ehlü’l-ilim” gibi adlarla anılmaya başlanmıştır. Gerek bu adlandırmada gerekse bu grubun hadis ve rey anlayışında, içinde bulundukları şartlar kadar alternatif bir ekol olan Irak Ekolü’nün veya ikinci dönemdeki adlandırılmasıyla ehl-i reyin de önemli tesiri olmuştur. Ehl-i hadis ve ehl-i rey tabirlerinin kapsam ve kullanım alanı hadis ve rey kelimelerine verilen anlamla, karşıt görülen grubun fikirleriyle ve dönemin şartlarıyla yakın bağlantı içinde olmuştur. Bunun için de ehl-i hadisin kimliğini tespitte önemli güçlüklerin bulunduğu görülmektedir. Emevîler döneminden itibaren Hicaz fıkhı ile Irak fıkhı arasındaki önceleri üstat, muhit ve bilgi, sonraları ise metot ve görüş farklılığına dayanan rekabet ve fikri çekişme ortamı Hanefilerin ehl-i rey, karşılarında ortak cephe oluşturan Malikî ve Şafiilerin de ehl-i hadis olarak adlandırılmasının başta gelen sebepleri arasında yer almıştır. Başta İmam Mâlik olmak üzere o dönemde Hicazlılar, kendi ellerinde bulunan hadislerin diğer bölgelerde bilinen hadislerden daha sağlam ve güvenilir olduğuna inanmakta hatta Iraklılar’ın ve Şamlılar’ın elinde bulunan hadisleri kendileri teyit ve tasvip etmedikçe delil saymamaktaydılar.Medine’de sözlü olarak nakledilegelen hadisin yanı sıra şehir halkının dini hayatı yani “yaşayan sünnet” de dini delil olarak algılandığından Hicazlılar eser yönünden zengin bir malzemeye sahipti.Henüz vuku bulmamış farazî meseleleri tartışmaya, hadisin bulunmadığı konularda rey ve içtihada dayanarak yeni çözümler üretmeye de sıcak bakmıyor, rey ve kıyasa ise sadece çok gerekli olduğunda başvuruyorlardı. 2.1.4. Irak Fıkıh Ekolü Irak Fıkıh Ekolü (Irakiyyun) diğer adıyla Ehl-i Rey, Hz. Ömer zamanında genişleyen İslam fetihlerinin sonucu olarak kurulan Kûfe şehrinde, Hicri II. yüzyılda ortaya çıkmış fıkıh ekolüdür. Irak bölgesi Hicaz bölgesinin sadeliğinin aksine oldukça karışık bir bölgeydi. Hıristiyan, Yahudi, Sabiî, Budist, Maniheist gibi farklı inanç ve düşünceye sahip insanların Müslüman olmaları eskiden devralmış oldukları ilmî ve kültürel birikimin şekil değiştirerek İslam potasında yeniden harmanlanmasına neden olmuştu. Hz. Ömer, Irak’ın fethedilmesinden sonra kurulan Kûfe şehrine, fasih Arapça’yı konuşan kabileleri yerleştirmiş, bölge halkına Kuran’ı ve dini bilgileri öğretmek üzere de Abdullah b. Mesûd’u göndermişti. Sahabe içinde ilmî otorite olarak bilinen İbn Mesûd, Kuran bilgisi ve öğreticiliğinin yanı sıra isabetli görüş sahibi oluşuyla da Hz. Peygamber’in övgüsüne mazhar olmuştu. Rivayete göre İbn Mesûd’un Kûfe’deki öğrencilerinin sayısı kısa süre içinde 4000 civarında bir rakama ulaşmıştı. Hz. Ali’nin, Kûfe’ye gelip de buradaki bilgi seviyesini ve ilmi faaliyeti görünce “Allah İbn Mesûd’a rahmet etsin, bu şehri ilimle doldurmuş, onun öğrencileri bu şehrin kandilleridir” sözleriyle sevincini belirttiği nakledilmektedir. Hz. Ali zamanında Kûfe’nin hilafet merkezi olması ve kendisinin de bir süre burada kalması Kûfe’nin önemini daha da arttırmıştır. Kûfe ekolünün tâbiîn neslindeki temsilcisi olarak İbrahim en-Nehâî görülmektedir. Çağdaşı âlimler onun, döneminin en âlim kişisi olduğu konusunda hem fikirdir. İbrahim en-Nehâî’nin metot ve görüşleri, öğrencisi Hammâd b. Ebû Süleyman vasıtasıyla Ebu Hanife nesline intikal etmiş, Ebu Hanife’nin ve ekolünün fıkhında derin bir etkiye sahip olmuştur. Kûfe ekolünün ehl-i rey olarak adlandırılması, bu ekolün Kitap ve Sünnet’i terk edip yalnızca rey ile hüküm verdiği anlamına gelmemelidir. Ayet ve hadislerin yorumunda veya hadislerin sıhhatini kabul şartlarındaki görüş farklılıkları ise rey ve metot farklılığı olarak anlaşılmalıdır. Ebu Hanife ve ekolünün ehl-i rey olarak adlandırılması ise hem Ebu Hanife’nin Kûfe merkezli olmasından hem de bu ekolü oluşturan fakihlerin hüküm çıkarmada reyi maharetle ve diğerlerine göre daha sık kullanmış olmalarındandır. hem amelî hem de nazarî tarafı bulunan çok yönlü bir fıkhî anlayış ortaya çıkmaya başlamıştır. Henüz meydana gelmemiş yani farazî meselelerin hükümlerinin tartışılması da yine bu ekole mahsus bir özellik olarak bu dönemde kendini göstermiştir. Bu sebeple hicri II. yüzyılın ortalarında Kûfe’de oluşan ehl-i reyin Medine merkezli ehl-i hadisten belki de en önemli farkı hadisleri kabulde daha ihtiyatlı davranması, hakkında nas bulunmayan konuda hemen reye başvurarak meselenin çözümüne yönelmesi, rey ile hüküm vermeyi farazî meseleleri de kapsayacak şekilde geliştirip sistemleştirmesi olarak özetlenebilir. 2.1.5. Emevîler Dönemi Tedvin Faaliyeti Fıkhın sistemli bir şekilde tedvin edilmesi Emevîler döneminde başlamıştır. Bu dönemde yapılan çalışmalar özellikle İslam hukukunun olgunluk çağı olarak adlandırılan ve dört temel Sünnî fıkıh ekolünün kurumsal bir yapıda mezhep olarak ortaya çıktıkları Abbasîler dönemindeki çalışmalara zemin hazırlaması bakımından önemlidir. Emevîler döneminde yazılan eserleri iki kısımda mütalaa etmek mümkündür: 1. Bu dönemde yazılıp da günümüze kadar gelen eserler a. Süleym b. Kays el-Hilalî’nin fıkıh kitabı b. Katâde b. Diâme’nin el-Menâsik isimli eseri c. Zeyd b. Ali’nin Menâsikü’l-Hacc ve Âdâbuhu adlı eseri d. Yine Zeyd b. Ali’nin el-Mecmu’ isimli fıkıh kitabı 2. Bu dönemde yazıldığına dair kaynaklarda bilgi bulunan ancak günümüze kadar gelmeyen eserler de şunlardır a. Zeyd b. Sâbit’in el-Ferâiz ve ed-Diyât adlı eserleri b. Şureyh b. Hâris’e nispet edilen ancak kaynaklarda ismi belirtilmeyen fıkıh kitabı 2.2. ÜÇÜNCÜ DÖNEM (İslâm Hukukunun Olgunluk Çağı; Abbâsîler Dönemi) bu hanedâna ilk atalarına nisbetle “Hâşimiler” adı da verilmektedir. Abbâsîler’in iktidara gelmesi, Emevî idaresinden memnun olmayan grupların lider kadrolarının temsil ettiği ve öncülüğünü yaptığı yoğun bir propaganda ve teşkilatlanan büyük bir kitlenin faaliyeti neticesinde mümkün olmuştur. Emevî halifelerinin bir asır kadar devam eden idarelerinde benimsedikleri siyasî görüşler ve yaptıkları uygulamalar, geniş bir sahaya yayılmış bulunan İslam toplumu içinde çeşitli gayr-i memnun unsurların ortaya çıkmasına ve sonunda Emevî hanedanının yıkılmasına yol açmıştır. Abbâsîler hilafeti ele geçirdiklerinde, genellikle Emevîler’in temsil ettiği “mülk-devlet” yerine, dine dayalı devlet şeklinde gerçek halifelik fikir ve idealini temsil eden kimseler olarak karşılanmışlardır. Emevî halifelerinin içkili vaziyette İslam toplumuna namaz kıldırmalarına karşılık Abbâsî halifeleri Cuma namazlarında Hz. Peygamber’in hırka-i şerifini giymiş, etrafında himayesi altında tuttuğu ve devlet işlerinde tavsiye ve görüşlerini aldığı fakihler ve diğer din âlimleri bulunmuştur. 2.2.1. Dönemin Fıkhî Özellikleri Mezheplerin teşekkülüne yol açan amilleri maddeler halinde şu şekilde özetlemek mümkündür; a. Daha önceki dönemde müçtehitler çeşitli konularda ve dağınık bir şekilde içtihatta bulunmuşken Abbâsîler döneminde müçtehitler fıkhın bütün konularında ve sistematik bir şekilde içtihatta bulunmuşlardır. b. Diğer dönemlerin aksine bu dönemde yapılan içtihatlar kitaplarda yer almaya başlamış, bu da fıkha dair literatürün gelişimine katkıda bulunmuştur. c. Emevîler döneminde Hicaziyyûn ve Irakıyyûn şeklinde ortaya çıkan ilk ihtilaflar bu dönemde rey ve hadis malzemesinin kullanılıp kullanılmamasına veya ne ölçüde kullanılacağına dönüşmüş, ortaya çıkan ilim ve fikir ayrılıkları fıkhın gelişimine doğrudan etki etmiştir. d. Bu münakaşa ve münazaralar özellikle usul-i fıkhın müstakil bir ilmî disiplin olarak ortaya çıkmasına vesile olmuştur. 2.2.2. Abbâsîler Dönemi Tedvin Faaliyeti Emevîler döneminde başlayan fıkhın tedvini Abbâsîler döneminde nitelik ve nicelik açısından zirveye ulaşmıştır. İslam hukuk tarihinde ortaya çıkan hemen bütün mezhepler Abbâsîlerin iktidara geldikleri 750’li yıllardan yaklaşık 900’lü yıllara kadar kuruluşunu tamamlamıştır. Mezheplerin, kurucu imam-öğrenci ve eser şeklinde üçlü sacayağını oluşturan ve kurumsal bir yapı arzeden ekoller olarak gelişimi bu dönemde tamamlandığından Abbâsîler dönemi fıkhın olgunluk çağı olarak adlandırılmaktadır İslam toplumunun hukuku olan fıkıh, nazarî ve doktriner gelişimini bu dönemde tamamlarken, bu gelişime paralel olarak hukukun tatbik sahası olan adlî teşkilat da yine Abbâsîler döneminde gelişmiş ve kendisinden sonraki dönemler için örneklik görevini görmüştür. Halife Hârunürreşîd devrinden itibaren ise kâdılkudâtlık (başkadılık) müessesi ihdâs edilmiş ve bu göreve ilk olarak Ebu Hanife’nin ilim halkasının önemli simalarından İmam Ebu Yusuf getirilmiştir. Zaman zaman halifelerin kadıları kendi istekleri doğrultusunda hüküm vermeye zorlamaları sebebiyle bazı fakihler kadılık görevini kabul etmemişlerdir. Nitekim İmam-ı Azam Ebu Hanife, Halife Mansur’un kadılık teklifini bu nedenden dolayı reddetmiştir.
FANİ MİSAFİR

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder