Ünite 5, Sayfa 4
SÛFİYYE VE TASAVVUF
Şüphesiz ki tasavvuf, değeri büyük, yararı çok, nurları parlak meyveleri olgundur. Ruhu kirden arındırır Ruhları pislikten temizler. İnsanı Allah’ın rızasına kavuşturur. Tasavvufun Hulasası (Özeti), Allah’ın şeriatına uymak, bütün isleri Allah’a bırakmaktır. Ayrıca aslî görevlerde ihmalkâr davranmadan, yasaklara yaklaşmadan, kadere rıza göstererek bütün işlerde O’na sığınmaktır.
Tasavvuf ehli; zühd, fakirlik, kulluk, ilhama mazhar olan, âlemi seyreden (gezen-seyyah), uzlet, sükût, halvet, zikir ve irşâd ehli olarak tanımlanır.
İSLAMİ TASAVVUF
Tasavvuf, Rasulullah (s.a.v) Efendimizin; “Her ne kadar sen onu görmesen de Allah’ı görüyormuş gibi ona ibadet etmendir.” Buyurduğu İhsan makamıdır.
Tasavvuf, değersiz olan her şeyden arınmaktır; insanı, her türlü düşünce, söz, eylem, niyette ve insan hayatının bütün aşamalarında Mevla’ya bağlamaktır.
Tasavvufu tek kelime ile “En yüksek duygu ve maneviyat içerisinde Allah’a sığınmaktır (Allah’tan korkmaktır)” diye özetlemek mümkündür. Takvanın ruhu: temizlenmektir. “Gerçekten nefsini fücur’dan temizleyen felah bulur.” (A’lâ14, Şems 6. Ayet)
Bu mana (itibarla) ile Peygamber (s.a.v) Efendimiz, Sahabe, Tabiin ve ondan sonra gelenlerin uygulamalarında fiili olarak uygulandığından emin olabilirsin
Tasavvuf, fazilette (güzellikte) takvanın unsurlarından mesela (islama) davet, cihat, zikir, fikir, zühd’de daha üstündür. Bununla beraber Tasavvuf, vahyin getirdiği, Kuran’ın indirdiği, Sünnetin teşvik ettiği şeylerdendir. Tasavvuf Kuran’da takva makamı, Hadis’te ihsan makamıdır. Tasavvuf, Allahü Teâlâ’nın: “Dindar kullardan (amil ulema’dan) olun” buyurduğu “İslamî Rabbânî” makamıdır.
İmam Ebu Ali er-Ravzebânî’ye Sûfîlik hakkında sordular da O, Nefsi temizlemek arzusu (niyeti) ile üzerine yün giyse, dünya onun umurunda olmaz. Mustafa’nın yolundan (güzide bir yoldan) gitmiş olur.
İmam Sehl ibn-i Abdullah et-Tüsterî’ye Sûfîlik hakkında sordular da O şöyle cevap verdi:
1- Sufî, bulanıklıktan durulanan, tefekkürle dolan, yanında altınla çamur eşit olandır (çamur ve altına aynı değeri verendir.)
2-Şöyle de tercüme edilebilir “Sûfî o kimsedir ki; (kalbini) kederden temizler, (Allah) fikri ile doldurursa, ona göre altın ile kuru çamur aynıdır (fark etmez).
Ünite 5, Sayfa 5
Sûfî taifenin seyidi Cüneyd-i Bağdâdî (r.a.) şöyle dedi: “Bizim yolumuz, Kuran ve Sünnete bağlılıktır. Çünkü Allah’a giden yol, Resulullahın izini (sünnetini) takip edenlere kapalı değildir.”
Sehl et-Tüsterî de dedi ki; “Bizim yolumuz, üç’tür; “Ahlak ve fiiliyatta Nebi (s.a.v)’e bağlılık, Helalinden yemek, Bütün işlerde iyi niyetli olmak.”
Şeyh Ebu’l-Hasan eş-Şâzilî şöyle dedi; “Bu yol ne ruhbanlıkla ne de arpa ve kepek yemektir. Bu yol, ancak ve ancak olaylara sabır göstermek ve hidayete inanmaktır.” (Bkz.Secde 24.)
İmam Ahmed er-Rufâî Ebu İshak İbrahim el-A’zeb’e dedi: “Deden ancak Allah için Rasulullah (s.a.v)’a tabi olan bir yola girdi. Kimin sohbeti Rasülüllah (s.a.v)’in sırrı ile beraber olursa (yani sohbetinde devamlı Rasülüllah (s.a.v)’tan bahsederse) Onu âdâbına, ahlakına, şeriatına ve sünnetine tabi olmuş olur. Kim ki, bunlardan yüz çevirirse Helak olanların yolundan gitmiş olur. Ve yine dedi ki; “Şeriate karşı olan her yol zındıklıktır. Havada bağdaş kurmuş bir şahsı görürseniz, Ona iltifat (itimat) etmeyin. Emir ve nehiy haline bakın. (Yani, Emri bi’l-Ma’ruf Nehy-i ani’l-Münker’i nasıl yaşadığına bakın). Yine dedi ki; “Sûfî, İlmi ile amel eden fakih kişidir
Ârif billâh eş-Şârânî Tabakât isimli kitabının giriş bölümünde şöyle bir hikâye anlatır: “Bir kavmin icması, Sûfiyye yoluna girmek için şeriat ilmi ve o şeriatın mantığını, içeriğini, hususi ve umumiliğini, nâsih ve mensuhunu bilmekte usta olması gerekmektedir. Ve yine Arap lügatinde ve Arap lügatinin mecaz, istiâre gibi inceliklerine vakıf olması gerekir.”
Tasavvufun tarifindeki farklılık, kişilerin davranış basamaklarındaki görüşlerine göre değişir. Bu basamaklardan her bireri kendi makamında tasavvufun esasını tercüme eder. Hiç biri diğerinin makamına karşı olmaz. Çünkü hakikat birdir. Bu hakikat her şeyi içerisine alan (içerisinde her türlü meyve ve sebzenin) bulunduğu bostan gibidir ki: Bu yolda olan herkes, o bostandan bir ağacın altında durur da onu (vasıflar) belirler ve bu bostanda bundan başka ağaç yok diyemez. Bu tarifler, ( tasavvufu farklı şekilde tarif ), her ne zaman farklı olursa, işte o zaman kişi tezekkî (nefsi arındırmak) ve takva rütbesine kavuşur. Yani İslâmî Rabbâni’ye, yani Allah’a hicret yolu üzere olur. (Zariyat 50; Ankebût 26)
SÛFİYYE VE TASAVVUF
Şüphesiz ki tasavvuf, değeri büyük, yararı çok, nurları parlak meyveleri olgundur. Ruhu kirden arındırır Ruhları pislikten temizler. İnsanı Allah’ın rızasına kavuşturur. Tasavvufun Hulasası (Özeti), Allah’ın şeriatına uymak, bütün isleri Allah’a bırakmaktır. Ayrıca aslî görevlerde ihmalkâr davranmadan, yasaklara yaklaşmadan, kadere rıza göstererek bütün işlerde O’na sığınmaktır.
Tasavvuf ehli; zühd, fakirlik, kulluk, ilhama mazhar olan, âlemi seyreden (gezen-seyyah), uzlet, sükût, halvet, zikir ve irşâd ehli olarak tanımlanır.
İSLAMİ TASAVVUF
Tasavvuf, Rasulullah (s.a.v) Efendimizin; “Her ne kadar sen onu görmesen de Allah’ı görüyormuş gibi ona ibadet etmendir.” Buyurduğu İhsan makamıdır.
Tasavvuf, değersiz olan her şeyden arınmaktır; insanı, her türlü düşünce, söz, eylem, niyette ve insan hayatının bütün aşamalarında Mevla’ya bağlamaktır.
Tasavvufu tek kelime ile “En yüksek duygu ve maneviyat içerisinde Allah’a sığınmaktır (Allah’tan korkmaktır)” diye özetlemek mümkündür. Takvanın ruhu: temizlenmektir. “Gerçekten nefsini fücur’dan temizleyen felah bulur.” (A’lâ14, Şems 6. Ayet)
Bu mana (itibarla) ile Peygamber (s.a.v) Efendimiz, Sahabe, Tabiin ve ondan sonra gelenlerin uygulamalarında fiili olarak uygulandığından emin olabilirsin
Tasavvuf, fazilette (güzellikte) takvanın unsurlarından mesela (islama) davet, cihat, zikir, fikir, zühd’de daha üstündür. Bununla beraber Tasavvuf, vahyin getirdiği, Kuran’ın indirdiği, Sünnetin teşvik ettiği şeylerdendir. Tasavvuf Kuran’da takva makamı, Hadis’te ihsan makamıdır. Tasavvuf, Allahü Teâlâ’nın: “Dindar kullardan (amil ulema’dan) olun” buyurduğu “İslamî Rabbânî” makamıdır.
İmam Ebu Ali er-Ravzebânî’ye Sûfîlik hakkında sordular da O, Nefsi temizlemek arzusu (niyeti) ile üzerine yün giyse, dünya onun umurunda olmaz. Mustafa’nın yolundan (güzide bir yoldan) gitmiş olur.
İmam Sehl ibn-i Abdullah et-Tüsterî’ye Sûfîlik hakkında sordular da O şöyle cevap verdi:
1- Sufî, bulanıklıktan durulanan, tefekkürle dolan, yanında altınla çamur eşit olandır (çamur ve altına aynı değeri verendir.)
2-Şöyle de tercüme edilebilir “Sûfî o kimsedir ki; (kalbini) kederden temizler, (Allah) fikri ile doldurursa, ona göre altın ile kuru çamur aynıdır (fark etmez).
Ünite 5, Sayfa 5
Sûfî taifenin seyidi Cüneyd-i Bağdâdî (r.a.) şöyle dedi: “Bizim yolumuz, Kuran ve Sünnete bağlılıktır. Çünkü Allah’a giden yol, Resulullahın izini (sünnetini) takip edenlere kapalı değildir.”
Sehl et-Tüsterî de dedi ki; “Bizim yolumuz, üç’tür; “Ahlak ve fiiliyatta Nebi (s.a.v)’e bağlılık, Helalinden yemek, Bütün işlerde iyi niyetli olmak.”
Şeyh Ebu’l-Hasan eş-Şâzilî şöyle dedi; “Bu yol ne ruhbanlıkla ne de arpa ve kepek yemektir. Bu yol, ancak ve ancak olaylara sabır göstermek ve hidayete inanmaktır.” (Bkz.Secde 24.)
İmam Ahmed er-Rufâî Ebu İshak İbrahim el-A’zeb’e dedi: “Deden ancak Allah için Rasulullah (s.a.v)’a tabi olan bir yola girdi. Kimin sohbeti Rasülüllah (s.a.v)’in sırrı ile beraber olursa (yani sohbetinde devamlı Rasülüllah (s.a.v)’tan bahsederse) Onu âdâbına, ahlakına, şeriatına ve sünnetine tabi olmuş olur. Kim ki, bunlardan yüz çevirirse Helak olanların yolundan gitmiş olur. Ve yine dedi ki; “Şeriate karşı olan her yol zındıklıktır. Havada bağdaş kurmuş bir şahsı görürseniz, Ona iltifat (itimat) etmeyin. Emir ve nehiy haline bakın. (Yani, Emri bi’l-Ma’ruf Nehy-i ani’l-Münker’i nasıl yaşadığına bakın). Yine dedi ki; “Sûfî, İlmi ile amel eden fakih kişidir
Ârif billâh eş-Şârânî Tabakât isimli kitabının giriş bölümünde şöyle bir hikâye anlatır: “Bir kavmin icması, Sûfiyye yoluna girmek için şeriat ilmi ve o şeriatın mantığını, içeriğini, hususi ve umumiliğini, nâsih ve mensuhunu bilmekte usta olması gerekmektedir. Ve yine Arap lügatinde ve Arap lügatinin mecaz, istiâre gibi inceliklerine vakıf olması gerekir.”
Tasavvufun tarifindeki farklılık, kişilerin davranış basamaklarındaki görüşlerine göre değişir. Bu basamaklardan her bireri kendi makamında tasavvufun esasını tercüme eder. Hiç biri diğerinin makamına karşı olmaz. Çünkü hakikat birdir. Bu hakikat her şeyi içerisine alan (içerisinde her türlü meyve ve sebzenin) bulunduğu bostan gibidir ki: Bu yolda olan herkes, o bostandan bir ağacın altında durur da onu (vasıflar) belirler ve bu bostanda bundan başka ağaç yok diyemez. Bu tarifler, ( tasavvufu farklı şekilde tarif ), her ne zaman farklı olursa, işte o zaman kişi tezekkî (nefsi arındırmak) ve takva rütbesine kavuşur. Yani İslâmî Rabbâni’ye, yani Allah’a hicret yolu üzere olur. (Zariyat 50; Ankebût 26)
İSLAMÎ TASAVVUF İLE
KÜRESEL RUHÂNÎ RENKLER ARASINDAKİ FARK
İslâmî tasavvuf, etrafında küresel çalışmaların döndüğü ledünnî bilgileri elde etmek ve Rûhî olgunluğa ermek için küresel girişimlerin etrafında döndüğü en yüksek zirvedir. Ona ulaştı demiyorum. Çünkü Rûhî olgunluğa götüren yol, çesitli vesileler, çaşitli amaçların ve felsefelerin çoğalması ile çoğalmıştır. Doğulu felsefeciler gibi bazıları, bu olgunluk nurundan tasfiye ve tahliye’yi (nefsi kötü düşüncelerden alıkoymak) almaya çalışmışlardır.
Bazı topluluklar, Hint yogası gibi züht hayatı yaşamaya çalıştılar. Başkaları da, nazarî ve felsefî mezhep ehli gibi derin düşüncelere dalmaya başladılar. Onların da diğerlerinin de bu olgunluğa ulaşmak için malzemesi, beşeri bir çabadan ve icat ettikleri ve onun için yasadıkları bir yol ve mezhepten ibarettir. Bu, onları bu kemalin bazı renklerine ulaştırsa da, ancak su var ki bu renkler aslî değil, iğreti renklerdir. Çünkü onların araçları doğru olsa bile amaçları bozuktur. Onların ve diğerlerinin ruhları terakki eder (yükselir) de, İlham’a, keramet ve mucize’ye, benzeyen bir şeyi getirirler. Ancak şu var ki, sapıtır ve şakî (itikadı bozuk) olurlar. İçerisinde bulundukları durumdan (çıkmaya) hidayete ermeye çalışırlar ancak muvaffak olamazlar.
İslâmî tasavvuf, Bunlar ve diğerleri ile beraber tasfiye ve tahliye, teemmül ve taharet (nefsi kötü düşüncelerden alıkoymak) ve zühd hayatı yaşamaya vesile olmaya benzer. Ancak bu, şekilsel yakınlık ve tesadüfî benzerlikten ibarettir. Çünkü tasavvuf, felsefecilerin yolu gibi bir yol değildir, derin düşüncelere dalan ve zühd hayatı yaşayanların (yani ruhbanlık kastediliyor) yolu gibi bir yol’da değildir. Onun bu yollardan hedefi, felsefenin hedeflediği aklî olgunluk ve düşünsel enerji de değildir. Zühd ve zühd hayatı yaşayanlar tasavvufu, ruhun güçlü olmasına bağlamıyorlar. Bunun (hâlet-i rûhiyye) yanında bazı acâip ve garâib haller meydana geliyor.
İslâmî tasavvuf, ibadette, itaatte, kullukta olgunluktur, o da Allah aşkıdır. İslâmî tasavvuf, Allahın rızasına uygun amel etmektir, Allah’ın kendisini kurtarmasını ümid etmektir. Bu ise kendisinde kalp, ruh, his ve âzâ’ların ortak olduğu ilahî terennüm (name)’dir. Allah’ı ardı arkası kesilmeyen hamd ile tesbih eden terennümdür ve bu terennüm kalpte, ruhda, idrak ve his’te devamlı diridir. Gözün onu gördüğü, kulağın onu işittiği, ruh’un onu anladığı gibi kalbin dokunduğu Rabbanî bir mucize’ye tesiri ile dönen bir terennümdür. Sûfî her zaman mihrapta olur, mihrabı terk etmez namazlarını kılar, onu geçirmez, ne zaman yüzünü dönse, fikriyle tesbih eder, Allah’ın kendisiyle beraber olduğunu, onu işittiğini ve gördüğünü yakînen hisseden kişinin edebi ile edeplenir ki; bundan sonra ilim ve feyz, ondan sonra olağan üstü hal veya keramet, yine bundan sonra ruhsal olgunluk veya ruhsal ışıldama gelir. Tasavvuf, nafiledir, amaç değil araçtır, hedef değil merdivendir.
O halde tasavvufun öğretileri, ibadette olgunluğun meyvesi, (Allah’a) boyun eğmedeki coşkunun hediyesi ve O’nun sevgisinin kalpte bıraktığı nurlardır. Bu yolun tatlısıdır, esası ve ruhu değildir. O halde, İslâmî
Ünite 5, Sayfa 17
Tasavvuf ve Küresel ruhanî renkler arasında her hangi bir sıla’ya gerek yoktur, Tasavvuf öğretileri ile felsefî öğretiler ve insanlık tarihini dizginleyen ve yeryüzüne dağılan aklî düşünce arasında bir yakınlığa gerek yoktur.
Bu felsefî ve aklî yollar, bazen aklî üstünlüğe başka bir zaman da ruhsal duruluğa doğru uzar gider. Kısaca İslâmî tasavvuf, bunları bilmektir. (………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………)
İslâmî tasavvuf, Kur’anî hidayete ve Muhammedî ruh’a götürmede sırrı açıktır. Ben kevnî ayetleri kastediyorum. Çünkü tasavvuf, kişinin ayakta kalması için zarurî ve lazımdır. Bunun delillerinden biri: “Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.” Ayeti kerimesidir. Tasavvuf, insanlar içerisinden çıkarılan hayırlı ümmet için ibadetin suretini olgunlaştırır. Çünkü tasavvuf, farzları ve sünnetleri eda ettikten sonra, ibadetleri daima gönüllü (içten gelerek) yapmaktır. Bundan dolayı, (tasavvuf) umumî bir yasa değil, aksine Kuran’a güçlü bir şekilde sarılanlar için özel bir ayrıcalık oldu. Allah bunu seçti, getirdi ve ilim olarak öğretti. O halde şunu söylersek abartmış olmayız: “Ledün ilminin en yüksek zirvesine İslâmî tasavvufun kanatları ulaşır, ancak başka kanatlar Ona ulaşamazlar, hatta yaklaşamazlar bile. (Bırakın ona ulaşmayı, yaklaşamadılar bile) Çünkü Ledün ilmi, Allah aşkının en yüksek zirvesidir. Ona ancak iman eden, ibadet eden Muhammedî kanatlar ulaşır.
İslâmî tasavvuf, etrafında küresel çalışmaların döndüğü ledünnî bilgileri elde etmek ve Rûhî olgunluğa ermek için küresel girişimlerin etrafında döndüğü en yüksek zirvedir. Ona ulaştı demiyorum. Çünkü Rûhî olgunluğa götüren yol, çesitli vesileler, çaşitli amaçların ve felsefelerin çoğalması ile çoğalmıştır. Doğulu felsefeciler gibi bazıları, bu olgunluk nurundan tasfiye ve tahliye’yi (nefsi kötü düşüncelerden alıkoymak) almaya çalışmışlardır.
Bazı topluluklar, Hint yogası gibi züht hayatı yaşamaya çalıştılar. Başkaları da, nazarî ve felsefî mezhep ehli gibi derin düşüncelere dalmaya başladılar. Onların da diğerlerinin de bu olgunluğa ulaşmak için malzemesi, beşeri bir çabadan ve icat ettikleri ve onun için yasadıkları bir yol ve mezhepten ibarettir. Bu, onları bu kemalin bazı renklerine ulaştırsa da, ancak su var ki bu renkler aslî değil, iğreti renklerdir. Çünkü onların araçları doğru olsa bile amaçları bozuktur. Onların ve diğerlerinin ruhları terakki eder (yükselir) de, İlham’a, keramet ve mucize’ye, benzeyen bir şeyi getirirler. Ancak şu var ki, sapıtır ve şakî (itikadı bozuk) olurlar. İçerisinde bulundukları durumdan (çıkmaya) hidayete ermeye çalışırlar ancak muvaffak olamazlar.
İslâmî tasavvuf, Bunlar ve diğerleri ile beraber tasfiye ve tahliye, teemmül ve taharet (nefsi kötü düşüncelerden alıkoymak) ve zühd hayatı yaşamaya vesile olmaya benzer. Ancak bu, şekilsel yakınlık ve tesadüfî benzerlikten ibarettir. Çünkü tasavvuf, felsefecilerin yolu gibi bir yol değildir, derin düşüncelere dalan ve zühd hayatı yaşayanların (yani ruhbanlık kastediliyor) yolu gibi bir yol’da değildir. Onun bu yollardan hedefi, felsefenin hedeflediği aklî olgunluk ve düşünsel enerji de değildir. Zühd ve zühd hayatı yaşayanlar tasavvufu, ruhun güçlü olmasına bağlamıyorlar. Bunun (hâlet-i rûhiyye) yanında bazı acâip ve garâib haller meydana geliyor.
İslâmî tasavvuf, ibadette, itaatte, kullukta olgunluktur, o da Allah aşkıdır. İslâmî tasavvuf, Allahın rızasına uygun amel etmektir, Allah’ın kendisini kurtarmasını ümid etmektir. Bu ise kendisinde kalp, ruh, his ve âzâ’ların ortak olduğu ilahî terennüm (name)’dir. Allah’ı ardı arkası kesilmeyen hamd ile tesbih eden terennümdür ve bu terennüm kalpte, ruhda, idrak ve his’te devamlı diridir. Gözün onu gördüğü, kulağın onu işittiği, ruh’un onu anladığı gibi kalbin dokunduğu Rabbanî bir mucize’ye tesiri ile dönen bir terennümdür. Sûfî her zaman mihrapta olur, mihrabı terk etmez namazlarını kılar, onu geçirmez, ne zaman yüzünü dönse, fikriyle tesbih eder, Allah’ın kendisiyle beraber olduğunu, onu işittiğini ve gördüğünü yakînen hisseden kişinin edebi ile edeplenir ki; bundan sonra ilim ve feyz, ondan sonra olağan üstü hal veya keramet, yine bundan sonra ruhsal olgunluk veya ruhsal ışıldama gelir. Tasavvuf, nafiledir, amaç değil araçtır, hedef değil merdivendir.
O halde tasavvufun öğretileri, ibadette olgunluğun meyvesi, (Allah’a) boyun eğmedeki coşkunun hediyesi ve O’nun sevgisinin kalpte bıraktığı nurlardır. Bu yolun tatlısıdır, esası ve ruhu değildir. O halde, İslâmî
Ünite 5, Sayfa 17
Tasavvuf ve Küresel ruhanî renkler arasında her hangi bir sıla’ya gerek yoktur, Tasavvuf öğretileri ile felsefî öğretiler ve insanlık tarihini dizginleyen ve yeryüzüne dağılan aklî düşünce arasında bir yakınlığa gerek yoktur.
Bu felsefî ve aklî yollar, bazen aklî üstünlüğe başka bir zaman da ruhsal duruluğa doğru uzar gider. Kısaca İslâmî tasavvuf, bunları bilmektir. (………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………)
İslâmî tasavvuf, Kur’anî hidayete ve Muhammedî ruh’a götürmede sırrı açıktır. Ben kevnî ayetleri kastediyorum. Çünkü tasavvuf, kişinin ayakta kalması için zarurî ve lazımdır. Bunun delillerinden biri: “Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.” Ayeti kerimesidir. Tasavvuf, insanlar içerisinden çıkarılan hayırlı ümmet için ibadetin suretini olgunlaştırır. Çünkü tasavvuf, farzları ve sünnetleri eda ettikten sonra, ibadetleri daima gönüllü (içten gelerek) yapmaktır. Bundan dolayı, (tasavvuf) umumî bir yasa değil, aksine Kuran’a güçlü bir şekilde sarılanlar için özel bir ayrıcalık oldu. Allah bunu seçti, getirdi ve ilim olarak öğretti. O halde şunu söylersek abartmış olmayız: “Ledün ilminin en yüksek zirvesine İslâmî tasavvufun kanatları ulaşır, ancak başka kanatlar Ona ulaşamazlar, hatta yaklaşamazlar bile. (Bırakın ona ulaşmayı, yaklaşamadılar bile) Çünkü Ledün ilmi, Allah aşkının en yüksek zirvesidir. Ona ancak iman eden, ibadet eden Muhammedî kanatlar ulaşır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder