Yeterliliğe Hazırlık
mezhepler
- Mesleki Bilgi Sistemi Sunu dosyası
1 – İSLAM DİNİNİN MAHİYETİ HAKKINDA KISA BİLGİ :
Din, ister hakikatin doğrudan yansıması veya açılımı olarak kabul edilsin ister insan yaratılışının bir gereği olarak değerlendirilsin, sonuçta insanın özünde, fıtratında yerleşik bulunan ve oradan kaynaklanan “kutsala saygı, ona bağlanma ve onunla bütünleşme” ihtiyacını karşılar ve onu kâinat içindeki yalnızlığından kurtaran bir can simidi görevini yerine getirir.
Din, en yalın biçimiyle Tanrı’ya inanma ve ona ibadet etme olduğuna göre, onun bir inanç sistemini ve bir ibadet sistemini içermesi zorunludur. Bu iki temel unsur yanında, dinin ahlâkî hükümleri de içermesi gerekir.
Dinin ikinci unsuru olan ibadetler (ritüel), Tanrı’ya itaatin biçimsel göstergeleri sayılır. Yalın ve teorik bir Tanrı inancı yeterli olmayıp bu inancın pratik olarak eylemle gösterilmesi ve sergilenmesi gerekir. Tapma, tapınma eylemi olan ibadetin öz ve genel yapı itibariyle kaynağı da vahiy olduğu için belirli ibadetler, Tanrı’ya itaat çerçevesinde ve bir inanç ve kanaat gereği olarak yapılırlar.
Dinin üçüncü unsuru “ahlâk”tır. Dinin ilk iki unsuru olan inanç ve ibadet, kişinin doğrudan Tanrı ile teorik ve pratik bağlantı ve iletişimini sağlaması yönüyle insan-Tanrı ilişkisinin dikey-metafizik boyutuna ilişkin iken ahlâk, inanç ve ibadet yoluyla tesis edilmiş bulunan insan-Tanrı ilişkisinin, dünyevî planda her türlü tutum ve davranışa yansıması olarak değerlendirilir. İnsanın başkalarına iyi davranması, onlarla iyi geçinmesi, kötülük etmemesi ahlâkî birer davranış olması yanında, aynı zamanda biçimsel ibadetler dışında Tanrı’nın hoşuna gidecek davranışlardır. Ahlâkın diğer bir boyutu ise Tanrı’ya olan inancın ve ona yapılan ibadetin içtenlik derecesine ilişkindir ki bu husus İslâmî terminolojide ihlâs ve ihsan diye anılır.
2 – İTİKADİ FIRKALAR HAKKINDA KISA BİLGİ :
İslâm dinî tevhid dinidir. Tevhid, Allah’ı zâtında, sıfatlarında, fiillerinde bir kabul etmek, onu yegâne tapınılan varlık, tek otorite tanımak demektir. Bu anlayış bütün müslümanların birlik ve beraberlik içinde, ırk, dil, bölge vb. etkenlerle parçalanmamalarını da gerektirmektedir. Bu sebeple, müslümanların birlik ve bütünlüğü bozan her türlü sosyal parçalanmalar ve bu sonuca götüren fikir ayrılıkları yasaklanmıştır. Şu âyetler bu hususu vurgulamaktadır: “Hepiniz Allah’ın ipine (dinine, kitabına) sımsıkı sarılın, parçalanıp ayrılmayın” (Âl-i İmrân 3/103),
Hz. Peygamber bir hadislerinde yahudilerin yetmiş bir, hıristiyanların yetmiş iki fırkaya ayrıldığını, kendi ümmetinin yetmiş üç fırkaya ayrılacağını, bunlardan birinin kurtuluşta, diğerlerinin ateşte olacağını belirtmiş, kurtuluşa erenlerin kimler olacağı sorusuna “Benim ve ashabımın yolunu izleyenler” (Ebû Dâvûd, “Sünnet”, 1; İbn Mâce, “Fiten”, 17) cevabını vermiştir.
3 – EHL-İ SÜNNET VE EHL-İ BİD’AT NE DEMEKTİR.
Ehl-i sünnet, Allah’ın zâtı, sıfatları, âlemin yaratılışı, kader, peygamberlik, mûcize ve keramet, şefaat, haşir ve âhiret gibi İslâm akaidinin temel konularında fikir birliği içinde olmakla beraber, bu konuların detaylarında, izah ve yorumlanmasında farklı görüşlere de sahip olmuş, bu sebeple kendi arasında, Selefiyye, Mâtürîdiyye ve Eş‘ariyye olmak üzere üçe ayrılmıştır. Selefiyye’ye “Ehl-i sünnet-i hâssa”, Mâtürîdiyye ve Eş‘ariyye’ye “Ehl-i sünnet-i âmme” denildiği de olur. Ehl-i sünnet’in üç mezhebi arasındaki görüş ayrılıkları Ehl-i sünnet’in temel prensiplerini oluşturan çerçeveyi ihlâl etmeyen sınırlar içinde kalmıştır. Bugün dünya müslümanlarının % 90′dan fazlası Ehl-i sünnet anlayışına bağlıdır.
Ehl-i bid‘at kelimesi, sözlükte “dinle ilgili yeni görüş ve davranışları benimseyenler” anlamına gelirken dinî literatürde, akaid sahasında Hz. Peygamber’in ve ashabının sünnetini terkederek, onların izledikleri yoldan ayrılan, İslâm ümmetinin çoğunluğunu yani ana gövdesini oluşturan Ehl-i sünnet’e muhalefet eden mezhep ve gruplar anlamında kullanılır. Buna göre ehl-i bid‘at terimi, Ehl-i sünnet teriminin karşıtıdır. Galiyye, Bâtıniyye, Yezîdiyye gibi ehl-i bid‘at sayılan mezheplerin bir kısmı, görüşleri itibariyle İslâm ve iman çerçevesinin dışında kalırlar. Bir kısmı da sünnete aykırı davranmış olurlar; fakat görüşleri kendilerini din dışında bırakmaz. Bunlar ehl-i kıbledirler ve İslâm ümmetine mensupturlar: Hâriciye, Mu‘tezile, Şîa gibi.
Temel konularda dahi fikir birliği içinde olmayan, bazan birbirleriyle çelişen görüşler ileri süren bid‘atçı mezhepleri, Mu‘tezile, Hâriciyye, Şîa, Mürcie, Müşebbihe ve Cebriyye olmak üzere genelde altı gruba ayırmak mümkündür.
4- SELEFİYYE HAKKINDA BİLGİ : (Kuruluşu , Önemli İmamları, görüşleri, Yoğun olduğu ülkeler)
a) Selefiyye :
Sözlükte selef “önceki nesil”, selefiyye de “bu nesle mensup olanlar” anlamı taşır. İslâmî literatürde Selef ilk dönemlere mensup bilginler ve geçmiş İslâm büyükleri anlamında, Selefiyye terimi ise iman esaslarıyla ilgili konularda ilk dönem bilginlerini izleyerek âyet ve hadislerdeki ifadelerin zâhiri ile yetinip bunları aynen kabul eden, teşbih ve tecsîme düşmeyen (Allah’ı yaratıklara benzetmeye ve cisim gibi düşünmeye yeltenmeyen), bunları başka bir anlama çekme (te’vil) yoluna gitmeyen Ehl-i sünnet topluluğunu belirtmek için kullanılır. Allah’ın zâtî, fiilî ve haberî sıfatlarının hepsini te’vilsiz, nasılsa öyle kabul ettiği için Selefiyye’ye “Sıfâtiyye” de denilmiştir.
İlk dönem (mütekaddimûn) Selefiyye anlayışının en belirgin özelliği akaid sahasında akla rol vermemek, âyet ve hadisle yetinmek, mânası apaçık olmayan, bu sebeple de başka mânalara gelme ihtimali bulunan âyet ve hadisleri yorumlamadan, bunları bilmeyi Allah’a havale etmektir.
Günümüzde dünya müslümanlarının % 12′si Selefî’dirler. En yoğun oldukları ülkeler Suudi Arabistan, Küveyt ve Körfez ülkeleridir
5 – EŞ’ARİYYE HAKKINDA BİLGİ : (Kuruluşu , Önemli İmamları, görüşleri, Yoğun olduğu ülkeler )
b) Eş‘ariyye :
Akaid konusunda Ebü’l-Hasan Ali b. İsmâil el-Eş‘arî’nin görüşlerini benimseyen Ehl-i sünnet mezhebine verilen isimdir. Mezhebin kurucusu olan İmam Eş‘arî, hicrî 260 (873) yılında Basra’da doğmuş, kırk yaşına kadar Mu‘tezile mezhebine bağlı kalmış, sonra “üç kardeş meselesi” diye bilinen meselenin tartışmasında hocası Ebû Ali el-Cübbâî’ye (ö. 303/916) üstün gelmiş, hocasının görüşlerini doyurucu bulmadığı için Mu‘tezile’den ayrılmış ve Eş‘arîliği kurmuştur. İmam Eş‘arî 324 (936) yılında Bağdat’ta ölmüştür. İmam Eş‘arî’nin fıkıhta Şâfiî mezhebine bağlı olması ihtimali kuvvetlidir.
Eş‘arîlik, daha çok Mu‘tezile’ye bir karşı tez olarak doğmuştur. Bu sebeple Eş‘arîlik, Selef inancına Mâtürîdîlik’ten daha uzak olarak gösterilebilir. Eş‘arî bilginler zamanla te’vile çok fazla yer vermişlerdir. Zaman zaman da kelâmda yenilikler ve değişiklikler yapmışlar,
Sünnî müslümanların % 13′ünü oluşturan Mâlikîler’in hemen hemen tamamı ile % 33′ünü teşkil eden Şâfiîler’in dörtte üçü, Hanefîler’le Hanbelîler’in çok az bir kısmı inançta Eş‘ariyye mezhebini benimsemişlerdir. Eş‘arîlik daha çok Endülüs, Hicaz, Kuzey Afrika, Mısır, Irak, Suriye ve Endonezya’da yayılmıştır.
6 – MATUDİRİYYE HAKKINDA BİLGİ : (Kuruluşu, Bilginleri, Görüşleri, Yayıldığı Yerler)
c) Mâtürîdiyye :
Akaid konusunda Ebû Mansûr Muhammed b. Muhammed b. Mahmûd el-Mâtürîdî’nin görüşlerini benimseyenlerin oluşturduğu Ehl-i sünnet mezhebinin adıdır.
İmam Mâtürîdî yaklaşık 238 (852) yılında Türkistan’da Semerkant şehrinin bir köyü olan Mâtürîd’de doğmuştur. Türk olması kuvvetle muhtemeldir. Hayatı hakkında fazla bilgi bulunmayan İmam Mâtürîdî’nin eserleri incelendiğinde, onun kelâm, mezhepler tarihi, fıkıh usulü ve tefsir alanlarında otorite olduğu görülür. Eserlerinde Ehl-i sünnet’in temel prensiplerini hem âyet ve hadislerle hem de aklî delillerle savunmuş, özellikle Mu‘tezile ve Şîa’nın görüşlerini tenkit etmiştir. 333 (944) yılında Semerkant’ta vefat etmiştir.
Mâtürîdîlik, akaid sahasında âyet ve hadisle birlikte, aklı da dinin anlaşılması için gerekli bir temel kabul etmiş, İmam Mâtürîdî’den itibaren kelâm metodunu gittikçe geliştirmiştir. Mâtürîdiyye, bazı konularda Selef’e Eş‘ariyye’den daha yakındır. Bazı konularda ise, daha akılcı davrandığından Eş‘ariyye ile Mu‘tezile arasında yer almıştır.
Mâtürîdiyye Ehl-i sünnet’in temel prensiplerinde Eş‘arîler ile aynı görüşte olmakla beraber, şu görüşleriyle onlardan ayrılırlar: 1. Dinî tebliğ olmasa da kişi akılla Allah’ı bulabilir. 2. İyi ve kötü, güzel ve çirkin akılla bilinebilir. Allah Teâlâ bir şeyi güzel ve iyi olduğu için emretmiş, kötü ve çirkin olduğu için yasaklamıştır. 3. Kulda başlı başına bir cüz’î irade vardır. Kul iradesiyle seçimini yapar, Allah da kulun seçimine göre fiili yaratır. 4. Yüce Allah’ın diğer sıfatları gibi tekvîn sıfatı da ezelîdir. 5. Allah kulun gücünün yetmeyeceği şeyleri kula yüklemez. 6. Allah’ın fiillerinin muhakkak bir sebep ve hikmeti vardır. Fakat kul her zaman bu sebep ve hikmetleri bilemeyebilir. 7. Peygamberlerde aranan niteliklerden biri de erkek olmaktır. Bu sebeple kadın peygamber gönderilmemiştir. 8. Allah’ın nefsî kelâmı işitilemez. İşitilen nefsî kelâmın varlığını gösteren lafzî kelâm yani Kur’an’ın harf ve sesleridir.
Bugün dünyadaki Sünnî müslümanların en azından yarısını oluşturan Hanefîler’in büyük bir çoğunluğu inançta Mâtürîdî mezhebine bağlıdırlar. Mâtürîdiyye, Türkiye, Balkanlar, Orta Asya, Çin, Hindistan, Pakistan ve Eritre’de yayılmıştır. Genellikle Türkler fıkıhta Hanefî, inançta Mâtürîdî’dirler.
- Mesleki Bilgi Sistemi Sunu dosyası
1 – İSLAM DİNİNİN MAHİYETİ HAKKINDA KISA BİLGİ :
Din, ister hakikatin doğrudan yansıması veya açılımı olarak kabul edilsin ister insan yaratılışının bir gereği olarak değerlendirilsin, sonuçta insanın özünde, fıtratında yerleşik bulunan ve oradan kaynaklanan “kutsala saygı, ona bağlanma ve onunla bütünleşme” ihtiyacını karşılar ve onu kâinat içindeki yalnızlığından kurtaran bir can simidi görevini yerine getirir.
Din, en yalın biçimiyle Tanrı’ya inanma ve ona ibadet etme olduğuna göre, onun bir inanç sistemini ve bir ibadet sistemini içermesi zorunludur. Bu iki temel unsur yanında, dinin ahlâkî hükümleri de içermesi gerekir.
Dinin ikinci unsuru olan ibadetler (ritüel), Tanrı’ya itaatin biçimsel göstergeleri sayılır. Yalın ve teorik bir Tanrı inancı yeterli olmayıp bu inancın pratik olarak eylemle gösterilmesi ve sergilenmesi gerekir. Tapma, tapınma eylemi olan ibadetin öz ve genel yapı itibariyle kaynağı da vahiy olduğu için belirli ibadetler, Tanrı’ya itaat çerçevesinde ve bir inanç ve kanaat gereği olarak yapılırlar.
Dinin üçüncü unsuru “ahlâk”tır. Dinin ilk iki unsuru olan inanç ve ibadet, kişinin doğrudan Tanrı ile teorik ve pratik bağlantı ve iletişimini sağlaması yönüyle insan-Tanrı ilişkisinin dikey-metafizik boyutuna ilişkin iken ahlâk, inanç ve ibadet yoluyla tesis edilmiş bulunan insan-Tanrı ilişkisinin, dünyevî planda her türlü tutum ve davranışa yansıması olarak değerlendirilir. İnsanın başkalarına iyi davranması, onlarla iyi geçinmesi, kötülük etmemesi ahlâkî birer davranış olması yanında, aynı zamanda biçimsel ibadetler dışında Tanrı’nın hoşuna gidecek davranışlardır. Ahlâkın diğer bir boyutu ise Tanrı’ya olan inancın ve ona yapılan ibadetin içtenlik derecesine ilişkindir ki bu husus İslâmî terminolojide ihlâs ve ihsan diye anılır.
2 – İTİKADİ FIRKALAR HAKKINDA KISA BİLGİ :
İslâm dinî tevhid dinidir. Tevhid, Allah’ı zâtında, sıfatlarında, fiillerinde bir kabul etmek, onu yegâne tapınılan varlık, tek otorite tanımak demektir. Bu anlayış bütün müslümanların birlik ve beraberlik içinde, ırk, dil, bölge vb. etkenlerle parçalanmamalarını da gerektirmektedir. Bu sebeple, müslümanların birlik ve bütünlüğü bozan her türlü sosyal parçalanmalar ve bu sonuca götüren fikir ayrılıkları yasaklanmıştır. Şu âyetler bu hususu vurgulamaktadır: “Hepiniz Allah’ın ipine (dinine, kitabına) sımsıkı sarılın, parçalanıp ayrılmayın” (Âl-i İmrân 3/103),
Hz. Peygamber bir hadislerinde yahudilerin yetmiş bir, hıristiyanların yetmiş iki fırkaya ayrıldığını, kendi ümmetinin yetmiş üç fırkaya ayrılacağını, bunlardan birinin kurtuluşta, diğerlerinin ateşte olacağını belirtmiş, kurtuluşa erenlerin kimler olacağı sorusuna “Benim ve ashabımın yolunu izleyenler” (Ebû Dâvûd, “Sünnet”, 1; İbn Mâce, “Fiten”, 17) cevabını vermiştir.
3 – EHL-İ SÜNNET VE EHL-İ BİD’AT NE DEMEKTİR.
Ehl-i sünnet, Allah’ın zâtı, sıfatları, âlemin yaratılışı, kader, peygamberlik, mûcize ve keramet, şefaat, haşir ve âhiret gibi İslâm akaidinin temel konularında fikir birliği içinde olmakla beraber, bu konuların detaylarında, izah ve yorumlanmasında farklı görüşlere de sahip olmuş, bu sebeple kendi arasında, Selefiyye, Mâtürîdiyye ve Eş‘ariyye olmak üzere üçe ayrılmıştır. Selefiyye’ye “Ehl-i sünnet-i hâssa”, Mâtürîdiyye ve Eş‘ariyye’ye “Ehl-i sünnet-i âmme” denildiği de olur. Ehl-i sünnet’in üç mezhebi arasındaki görüş ayrılıkları Ehl-i sünnet’in temel prensiplerini oluşturan çerçeveyi ihlâl etmeyen sınırlar içinde kalmıştır. Bugün dünya müslümanlarının % 90′dan fazlası Ehl-i sünnet anlayışına bağlıdır.
Ehl-i bid‘at kelimesi, sözlükte “dinle ilgili yeni görüş ve davranışları benimseyenler” anlamına gelirken dinî literatürde, akaid sahasında Hz. Peygamber’in ve ashabının sünnetini terkederek, onların izledikleri yoldan ayrılan, İslâm ümmetinin çoğunluğunu yani ana gövdesini oluşturan Ehl-i sünnet’e muhalefet eden mezhep ve gruplar anlamında kullanılır. Buna göre ehl-i bid‘at terimi, Ehl-i sünnet teriminin karşıtıdır. Galiyye, Bâtıniyye, Yezîdiyye gibi ehl-i bid‘at sayılan mezheplerin bir kısmı, görüşleri itibariyle İslâm ve iman çerçevesinin dışında kalırlar. Bir kısmı da sünnete aykırı davranmış olurlar; fakat görüşleri kendilerini din dışında bırakmaz. Bunlar ehl-i kıbledirler ve İslâm ümmetine mensupturlar: Hâriciye, Mu‘tezile, Şîa gibi.
Temel konularda dahi fikir birliği içinde olmayan, bazan birbirleriyle çelişen görüşler ileri süren bid‘atçı mezhepleri, Mu‘tezile, Hâriciyye, Şîa, Mürcie, Müşebbihe ve Cebriyye olmak üzere genelde altı gruba ayırmak mümkündür.
4- SELEFİYYE HAKKINDA BİLGİ : (Kuruluşu , Önemli İmamları, görüşleri, Yoğun olduğu ülkeler)
a) Selefiyye :
Sözlükte selef “önceki nesil”, selefiyye de “bu nesle mensup olanlar” anlamı taşır. İslâmî literatürde Selef ilk dönemlere mensup bilginler ve geçmiş İslâm büyükleri anlamında, Selefiyye terimi ise iman esaslarıyla ilgili konularda ilk dönem bilginlerini izleyerek âyet ve hadislerdeki ifadelerin zâhiri ile yetinip bunları aynen kabul eden, teşbih ve tecsîme düşmeyen (Allah’ı yaratıklara benzetmeye ve cisim gibi düşünmeye yeltenmeyen), bunları başka bir anlama çekme (te’vil) yoluna gitmeyen Ehl-i sünnet topluluğunu belirtmek için kullanılır. Allah’ın zâtî, fiilî ve haberî sıfatlarının hepsini te’vilsiz, nasılsa öyle kabul ettiği için Selefiyye’ye “Sıfâtiyye” de denilmiştir.
İlk dönem (mütekaddimûn) Selefiyye anlayışının en belirgin özelliği akaid sahasında akla rol vermemek, âyet ve hadisle yetinmek, mânası apaçık olmayan, bu sebeple de başka mânalara gelme ihtimali bulunan âyet ve hadisleri yorumlamadan, bunları bilmeyi Allah’a havale etmektir.
Günümüzde dünya müslümanlarının % 12′si Selefî’dirler. En yoğun oldukları ülkeler Suudi Arabistan, Küveyt ve Körfez ülkeleridir
5 – EŞ’ARİYYE HAKKINDA BİLGİ : (Kuruluşu , Önemli İmamları, görüşleri, Yoğun olduğu ülkeler )
b) Eş‘ariyye :
Akaid konusunda Ebü’l-Hasan Ali b. İsmâil el-Eş‘arî’nin görüşlerini benimseyen Ehl-i sünnet mezhebine verilen isimdir. Mezhebin kurucusu olan İmam Eş‘arî, hicrî 260 (873) yılında Basra’da doğmuş, kırk yaşına kadar Mu‘tezile mezhebine bağlı kalmış, sonra “üç kardeş meselesi” diye bilinen meselenin tartışmasında hocası Ebû Ali el-Cübbâî’ye (ö. 303/916) üstün gelmiş, hocasının görüşlerini doyurucu bulmadığı için Mu‘tezile’den ayrılmış ve Eş‘arîliği kurmuştur. İmam Eş‘arî 324 (936) yılında Bağdat’ta ölmüştür. İmam Eş‘arî’nin fıkıhta Şâfiî mezhebine bağlı olması ihtimali kuvvetlidir.
Eş‘arîlik, daha çok Mu‘tezile’ye bir karşı tez olarak doğmuştur. Bu sebeple Eş‘arîlik, Selef inancına Mâtürîdîlik’ten daha uzak olarak gösterilebilir. Eş‘arî bilginler zamanla te’vile çok fazla yer vermişlerdir. Zaman zaman da kelâmda yenilikler ve değişiklikler yapmışlar,
Sünnî müslümanların % 13′ünü oluşturan Mâlikîler’in hemen hemen tamamı ile % 33′ünü teşkil eden Şâfiîler’in dörtte üçü, Hanefîler’le Hanbelîler’in çok az bir kısmı inançta Eş‘ariyye mezhebini benimsemişlerdir. Eş‘arîlik daha çok Endülüs, Hicaz, Kuzey Afrika, Mısır, Irak, Suriye ve Endonezya’da yayılmıştır.
6 – MATUDİRİYYE HAKKINDA BİLGİ : (Kuruluşu, Bilginleri, Görüşleri, Yayıldığı Yerler)
c) Mâtürîdiyye :
Akaid konusunda Ebû Mansûr Muhammed b. Muhammed b. Mahmûd el-Mâtürîdî’nin görüşlerini benimseyenlerin oluşturduğu Ehl-i sünnet mezhebinin adıdır.
İmam Mâtürîdî yaklaşık 238 (852) yılında Türkistan’da Semerkant şehrinin bir köyü olan Mâtürîd’de doğmuştur. Türk olması kuvvetle muhtemeldir. Hayatı hakkında fazla bilgi bulunmayan İmam Mâtürîdî’nin eserleri incelendiğinde, onun kelâm, mezhepler tarihi, fıkıh usulü ve tefsir alanlarında otorite olduğu görülür. Eserlerinde Ehl-i sünnet’in temel prensiplerini hem âyet ve hadislerle hem de aklî delillerle savunmuş, özellikle Mu‘tezile ve Şîa’nın görüşlerini tenkit etmiştir. 333 (944) yılında Semerkant’ta vefat etmiştir.
Mâtürîdîlik, akaid sahasında âyet ve hadisle birlikte, aklı da dinin anlaşılması için gerekli bir temel kabul etmiş, İmam Mâtürîdî’den itibaren kelâm metodunu gittikçe geliştirmiştir. Mâtürîdiyye, bazı konularda Selef’e Eş‘ariyye’den daha yakındır. Bazı konularda ise, daha akılcı davrandığından Eş‘ariyye ile Mu‘tezile arasında yer almıştır.
Mâtürîdiyye Ehl-i sünnet’in temel prensiplerinde Eş‘arîler ile aynı görüşte olmakla beraber, şu görüşleriyle onlardan ayrılırlar: 1. Dinî tebliğ olmasa da kişi akılla Allah’ı bulabilir. 2. İyi ve kötü, güzel ve çirkin akılla bilinebilir. Allah Teâlâ bir şeyi güzel ve iyi olduğu için emretmiş, kötü ve çirkin olduğu için yasaklamıştır. 3. Kulda başlı başına bir cüz’î irade vardır. Kul iradesiyle seçimini yapar, Allah da kulun seçimine göre fiili yaratır. 4. Yüce Allah’ın diğer sıfatları gibi tekvîn sıfatı da ezelîdir. 5. Allah kulun gücünün yetmeyeceği şeyleri kula yüklemez. 6. Allah’ın fiillerinin muhakkak bir sebep ve hikmeti vardır. Fakat kul her zaman bu sebep ve hikmetleri bilemeyebilir. 7. Peygamberlerde aranan niteliklerden biri de erkek olmaktır. Bu sebeple kadın peygamber gönderilmemiştir. 8. Allah’ın nefsî kelâmı işitilemez. İşitilen nefsî kelâmın varlığını gösteren lafzî kelâm yani Kur’an’ın harf ve sesleridir.
Bugün dünyadaki Sünnî müslümanların en azından yarısını oluşturan Hanefîler’in büyük bir çoğunluğu inançta Mâtürîdî mezhebine bağlıdırlar. Mâtürîdiyye, Türkiye, Balkanlar, Orta Asya, Çin, Hindistan, Pakistan ve Eritre’de yayılmıştır. Genellikle Türkler fıkıhta Hanefî, inançta Mâtürîdî’dirler.
7 – MU’TEZİLE HAKKINDA BİLGİ : (Kuruluşu, Alimleri Görüşleri )
d) Mu‘tezile :
Mu‘tezile, kelime olarak “ayrılanlar, uzaklaşanlar, bir tarafa çekilenler” anlamına gelir. Büyük günah işleyen kimsenin iman ile küfür arası bir mertebede olduğunu söyleyerek Ehl-i sünnet bilginlerinden Hasan-ı Basrî’nin (ö. 110/728) dersini terkeden Vâsıl b. Atâ (ö. 131/148) ile ona uyanların oluşturduğu mezhep bu isimle anılır. Mu‘tezile ise kendini “ehlü’l-adl ve’t-tevhîd” diye adlandırır. Akılcı bir mezhep olan Mu‘tezile, mantık kurallarıyla çelişir gördüğü âyet ve hadisleri Ehl-i sünnet’ten farklı biçimde yorumlamış ve bu yorumlarında akla öncelik vermiştir. Ehl-i sünnet tarafından kurulan kelâm ilmi hicrî IV. asırdan itibaren ortaya çıkmış olmakla birlikte, bu ilmi ortaya çıkaran etkenler arasında Mu‘tezile’nin ayrı bir yeri vardır. Hatta kelâm ilminin Mu‘tezile’nin öncülüğünde doğmuş olduğu söylenebilir. Bu mezhep, aynı zamanda iyi bir edebiyatçı ve tefsirci olan Ebü’l-Hüzeyl el-Allâf (ö. 235/850), Nazzâm (ö. 231/845), Câhiz (ö. 255/869), Bişr b. Mutemir (ö. 210/825), Cübbâî (ö. 303/916), Kadî Abdülcebbâr (ö. 415/1025) ve Zemahşerî (ö. 538/1143) gibi büyük kelâmcılar yetiştirmiştir. Abbâsîler döneminde en parlak günlerini yaşamış olan Mu‘tezile daha sonra etkinliğini hatta bir mezhep olma hüviyetini yitirmiştir. Günümüzde Mu‘tezile başlı başına bir mezhep olarak mevcut olmamakla birlikte görüşleri Şîa’nın Ca‘feriyye ve Zeydiyye kolları ile Hâricîliğin İbâzıyye kolunda yaşamaktadır.
Mu‘tezile’nin görüşleri beş prensip halinde sistemleştirilmiştir. Bunlar da; 1. Allah’ın zât ve sıfatları yönüyle bir kabul edilmesi (tevhid), 2. Kulların ihtiyarî fiillerini hür iradeleriyle yaptığı ve kul için en uygun olanı yaratmanın Allah’a gerekli olduğu (adl), 3. İyilik yapanın mükâfat, kötülük yapanın da ceza görmesinin zorunluluğu (vaad ve vaîd), 4. Büyük günah işleyenin iman ile küfür arasında fısk mertebesinde olduğu (el-menzile beyne’l-menzileteyn), 5. İyiliği yaptırmaya ve kötülüğü önlemeye çalışmanın bütün müslümanlara farz olduğu (emir bi’l-ma‘rûf nehiy ani’l-münker) prensipleridir.
8 – CEBRİYYE HAKKINDA BİLGİ : (Görüşleri)
e) Cebriye :
İrade hürriyeti konusunda Mu‘tezile’ye taban tabana zıt görüşlere sahip olan Cebriyye mezhebi, her şeyin Allah’ın ilmi ve iradesi dahilinde cereyan ettiğini, insanın çizilmiş bir kaderinin bulunduğunu bildiren âyetlerden (el-A‘râf 7/178, et-Tevbe 9/51, er-Ra‘d 13/8, ez-Zümer 39/62, el-Kamer 54/49, el-İnsân 76/30) hareketle insanın irade hürriyeti, seçme imkânı ve fiil gücü bulunmadığını, insan fiillerinin gerçek fâilinin Allah olduğunu, kulun Allah tarafından önceden takdir edilmiş bulunan işleri yapmaya mecbur olduğunu savunur. Günümüzde irade, kazâ-kader konusunu iyi anlamamış birçok kimse de bilerek-bilmeyerek bu görüşe meyletmişlerdir. Ancak bu görüşler, irade hürriyeti ve işlediği fiillerden dolayı insanın sorumlu tutulması, sevap veya azabı hak etmesi prensibiyle çeliştiği için Ehl-i sünnet bilginlerince reddedilmiştir
9 – HARİCİLİK HAKKINDA BİLGİ : (Görüşleri, Yayıldığı Yerler0)
f)Hâricîlik:
Hâricîlik ekolü (Havâric), Hz. Ali ile Muâviye arasında geçen Sıffîn Savaşı’ndan (h. 37/m. 657) sonra halife tayin işi hakeme bırakılınca ortaya çıkmıştır. Bu durumda bir grup Hz. Ali’ye isyan edip büyük günah işleyenlerin dinden çıkacağı ve günah işleyen devlet başkanına itaat edilmeyeceği iddiasıyla onunla mücadeleye başlamış ve onu şehid etmişlerdir. Hâricîler’in ilk planda dinî hükümleri korumada titizlik şeklinde algılanabilecek fakat sübjektif değerlendirmelere açık bu görüşleri İslâm toplumunda anarşinin de ilk tohumlarını oluşturmuştur. Hâricîlik başlangıçta cahil halk tabakasının ve şehrin disiplinli hayatına uyum sağlayamamış bedevîlerin bağlandığı ve desteklediği bir cereyan olarak ortaya çıkmış, her dönemde az veya çok müntesibi bulunmuş, bu mezhebin İbâzıyye kolu günümüze kadar yaşama imkânı bulmuştur. Günümüzde İbâzîler’e daha çok Kuzey Afrika, Madagaskar, Zengibar ve Uman sultanlığında rastlanır. Kur’an’ın sadece zâhirine dayanmaları sebebiyle Ehl-i sünnet’e göre bazı farklı fıkhî görüşleri de vardır.
10 – ŞİA HAKKINDA BİLGİ : (Kurulışu, Görüşleri, Kolları)
g) Şîa :
Şîa, Ehl-i sünnet grubunun dışında yer alan, günümüze kadar varlığını koruyan ve hâl-i hazır İslâm dünyasında da önemli sayıda taraftarı bulunan en önemli itikadî, fıkhî ve siyasî mezheptir. Sözlükte “taraftar, yardımcı” anlamına gelen Şîa, literatürde Hz. Peygamber’in vefatından sonra Hz. Ali’yi halifeliğe en lâyık kişi olarak gören ve onu ilk meşrû halife kabul eden, vefatından sonra da hilâfete Ali evlâdının getirilmesi gerektiğine inanan toplulukların ortak adı olmuştur. Hz. Osman’ın şehid edilmesini takip eden yıllarda bu misyon ve iddia ile ortaya çıkanların oluşturduğu bir siyasî gruplaşma hareketi olarak doğmuş, hicrî II. yüzyılın ikinci yarısından itibaren de çeşitli fırkalara ayrılan itikadî bir mezhep haline gelmeye başlamıştır
Şîa’nın günümüze ulaşan üç büyük fırkası Zeydiyye, İsmâiliyye ve İmâmiyye-İsnâaşeriyye’den ibarettir. Zeydiyye Hz. Ali’nin torunu Zeyd b. Ali Zeynelâbidîn’e nisbet edildiği için bu ismi alır. Günümüzde Yemen bölgesinde taraftarları bulunan Zeydiyye itikadî konularda Mu‘tezile mezhebine, fıkıh sahasında ise Hanefî mezhebine yakın görüşlere sahiptir. Şîa içindeki en mûtedil fırka olan Zeydîler, hilâfetin Hz. Ali’nin ve soyundan gelenlerin hakkı olduğuna inanmakla birlikte, Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer’in hilâfetini de meşrû görürler. Hilâfetin Hüseyinoğulları’na ait olduğu ve devlet başkanının mâsum olduğu fikrini de kabul etmezler.
Hz. Ali döneminde başlayan, Emevî ve Abbâsî dönemlerinde de devam eden iktidar mücadeleleri, başarısızlıklar ve mağduriyetler sebebiyle içine kapanan ve ümmet çoğunluğundan kendini tecrit ederek geçmişte kalan siyasî mücadeleler ve imâmet fikri etrafında kendine özgü teoriler geliştiren ve bunları itikadî esaslar haline de getirerek ve kendi fıkıh doktrinini de kendi içinde geliştirerek siyasî, itikadî ve fıkhî açılımları bulunan bir mezhep haline getiren Şîa, daha çok ümmet içinde yol açtığı ihtilâflar, izlediği uzlaşmaz tutum ve sahip olduğu itikadî görüşler sebebiyle Ehl-i sünnet âlimlerince eleştirilmiştir. Fakat Allah’a, âhirete, Hz. Muhammed’in peygamberliğine iman, namaz, oruç, zekât, hac, içki, kumar, zina, hadler gibi İslâmî ahkâm konusunda müslümanların çoğunluğu ile ittifak halinde bulunan mûtedil Şîa, hiçbir zaman tekfir de edilmemiştir. Günümüzde, mezhebin itikadî ve fıkhî görüşleri güncelleştirilerek ve geçmişte kalan husumetler canlı tutularak siyasal ve sosyal hatta ekonomik örgütlenmede, kimlik ve kültürel tavır belirlemede önemli bir unsur olarak değerlendirilmektedir
11 – MEZHEP NE DEMEKTİR MEZHEPLERİ ORTAYA ÇIKARAN TARİHİ SÜREÇ NEDİR :
Kelime olarak mezhep, takip edilen, gidilen yol demektir. Mecazen de şahsî/ferdî (kişisel) görüş, inanç ve doktrin manalarında kullanılmaktadır.
Din açısından ise müctehidin, dinin ayrıntılarına ilişkin, kendine mahsus kural ve yöntemlerle oluşturduğu inanç ve hukuk sistemini ifade eder. Bir başka deyimle; müctehid sıfatını kazanmış bir İslam aliminin, hüküm bakımından kapalı veya kesin olmayan (zannî) ayet ve hadisleri İslam’ın temel esaslarına aykırı olmayacak şekide yorumlayarak getirdiği çözümler topluluğuna mezhep adı verilir. İslâm tarihinde mezhep kelimesi genel olarak itikadî, fıkhî, siyasî görüşlerin hemen hepsi için kullanılmıştır.
Mezhepler tarihi ile meşgul olan alimler, İslâm mezheplerini Peygamberimizden (s.a.v.) rivayet olunan bir hadise göre tasnif etmişlerdir. Bu hadiste Yahudilerin yetmiş bir, Hıristiyanların yetmiş iki fırkaya ayrıldığı, İslâm ümmetinin ise yetmiş üç fırkaya ayrılacağı; cehennemden kurtulacak Müslümanların, Resûlüllah’ı ve ashabının yolunu takip eden fırka –başka bir rivayette de, birlik ve beraberlikten ayrılmayan cemaat- olduğu belirtilmektedir.
İslam dünyasında mezheplerin oluşumunu, ortaya çıkmasını etkileyen pek çok sebep saymak mümkün. Ancak meseleyi uzatmadan şöyle özetleyebiliriz:
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) hayatta iken sahabiler arasında herhangi bir ihtilaf söz konusu değildi. Dinden gerek inanç, gerek ibadet ve muamele ve gerekse âdap ve ahlâka dair anlayamadıkları/anlaşamadıkları bir mesele çıkarsa, Resûlüllah’a (s.a.v.) sorarlar, o da açıklardı. Râşit halîfeler döneminde de bu hususlarda herhangi bir sıkıntı olmamıştı. Sahabe ve tâbiîn devirlerinde ise, akaid ve amele dair bir mesele ortaya çıkarsa, hemen güvenilir alimlere müracaat edilir, cevabı alınır, karışıklık çıkmasına fırsat verilmezdi. Ancak daha sonraki devirlerde, kendilerine güvenilir zatların yavaş yavaş azalmaları sebebiyle, Müslüman halkın sıkıntılarını gören bazı alim ve müctehidler, akaid ve fıkıh alanındaki görüşlerini açıklayıp yaymaya başladılar. Nitekim hicrî birinci asrın sonlarından itibaren mezheplerin kurucuları, gerek akaid ve gerekse fıkıh sâhasındaki çalışmalarını yoğunlaştırdılar. Onların bu görüşlerini dinleyen, okuyup yazan insanlar da, bunlara uyarlardı. Böylece bu zatların görüş ve ictihatları, halkın anlayışında bir mezhep olarak yerleşti. Bununla birlikte hemen ifade etmeliyiz ki, bu büyük alim ve imamlardan hiçbirisi, ‘Ben bir mezhep kuruyorum, bana uyunuz!’ diye, halkı kendi görüşlerine tâbi olmaya çağırmamışlardır. Devlet adamlarının, makam-mevki ve nüfuz sahibi kimselerin davet ya da emirleriyle de bir mezhep kurmaya yeltenmemişlerdir.
Bilindiği üzere insanların anlayış-kavrayış ve idrak seviyeleri farklıdır, istek ve ihtiyaçları çeşitlilidir. Dolayısiyle dinin esasına uygun olmak kayıt ve şartıyla fıkhî ihtilafların/farklılıkların da caiz olması bir kenara, ümmet için bir rahmettir, kolaylıktır. Onun içindir ki Peygamber Efendimiz, müctehid ictihadında isabet ederse iki sevap, iyi niyetle Allah rızası için yaptığı bu ictihadında hata ederse bir sevap alacağını söylemiştir.
12 – HANEFİ MEZHEBİ HAKKINDA BİLGİ :
Hanefi mezhebi, İslam dininin sünni fıkıh mezheplerinden biri. Hanefilerin itikatta (inançta) mezhepleri ise maturidiyedir. İsmini kurucusu Ebû Hanife’den (Numan bin Sabit) (699-767) alır. Türkistan, Afganistan, Türkiye, Hindistan ve Pakistan’da yaygındır. Hanefi mezhebi dört sünni mezhebin nüfus açısından en genişidir. Takipçileri tüm İslam aleminin yaklaşık %45′ini oluşturmaktadır. Mezheb ismini kurucusunun künyesi olan Ebû Hanife’den alır. Hanife sözcüğü hanif kökünden gelir. Hanif sözcüğü İslam öncesinde Allah’ın birliğine inanan ve İbrahim’in dininden olanları tanımlamakta kullanılırdı.
Fakat Ebû Hanife’nin bu künyeyi nasıl aldığı konusunda çeşitli tartışmalar mevcuttur. En çok kabul görmüş açıklama, hanif sözcüğünün kullanımlarından olan “İslam’a kuvvetle bağlı olan kişi” anlamında, Ebu Hanife’nin İslam’a fazlasıyla bağlı olduğunu belirtmek için verildiği yönündedir. Kesin olan şey mezhebin ismini kurucusundan aldığıdır. Ebu Hanife Ehl-i Beyt’den olan Caferi’lerin 6.İmamı İmam Cafer Sadık(a.s)’tan 2 yıl ders almıştır.. Ebu Hanife’nin asıl adı Numandır.Babasının adı Sabittir.Hicrettin 30.yılında doğmuş,150.yılında Bağdat’ta vefat etmiştir.İmam-ı Azamın talebeleri onun rivayet ettiği görüşleri toplayarak sistemlemişlerdir. Onun görüşlerindan yeni yeni eserler telif etmişlerdir. Böylece İmam-ı Azamın görüşleri bir mezhep halini aldı. Hanbelî mezhebi bugün Suudi Arabistan’da resmî mezhep konumundadır.
13 – ŞAFİİ MEZHEBİ HAKKINDA BİLGİ :
Şafii mezhebi Şafiilik, bir İslam dini fıkıh (İslam hukuku) mezhebi.
İmam-ı Şafii’nin (Hicri 150 (MS.767), Gazze – Hicri 204 (MS.820), Kahire) kendi usulüne göre şer’i delillerden çıkardığı hükümlere ve gösterdiği yola Şafii Mezhebi denir. Ehl-i sünnet itikadında olan müslümanlardan, amellerini yani ibadet ve işlerini, bu mezhebin hükümlerine uyarak yapanlara Şafii denir. Şafiilik olarak da anılır. Şafii mezhebi dört sünni fıkıh mezhebinden birisidir.
Şafii mezhebi Türkiye ve diğer yakın ülkelerde yaygındır ve Sünni bir mezhepdir.Şafii mezhebinin kurucusu İmam-ı şafii, Maliki ve Hanefi mezheplerinin usulleri yayılmaya başladığı ilk zamanlarda yetişti.Bu yüzden İmam-ı şafii mezheplerin yollarını izleme fırsatı buldu.Ve onlardan farklı bir usul takip etti.Fıkhın usulleri ile ilgili ilk eser olan “ER-RİSALE” isimli kitabı yazdı.Zaman içerisinde fakihler onun etrafında toplandılar ve onun geliştirdikleri usullere göre fetva verdiler. Böylece şafii mezhebi doğdu. Hadis bilginlerinden İmam-ı Nesai, kelam (akaid) bilginlerinden Ebul-Hasen-i Eşari, İmam-ı Maverdi, İmam-ı Nevevi, İmam-ül-Haremeyn Abdülmelik bin Abdullah, İmam-ı Gazali, İbni Hacer-i Mekki, Kaffal-ı Kebir, İbni Subki, İmam-ı Suyuti v.b. İmam-ı Nesai’nin “Sünen”i meşhurdur, İmam-ı Eşari, Ehl-i sünnetin itikaddaki iki imamından birisidir. Hocalarının zinciri İmam-ı Şafii’ye ulaşmaktadır.
14 – MALİKİ MEZHEBİ HAKKINDA BİLGİ :
Mâlikî mezhebi, fıkıh ekollerinin kronolojik sıra itibariyle ikincisi olup, büyük hadis ve fıkıh bilgini Mâlik b. Enes’e nisbet edildiği için bu isimle anılmıştır. İmam Mâlik b. Enes, 93 (712) yılında Medine’de dünyaya geldi. Orada yetişti. Medine o dönemde, Peygamber’in hadisleri ve sahâbe ve tâbiûn fetvaları bakımından bir merkez idi. Mâlik b. Enes böylesine zengin bir ilim atmosferinde eğitim öğretim gördü. İbn Hürmüz, İbn Ömer’in âzatlısı Nâfi‘, İbn Şihâb ez-Zührî, Yahyâ b. Saîd gibi tanınmış tâbiûn bilginlerinden hadis ve fıkıh dersleri aldı. Olgunluk çağına gelince, Medine’de Mescid-i Nebevî’de ders ve fetva vermeye başladı. Döneminde Medine fıkhının imamı olarak tanındı, etrafında geniş bir ilim halkası oluştu, öğrenciler yetiştirdi ve 179 (795) yılında vefat etti.
Mâlikî mezhebi iki yolla yayılmıştır. Bunlardan biri İmam Mâlik’in yazdığı eserler, ikincisi de onun talebelerinin tedvîn ve eğitim faaliyetidir.
Mâlikî mezhebi, önce Hicaz bölgesinde yayılmış, sonra İmam Mâlik’in Esed b. Furât, Abdullah b. Vehb, Abdurrahman b. Kasım gibi talebeleri vasıtasıyla Mısır, Kuzey Afrika ve Endülüs’e yayılmıştır. Hatta, bu mezhep bir zamanlar İspanya’da Endülüs Emevî Devleti’nin resmî mezhebi olmuştur. Günümüzde Mısır’da, Kuzey Afrika’da (Tunus, Cezayir, Fas), Sudan’da Mâlikî mezhebi çok yaygındır. Hicaz bölgesinde ise, Mâlikîler’in sayısı oldukça azdır
15 – HANBELİ MEZHEBİ :
Hanbelî mezhebinin kurucusu sayılan, Ahmed b. Hanbel hicrî 164 yılında Bağdat’ta dünyaya geldi. Genç yaştan itibaren Bağdat’ta hadis toplamaya başladı. Hicrî 186 yılına kadar hadis âlimlerinden dinlediği bütün hadisleri kaleme aldı. Hadis araştırma ve tesbiti amacıyla İslâm ülkelerini diyar diyar dolaştı. Ahmed b. Hanbel hadis ilminde rivayete önem verdiği kadar, naslardan hüküm çıkarmaya da itina gösterdi. O İmam Şâfiî’nin fıkıhtaki bilgisine, hüküm çıkarma ve istinbat usul ve metoduna hayrandı. Ahmed b. Hanbel Mekke’de, Bağdat’ta İmam Şâfiî’den bu metotları öğrendi ve benimsedi. Böylece hadisleri sadece rivayetle yetinmeyip, onların fıkhî mâna ve maksatlarını da araştırdı. Olgunluk yaşına geldiği zaman ders okutmaya ve fetva vermeye başladı. Bu devirde fakihlerin çalışmaları meyvelerini vermiş, çok değerli fıkıh eserleri birer birer ortaya çıkmış, ilk üç mezhebin birinci el kaynakları tedvîn edilmişti. İmam Ahmed b. Hanbel kendisini böyle zengin bir fıkıh servetinin içinde buldu. Bunlardan en iyi bir şekilde istifade etmesini bildi.
Ahmed b. Hanbel ibadet ve muâmelât konularında iki ayrı usul benimsedi. İbadet konularında naslara ve Selef’in eserlerine sımsıkı sarıldı. Delilsiz hüküm vermekten sakındı.
Hanbelî mezhebi günümüzde başta Hicaz bölgesi olmak üzere Irak, Suriye, Filistin ve Mısır’da da bir hayli taraftar bulmuş durumdadır. Hanbelî mezhebi bugün Suudi Arabistan’da resmî mezhep konumundadır.
16 – CAFERİYYE ve ZEYDİYYE HAKKINDA BİLGİ :
Caferilik adı fıkhı iyi bilen altıncı İmam Cafer-i Sadık’ın adından alınmış olmakla birlikte ne zaman kullanılmaya başladığı belli değildir. 16. yüzyılda Safevi Hanedanı’nın İmamilik (Onikicilik) mezhebini devletin resmî mezhebi olarak seçtiğinde Caferilik adını kullanmıştır.
Şîa’nın diğer kolu olan Zeydiyye, fıkhî görüşleri itibariyle Hanefî mezhebine bir hayli yakındır. Mest üzerine meshi, gayri müslimin kestiğini yemeyi ve Ehl-i kitap’tan bir kadınla evlenmeyi câiz görmezler. Esasen birer siyasî-itikadî fırka hareketi olan Şîa’nın diğer kolları veya Hâricîlik fıkıh alanında bazı farklı görüşlere sahip ise de bu tür fıkhî farklılıklar diğer Sünnî fıkıh mezhepleri içinde de mevcut olduğundan fazla bir önem taşımazlar.
17 – TEK MEZHEBE BAĞLANMA KONUSUNDA BİLGİ :
“Telfik” konusu ile “tek mezhebe bağlılık” meselesi arasında sıkı bir bağ olduğundan, önce bu mesele hakkındaki görüşlere kısaca değinmek gerekir.
Bu mesele ele alınırken, müctehid olmayan bir mükellefin durumunun söz konusu olduğuna ve böyle bir kimsenin şer‘î-amelî konularda daima bir mezhebe göre davranması gerekip gerekmediği sorusuna cevap arandığına dikkat edilmelidir. Gerek devlet gerekse fert planında bir mezhebe bağlanma gereğini ortaya çıkaran tarihî ve fikrî temellere daha önce temas edilmişti. İşte bu bağlanmanın “taassup” derecesine ulaşmasını takip eden dönemlerde, bir mezhebe bağlı davranmanın ve hatta hep o mezhep üzere kalmanın vâcip olduğu (dahası mezhebinden ayrılana ta‘zir cezası uygulanması gerekeceği) yönünde fikirler ileri sürülür olmuştur. Buna karşılık muhakkık âlimler, ictihad edemeyen bir mükellefin hep bir mezhebe bağlı kalmasını gerektirecek şer‘î bir delil bulunmadığını, böyle bir kimse için vâcip olanın, ehliyetine kani olduğu âlimlere sormak, öğrenmek ve buna göre davranmaktan ibaret bulunduğunu ispat etmeye çalışmışlardır.
18 – TELFİK (Değişik Mezheplerin Hükümlerinden Yararlanma) HAKKINDA BİLGİ :
Telfik, sözlükte, “kumaşın iki kenarını birleştirip dikmek” anlamına gelir. Fıkıh ve usûl-i fıkıhta da bu anlamdan hareketle, farklı hükümlerin bir araya getirilmesini ifade etmek üzere kullanılmıştır. Ancak bu ortak noktanın ötesinde fıkıh ve usûl-i fıkıh eserlerinde telfik başlıca üç anlamda kullanılmıştır:
a) Fıkıh eserlerinde telfik kelimesi bazan, ictihadî ihtilâftan kaynaklanmayan iki farklı hükmü birleştirerek uygulamak anlamında kullanılmıştır. Meselâ, “yemin kefâretinde on fakirin bir kısmını yedirmek, diğerlerini giydirmek şeklinde telfik yapılması câiz değildir” denirken bu mâna kastedilmiştir.
b) Fıkıh usulü eserlerinde telfik bazan, bir meselede önceki müctehidlerin söylemediği ve onların görüşlerinin ortak noktasını ihlâl eden yeni bir görüş ortaya atmak anlamında kullanılmıştır. Daha çok icmâ bahsinde incelenen bu meselenin taklit değil ictihad ile ilgili olduğu açıktır. Buna “ictihadda telfik” denebilir.
c) Fıkıh ve fıkıh usulü eserlerinde, telfik denince daha çok şu anlam kastedilir: Belirli bir meselede birden fazla ictihadî görüşü bir arada (veya bir arada sayılabilecek şekilde, yani birincisinin tesiri kalkmadan diğeriyle) amel edip ortaya bu müctehidlerden hiçbirinin kabul etmeyeceği mürekkep bir durumun ortaya çıkması. Telfikin dar anlamı budur. Buna “taklitte telfik” denir.
KAYNAK : Diyanet İslam İlmihali CİLT : 1
alıntıdır
d) Mu‘tezile :
Mu‘tezile, kelime olarak “ayrılanlar, uzaklaşanlar, bir tarafa çekilenler” anlamına gelir. Büyük günah işleyen kimsenin iman ile küfür arası bir mertebede olduğunu söyleyerek Ehl-i sünnet bilginlerinden Hasan-ı Basrî’nin (ö. 110/728) dersini terkeden Vâsıl b. Atâ (ö. 131/148) ile ona uyanların oluşturduğu mezhep bu isimle anılır. Mu‘tezile ise kendini “ehlü’l-adl ve’t-tevhîd” diye adlandırır. Akılcı bir mezhep olan Mu‘tezile, mantık kurallarıyla çelişir gördüğü âyet ve hadisleri Ehl-i sünnet’ten farklı biçimde yorumlamış ve bu yorumlarında akla öncelik vermiştir. Ehl-i sünnet tarafından kurulan kelâm ilmi hicrî IV. asırdan itibaren ortaya çıkmış olmakla birlikte, bu ilmi ortaya çıkaran etkenler arasında Mu‘tezile’nin ayrı bir yeri vardır. Hatta kelâm ilminin Mu‘tezile’nin öncülüğünde doğmuş olduğu söylenebilir. Bu mezhep, aynı zamanda iyi bir edebiyatçı ve tefsirci olan Ebü’l-Hüzeyl el-Allâf (ö. 235/850), Nazzâm (ö. 231/845), Câhiz (ö. 255/869), Bişr b. Mutemir (ö. 210/825), Cübbâî (ö. 303/916), Kadî Abdülcebbâr (ö. 415/1025) ve Zemahşerî (ö. 538/1143) gibi büyük kelâmcılar yetiştirmiştir. Abbâsîler döneminde en parlak günlerini yaşamış olan Mu‘tezile daha sonra etkinliğini hatta bir mezhep olma hüviyetini yitirmiştir. Günümüzde Mu‘tezile başlı başına bir mezhep olarak mevcut olmamakla birlikte görüşleri Şîa’nın Ca‘feriyye ve Zeydiyye kolları ile Hâricîliğin İbâzıyye kolunda yaşamaktadır.
Mu‘tezile’nin görüşleri beş prensip halinde sistemleştirilmiştir. Bunlar da; 1. Allah’ın zât ve sıfatları yönüyle bir kabul edilmesi (tevhid), 2. Kulların ihtiyarî fiillerini hür iradeleriyle yaptığı ve kul için en uygun olanı yaratmanın Allah’a gerekli olduğu (adl), 3. İyilik yapanın mükâfat, kötülük yapanın da ceza görmesinin zorunluluğu (vaad ve vaîd), 4. Büyük günah işleyenin iman ile küfür arasında fısk mertebesinde olduğu (el-menzile beyne’l-menzileteyn), 5. İyiliği yaptırmaya ve kötülüğü önlemeye çalışmanın bütün müslümanlara farz olduğu (emir bi’l-ma‘rûf nehiy ani’l-münker) prensipleridir.
8 – CEBRİYYE HAKKINDA BİLGİ : (Görüşleri)
e) Cebriye :
İrade hürriyeti konusunda Mu‘tezile’ye taban tabana zıt görüşlere sahip olan Cebriyye mezhebi, her şeyin Allah’ın ilmi ve iradesi dahilinde cereyan ettiğini, insanın çizilmiş bir kaderinin bulunduğunu bildiren âyetlerden (el-A‘râf 7/178, et-Tevbe 9/51, er-Ra‘d 13/8, ez-Zümer 39/62, el-Kamer 54/49, el-İnsân 76/30) hareketle insanın irade hürriyeti, seçme imkânı ve fiil gücü bulunmadığını, insan fiillerinin gerçek fâilinin Allah olduğunu, kulun Allah tarafından önceden takdir edilmiş bulunan işleri yapmaya mecbur olduğunu savunur. Günümüzde irade, kazâ-kader konusunu iyi anlamamış birçok kimse de bilerek-bilmeyerek bu görüşe meyletmişlerdir. Ancak bu görüşler, irade hürriyeti ve işlediği fiillerden dolayı insanın sorumlu tutulması, sevap veya azabı hak etmesi prensibiyle çeliştiği için Ehl-i sünnet bilginlerince reddedilmiştir
9 – HARİCİLİK HAKKINDA BİLGİ : (Görüşleri, Yayıldığı Yerler0)
f)Hâricîlik:
Hâricîlik ekolü (Havâric), Hz. Ali ile Muâviye arasında geçen Sıffîn Savaşı’ndan (h. 37/m. 657) sonra halife tayin işi hakeme bırakılınca ortaya çıkmıştır. Bu durumda bir grup Hz. Ali’ye isyan edip büyük günah işleyenlerin dinden çıkacağı ve günah işleyen devlet başkanına itaat edilmeyeceği iddiasıyla onunla mücadeleye başlamış ve onu şehid etmişlerdir. Hâricîler’in ilk planda dinî hükümleri korumada titizlik şeklinde algılanabilecek fakat sübjektif değerlendirmelere açık bu görüşleri İslâm toplumunda anarşinin de ilk tohumlarını oluşturmuştur. Hâricîlik başlangıçta cahil halk tabakasının ve şehrin disiplinli hayatına uyum sağlayamamış bedevîlerin bağlandığı ve desteklediği bir cereyan olarak ortaya çıkmış, her dönemde az veya çok müntesibi bulunmuş, bu mezhebin İbâzıyye kolu günümüze kadar yaşama imkânı bulmuştur. Günümüzde İbâzîler’e daha çok Kuzey Afrika, Madagaskar, Zengibar ve Uman sultanlığında rastlanır. Kur’an’ın sadece zâhirine dayanmaları sebebiyle Ehl-i sünnet’e göre bazı farklı fıkhî görüşleri de vardır.
10 – ŞİA HAKKINDA BİLGİ : (Kurulışu, Görüşleri, Kolları)
g) Şîa :
Şîa, Ehl-i sünnet grubunun dışında yer alan, günümüze kadar varlığını koruyan ve hâl-i hazır İslâm dünyasında da önemli sayıda taraftarı bulunan en önemli itikadî, fıkhî ve siyasî mezheptir. Sözlükte “taraftar, yardımcı” anlamına gelen Şîa, literatürde Hz. Peygamber’in vefatından sonra Hz. Ali’yi halifeliğe en lâyık kişi olarak gören ve onu ilk meşrû halife kabul eden, vefatından sonra da hilâfete Ali evlâdının getirilmesi gerektiğine inanan toplulukların ortak adı olmuştur. Hz. Osman’ın şehid edilmesini takip eden yıllarda bu misyon ve iddia ile ortaya çıkanların oluşturduğu bir siyasî gruplaşma hareketi olarak doğmuş, hicrî II. yüzyılın ikinci yarısından itibaren de çeşitli fırkalara ayrılan itikadî bir mezhep haline gelmeye başlamıştır
Şîa’nın günümüze ulaşan üç büyük fırkası Zeydiyye, İsmâiliyye ve İmâmiyye-İsnâaşeriyye’den ibarettir. Zeydiyye Hz. Ali’nin torunu Zeyd b. Ali Zeynelâbidîn’e nisbet edildiği için bu ismi alır. Günümüzde Yemen bölgesinde taraftarları bulunan Zeydiyye itikadî konularda Mu‘tezile mezhebine, fıkıh sahasında ise Hanefî mezhebine yakın görüşlere sahiptir. Şîa içindeki en mûtedil fırka olan Zeydîler, hilâfetin Hz. Ali’nin ve soyundan gelenlerin hakkı olduğuna inanmakla birlikte, Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer’in hilâfetini de meşrû görürler. Hilâfetin Hüseyinoğulları’na ait olduğu ve devlet başkanının mâsum olduğu fikrini de kabul etmezler.
Hz. Ali döneminde başlayan, Emevî ve Abbâsî dönemlerinde de devam eden iktidar mücadeleleri, başarısızlıklar ve mağduriyetler sebebiyle içine kapanan ve ümmet çoğunluğundan kendini tecrit ederek geçmişte kalan siyasî mücadeleler ve imâmet fikri etrafında kendine özgü teoriler geliştiren ve bunları itikadî esaslar haline de getirerek ve kendi fıkıh doktrinini de kendi içinde geliştirerek siyasî, itikadî ve fıkhî açılımları bulunan bir mezhep haline getiren Şîa, daha çok ümmet içinde yol açtığı ihtilâflar, izlediği uzlaşmaz tutum ve sahip olduğu itikadî görüşler sebebiyle Ehl-i sünnet âlimlerince eleştirilmiştir. Fakat Allah’a, âhirete, Hz. Muhammed’in peygamberliğine iman, namaz, oruç, zekât, hac, içki, kumar, zina, hadler gibi İslâmî ahkâm konusunda müslümanların çoğunluğu ile ittifak halinde bulunan mûtedil Şîa, hiçbir zaman tekfir de edilmemiştir. Günümüzde, mezhebin itikadî ve fıkhî görüşleri güncelleştirilerek ve geçmişte kalan husumetler canlı tutularak siyasal ve sosyal hatta ekonomik örgütlenmede, kimlik ve kültürel tavır belirlemede önemli bir unsur olarak değerlendirilmektedir
11 – MEZHEP NE DEMEKTİR MEZHEPLERİ ORTAYA ÇIKARAN TARİHİ SÜREÇ NEDİR :
Kelime olarak mezhep, takip edilen, gidilen yol demektir. Mecazen de şahsî/ferdî (kişisel) görüş, inanç ve doktrin manalarında kullanılmaktadır.
Din açısından ise müctehidin, dinin ayrıntılarına ilişkin, kendine mahsus kural ve yöntemlerle oluşturduğu inanç ve hukuk sistemini ifade eder. Bir başka deyimle; müctehid sıfatını kazanmış bir İslam aliminin, hüküm bakımından kapalı veya kesin olmayan (zannî) ayet ve hadisleri İslam’ın temel esaslarına aykırı olmayacak şekide yorumlayarak getirdiği çözümler topluluğuna mezhep adı verilir. İslâm tarihinde mezhep kelimesi genel olarak itikadî, fıkhî, siyasî görüşlerin hemen hepsi için kullanılmıştır.
Mezhepler tarihi ile meşgul olan alimler, İslâm mezheplerini Peygamberimizden (s.a.v.) rivayet olunan bir hadise göre tasnif etmişlerdir. Bu hadiste Yahudilerin yetmiş bir, Hıristiyanların yetmiş iki fırkaya ayrıldığı, İslâm ümmetinin ise yetmiş üç fırkaya ayrılacağı; cehennemden kurtulacak Müslümanların, Resûlüllah’ı ve ashabının yolunu takip eden fırka –başka bir rivayette de, birlik ve beraberlikten ayrılmayan cemaat- olduğu belirtilmektedir.
İslam dünyasında mezheplerin oluşumunu, ortaya çıkmasını etkileyen pek çok sebep saymak mümkün. Ancak meseleyi uzatmadan şöyle özetleyebiliriz:
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) hayatta iken sahabiler arasında herhangi bir ihtilaf söz konusu değildi. Dinden gerek inanç, gerek ibadet ve muamele ve gerekse âdap ve ahlâka dair anlayamadıkları/anlaşamadıkları bir mesele çıkarsa, Resûlüllah’a (s.a.v.) sorarlar, o da açıklardı. Râşit halîfeler döneminde de bu hususlarda herhangi bir sıkıntı olmamıştı. Sahabe ve tâbiîn devirlerinde ise, akaid ve amele dair bir mesele ortaya çıkarsa, hemen güvenilir alimlere müracaat edilir, cevabı alınır, karışıklık çıkmasına fırsat verilmezdi. Ancak daha sonraki devirlerde, kendilerine güvenilir zatların yavaş yavaş azalmaları sebebiyle, Müslüman halkın sıkıntılarını gören bazı alim ve müctehidler, akaid ve fıkıh alanındaki görüşlerini açıklayıp yaymaya başladılar. Nitekim hicrî birinci asrın sonlarından itibaren mezheplerin kurucuları, gerek akaid ve gerekse fıkıh sâhasındaki çalışmalarını yoğunlaştırdılar. Onların bu görüşlerini dinleyen, okuyup yazan insanlar da, bunlara uyarlardı. Böylece bu zatların görüş ve ictihatları, halkın anlayışında bir mezhep olarak yerleşti. Bununla birlikte hemen ifade etmeliyiz ki, bu büyük alim ve imamlardan hiçbirisi, ‘Ben bir mezhep kuruyorum, bana uyunuz!’ diye, halkı kendi görüşlerine tâbi olmaya çağırmamışlardır. Devlet adamlarının, makam-mevki ve nüfuz sahibi kimselerin davet ya da emirleriyle de bir mezhep kurmaya yeltenmemişlerdir.
Bilindiği üzere insanların anlayış-kavrayış ve idrak seviyeleri farklıdır, istek ve ihtiyaçları çeşitlilidir. Dolayısiyle dinin esasına uygun olmak kayıt ve şartıyla fıkhî ihtilafların/farklılıkların da caiz olması bir kenara, ümmet için bir rahmettir, kolaylıktır. Onun içindir ki Peygamber Efendimiz, müctehid ictihadında isabet ederse iki sevap, iyi niyetle Allah rızası için yaptığı bu ictihadında hata ederse bir sevap alacağını söylemiştir.
12 – HANEFİ MEZHEBİ HAKKINDA BİLGİ :
Hanefi mezhebi, İslam dininin sünni fıkıh mezheplerinden biri. Hanefilerin itikatta (inançta) mezhepleri ise maturidiyedir. İsmini kurucusu Ebû Hanife’den (Numan bin Sabit) (699-767) alır. Türkistan, Afganistan, Türkiye, Hindistan ve Pakistan’da yaygındır. Hanefi mezhebi dört sünni mezhebin nüfus açısından en genişidir. Takipçileri tüm İslam aleminin yaklaşık %45′ini oluşturmaktadır. Mezheb ismini kurucusunun künyesi olan Ebû Hanife’den alır. Hanife sözcüğü hanif kökünden gelir. Hanif sözcüğü İslam öncesinde Allah’ın birliğine inanan ve İbrahim’in dininden olanları tanımlamakta kullanılırdı.
Fakat Ebû Hanife’nin bu künyeyi nasıl aldığı konusunda çeşitli tartışmalar mevcuttur. En çok kabul görmüş açıklama, hanif sözcüğünün kullanımlarından olan “İslam’a kuvvetle bağlı olan kişi” anlamında, Ebu Hanife’nin İslam’a fazlasıyla bağlı olduğunu belirtmek için verildiği yönündedir. Kesin olan şey mezhebin ismini kurucusundan aldığıdır. Ebu Hanife Ehl-i Beyt’den olan Caferi’lerin 6.İmamı İmam Cafer Sadık(a.s)’tan 2 yıl ders almıştır.. Ebu Hanife’nin asıl adı Numandır.Babasının adı Sabittir.Hicrettin 30.yılında doğmuş,150.yılında Bağdat’ta vefat etmiştir.İmam-ı Azamın talebeleri onun rivayet ettiği görüşleri toplayarak sistemlemişlerdir. Onun görüşlerindan yeni yeni eserler telif etmişlerdir. Böylece İmam-ı Azamın görüşleri bir mezhep halini aldı. Hanbelî mezhebi bugün Suudi Arabistan’da resmî mezhep konumundadır.
13 – ŞAFİİ MEZHEBİ HAKKINDA BİLGİ :
Şafii mezhebi Şafiilik, bir İslam dini fıkıh (İslam hukuku) mezhebi.
İmam-ı Şafii’nin (Hicri 150 (MS.767), Gazze – Hicri 204 (MS.820), Kahire) kendi usulüne göre şer’i delillerden çıkardığı hükümlere ve gösterdiği yola Şafii Mezhebi denir. Ehl-i sünnet itikadında olan müslümanlardan, amellerini yani ibadet ve işlerini, bu mezhebin hükümlerine uyarak yapanlara Şafii denir. Şafiilik olarak da anılır. Şafii mezhebi dört sünni fıkıh mezhebinden birisidir.
Şafii mezhebi Türkiye ve diğer yakın ülkelerde yaygındır ve Sünni bir mezhepdir.Şafii mezhebinin kurucusu İmam-ı şafii, Maliki ve Hanefi mezheplerinin usulleri yayılmaya başladığı ilk zamanlarda yetişti.Bu yüzden İmam-ı şafii mezheplerin yollarını izleme fırsatı buldu.Ve onlardan farklı bir usul takip etti.Fıkhın usulleri ile ilgili ilk eser olan “ER-RİSALE” isimli kitabı yazdı.Zaman içerisinde fakihler onun etrafında toplandılar ve onun geliştirdikleri usullere göre fetva verdiler. Böylece şafii mezhebi doğdu. Hadis bilginlerinden İmam-ı Nesai, kelam (akaid) bilginlerinden Ebul-Hasen-i Eşari, İmam-ı Maverdi, İmam-ı Nevevi, İmam-ül-Haremeyn Abdülmelik bin Abdullah, İmam-ı Gazali, İbni Hacer-i Mekki, Kaffal-ı Kebir, İbni Subki, İmam-ı Suyuti v.b. İmam-ı Nesai’nin “Sünen”i meşhurdur, İmam-ı Eşari, Ehl-i sünnetin itikaddaki iki imamından birisidir. Hocalarının zinciri İmam-ı Şafii’ye ulaşmaktadır.
14 – MALİKİ MEZHEBİ HAKKINDA BİLGİ :
Mâlikî mezhebi, fıkıh ekollerinin kronolojik sıra itibariyle ikincisi olup, büyük hadis ve fıkıh bilgini Mâlik b. Enes’e nisbet edildiği için bu isimle anılmıştır. İmam Mâlik b. Enes, 93 (712) yılında Medine’de dünyaya geldi. Orada yetişti. Medine o dönemde, Peygamber’in hadisleri ve sahâbe ve tâbiûn fetvaları bakımından bir merkez idi. Mâlik b. Enes böylesine zengin bir ilim atmosferinde eğitim öğretim gördü. İbn Hürmüz, İbn Ömer’in âzatlısı Nâfi‘, İbn Şihâb ez-Zührî, Yahyâ b. Saîd gibi tanınmış tâbiûn bilginlerinden hadis ve fıkıh dersleri aldı. Olgunluk çağına gelince, Medine’de Mescid-i Nebevî’de ders ve fetva vermeye başladı. Döneminde Medine fıkhının imamı olarak tanındı, etrafında geniş bir ilim halkası oluştu, öğrenciler yetiştirdi ve 179 (795) yılında vefat etti.
Mâlikî mezhebi iki yolla yayılmıştır. Bunlardan biri İmam Mâlik’in yazdığı eserler, ikincisi de onun talebelerinin tedvîn ve eğitim faaliyetidir.
Mâlikî mezhebi, önce Hicaz bölgesinde yayılmış, sonra İmam Mâlik’in Esed b. Furât, Abdullah b. Vehb, Abdurrahman b. Kasım gibi talebeleri vasıtasıyla Mısır, Kuzey Afrika ve Endülüs’e yayılmıştır. Hatta, bu mezhep bir zamanlar İspanya’da Endülüs Emevî Devleti’nin resmî mezhebi olmuştur. Günümüzde Mısır’da, Kuzey Afrika’da (Tunus, Cezayir, Fas), Sudan’da Mâlikî mezhebi çok yaygındır. Hicaz bölgesinde ise, Mâlikîler’in sayısı oldukça azdır
15 – HANBELİ MEZHEBİ :
Hanbelî mezhebinin kurucusu sayılan, Ahmed b. Hanbel hicrî 164 yılında Bağdat’ta dünyaya geldi. Genç yaştan itibaren Bağdat’ta hadis toplamaya başladı. Hicrî 186 yılına kadar hadis âlimlerinden dinlediği bütün hadisleri kaleme aldı. Hadis araştırma ve tesbiti amacıyla İslâm ülkelerini diyar diyar dolaştı. Ahmed b. Hanbel hadis ilminde rivayete önem verdiği kadar, naslardan hüküm çıkarmaya da itina gösterdi. O İmam Şâfiî’nin fıkıhtaki bilgisine, hüküm çıkarma ve istinbat usul ve metoduna hayrandı. Ahmed b. Hanbel Mekke’de, Bağdat’ta İmam Şâfiî’den bu metotları öğrendi ve benimsedi. Böylece hadisleri sadece rivayetle yetinmeyip, onların fıkhî mâna ve maksatlarını da araştırdı. Olgunluk yaşına geldiği zaman ders okutmaya ve fetva vermeye başladı. Bu devirde fakihlerin çalışmaları meyvelerini vermiş, çok değerli fıkıh eserleri birer birer ortaya çıkmış, ilk üç mezhebin birinci el kaynakları tedvîn edilmişti. İmam Ahmed b. Hanbel kendisini böyle zengin bir fıkıh servetinin içinde buldu. Bunlardan en iyi bir şekilde istifade etmesini bildi.
Ahmed b. Hanbel ibadet ve muâmelât konularında iki ayrı usul benimsedi. İbadet konularında naslara ve Selef’in eserlerine sımsıkı sarıldı. Delilsiz hüküm vermekten sakındı.
Hanbelî mezhebi günümüzde başta Hicaz bölgesi olmak üzere Irak, Suriye, Filistin ve Mısır’da da bir hayli taraftar bulmuş durumdadır. Hanbelî mezhebi bugün Suudi Arabistan’da resmî mezhep konumundadır.
16 – CAFERİYYE ve ZEYDİYYE HAKKINDA BİLGİ :
Caferilik adı fıkhı iyi bilen altıncı İmam Cafer-i Sadık’ın adından alınmış olmakla birlikte ne zaman kullanılmaya başladığı belli değildir. 16. yüzyılda Safevi Hanedanı’nın İmamilik (Onikicilik) mezhebini devletin resmî mezhebi olarak seçtiğinde Caferilik adını kullanmıştır.
Şîa’nın diğer kolu olan Zeydiyye, fıkhî görüşleri itibariyle Hanefî mezhebine bir hayli yakındır. Mest üzerine meshi, gayri müslimin kestiğini yemeyi ve Ehl-i kitap’tan bir kadınla evlenmeyi câiz görmezler. Esasen birer siyasî-itikadî fırka hareketi olan Şîa’nın diğer kolları veya Hâricîlik fıkıh alanında bazı farklı görüşlere sahip ise de bu tür fıkhî farklılıklar diğer Sünnî fıkıh mezhepleri içinde de mevcut olduğundan fazla bir önem taşımazlar.
17 – TEK MEZHEBE BAĞLANMA KONUSUNDA BİLGİ :
“Telfik” konusu ile “tek mezhebe bağlılık” meselesi arasında sıkı bir bağ olduğundan, önce bu mesele hakkındaki görüşlere kısaca değinmek gerekir.
Bu mesele ele alınırken, müctehid olmayan bir mükellefin durumunun söz konusu olduğuna ve böyle bir kimsenin şer‘î-amelî konularda daima bir mezhebe göre davranması gerekip gerekmediği sorusuna cevap arandığına dikkat edilmelidir. Gerek devlet gerekse fert planında bir mezhebe bağlanma gereğini ortaya çıkaran tarihî ve fikrî temellere daha önce temas edilmişti. İşte bu bağlanmanın “taassup” derecesine ulaşmasını takip eden dönemlerde, bir mezhebe bağlı davranmanın ve hatta hep o mezhep üzere kalmanın vâcip olduğu (dahası mezhebinden ayrılana ta‘zir cezası uygulanması gerekeceği) yönünde fikirler ileri sürülür olmuştur. Buna karşılık muhakkık âlimler, ictihad edemeyen bir mükellefin hep bir mezhebe bağlı kalmasını gerektirecek şer‘î bir delil bulunmadığını, böyle bir kimse için vâcip olanın, ehliyetine kani olduğu âlimlere sormak, öğrenmek ve buna göre davranmaktan ibaret bulunduğunu ispat etmeye çalışmışlardır.
18 – TELFİK (Değişik Mezheplerin Hükümlerinden Yararlanma) HAKKINDA BİLGİ :
Telfik, sözlükte, “kumaşın iki kenarını birleştirip dikmek” anlamına gelir. Fıkıh ve usûl-i fıkıhta da bu anlamdan hareketle, farklı hükümlerin bir araya getirilmesini ifade etmek üzere kullanılmıştır. Ancak bu ortak noktanın ötesinde fıkıh ve usûl-i fıkıh eserlerinde telfik başlıca üç anlamda kullanılmıştır:
a) Fıkıh eserlerinde telfik kelimesi bazan, ictihadî ihtilâftan kaynaklanmayan iki farklı hükmü birleştirerek uygulamak anlamında kullanılmıştır. Meselâ, “yemin kefâretinde on fakirin bir kısmını yedirmek, diğerlerini giydirmek şeklinde telfik yapılması câiz değildir” denirken bu mâna kastedilmiştir.
b) Fıkıh usulü eserlerinde telfik bazan, bir meselede önceki müctehidlerin söylemediği ve onların görüşlerinin ortak noktasını ihlâl eden yeni bir görüş ortaya atmak anlamında kullanılmıştır. Daha çok icmâ bahsinde incelenen bu meselenin taklit değil ictihad ile ilgili olduğu açıktır. Buna “ictihadda telfik” denebilir.
c) Fıkıh ve fıkıh usulü eserlerinde, telfik denince daha çok şu anlam kastedilir: Belirli bir meselede birden fazla ictihadî görüşü bir arada (veya bir arada sayılabilecek şekilde, yani birincisinin tesiri kalkmadan diğeriyle) amel edip ortaya bu müctehidlerden hiçbirinin kabul etmeyeceği mürekkep bir durumun ortaya çıkması. Telfikin dar anlamı budur. Buna “taklitte telfik” denir.
KAYNAK : Diyanet İslam İlmihali CİLT : 1
alıntıdır
ECVİT BİLGİLERİ-1
MEDLER
Harf-i Med: ي ا و Sebebi Med: ء ْ (Hemze harekesi olan elifdir.)
MEDDİ TABİ: ي ا و harekesiz geldiğinde kendisinden önceki harfi bir elif miktarı uzatılır.
MEDDİ MUTTASILve MUNFASIL: Harfi medden sonra sebebi med olarak hemze aynı kelimede gelirse, meddi muttasıl olur ve dört elif miktarı çekilir(müttefekun aleyh/vacip), ayrı kelimede olursa meddi munfasıl olur ve yine dört elif miktarı çekilir.
جاَءَ (bitişik/muttasıl) ياَ اَيُّها اللذِنَ (ayrık/munfasıl)
MEDDİ LAZIM: Harfi medden sonra sebebi med olarak sükunu lazım gelirse, meddi lazım olur ve dört elif miktarı çekilir (Sükunu lazım cezim ve şeddedir) (müttefekun aleyh/vacip)
Kelime-i Musakkale: لاَالضّالٍّن وَKelime-i Muhafefe: آلاَْ َنَ
Harf-i Musakkale: آلم mimi Harf-i Muhaffefe: يس
MEDDİ ARIZ: Harfi medden sonra, sukunu arız gelirse meddi arız olur. (caiz)
تَعْلَمُونَ Tul, tevassut, kasr
لطُّورَاِو Tul, tavassut, kasr, revm (harekeyi az belirtmek)
لقبورُ ا Tul, tavassut, kasr, revm, tul ile işmam, tevassut ile işmam, kasr ile işmam (dudakla)
MEDDİ LÎN: Harfi linden sonra (وْ يْ ) sebebi med sukun olursa meddi lin olur. (caiz) 4 veya iki elif miktarı çekilir. قُرَيْشٍ
TENVİN VE NUNU SAKİNİN HALLERİ
İHFA: Tenvin veya nunu sakinden sonra ihfa harflerinden biri gelirse( ذ ض ص ث ق ف ج ط ك د ت س ش ظ ز ) ihfa olur ve nun gizlenerek okunur.
IZHAR: Tenvin veya nunu sakinden sonra ızhar harflerinden biri gelirse( ا ع غ ه ح خ ) ızhar olur ve nun açıktan okunur.
İKLAP: Tenvin veya nunu sakinden sonra (ب ) harfi gelirse iklap olur ve “n” sesi “m” ile okunur.
İDĞAM MEĞA’L-GUNNE: Tenvin veya nunu sakinden sonra ( ي م ن و ) harflerinden biri gelirse idğam meğal gunne olur ve “n” sesi gunneli bir sesle gelen harfe dönüştürülür.
İDĞAM BİLA GUNNE: Tenvin veya nunu sakinden sonra (لر) harflerinden biri gelirse idğam bilâ gunne olur ve “n” sesi doğrudan gelen harfe dönüştürülür.
İDĞAM MİSLEYN: Aynı harfler birbirlerine uğrarsa idğam misleyn olur. Bunlardan nun“ن” nuna“ن” uğrarsa, hem meğal gunne hem misleyn olur. “م” Mim “ب”ba’ya uğrarsa dudak ihfası olur. Mim”م” mime “م” uğrarsa idğam misleyn meğalğunne olur.
İDĞAM MÜTECANİSEYN: Mahreçleri bir, sıfatları farklı olan harfler birbirine uğrarsa idğam mütecaniseyn olur.
“ط” ve ‘د’ve “تَ” birbirlerine denk gelirlerse بَسَطْتَ”” “besatte” diyerek “ta” “te”ye yaklaştırılarak okunur, kalkale yapılmaz.
“ظ” ve“ذ” ve“ث” birbirlerine denk gelirlerse “اٍذْ ظَلَمُوا“izzalemu” diyerek okunur “ze”nin okunuşu za”ya yaklaştırılır.
“ب’ ve ‘م’ birbirlerine denk gelirlerse “ارْكَمْ مَعَنا” “irkem meğanâ” diye okunur ve “be”, “me” ye dönüştürülür.
İDĞAM MÜTEKARİBEYN: Mahreçleri veya sıfatları birbirinden farklı olan harfler birbirlerine uğrarlarsa mütekaribeyn olurlar.
“ل” ve “ر” birbirlerine geldiğinde “وَ قُلْ رَبِّ” “ve gurrabbi” diye dönüştürülerek okunur.
“ق” ve “ك” birbirlerine gelirse “نَخْلُقْكُمْ” “nahlükküm” diye dönüştürülerek okunur.
KALKALE
“.قطبجد” Harflerinden biri cezimli gelir ise harf sarsarak okunur. اَقْرَبُ”
HÜKMÜ’R – RA
Kalın okunur: رَ وانْحَرْ مِرْصاَد طَور
İnce okunur: رِ قَدِيرْ
LAFZATULLAH
Allah lafzının ‘lam’ı kendisinden önceki harfin harekesi esre ise ince diğer durumlarda kalın okunur.
Kalın: الله İnce: بِالله
ZAMİRLER:
“ ه ” Zamiri kendisinden önceki harfin harekesi var ise çeker. Eğer harekesi yok veya cezim ise “ه” zamiri çekmez. Çeker: لَهٌ انَّهُ بِهِ Çekmez: فِيهِ عَلَيْهِ
SEKTE: Kur’an’da dört yerde olup, eğer durulmadan geçerse anlam bozulacağı için sesi kesip nefes almadan bir miktar durulması gereken yerdir. Durulması istenen kelimenin altında “sekte” diye yazar. Örnek: من مرقدنا هاذا من راق
DURUŞLAR / VAKIF
لا Durulmaz.
م Durmak gerekir.
ط Durulur.
قف ج Durmak daha iyidir, geçilebilir.
ص ز ق Geçmek daha iyidir, durulabilir.
ع Konu bütünlüğü bitmiştir. Durulur.
.;. Secavent, ikisinden birinde yalnızca durulur. SORU VE CEVAPLARI TECVİD BİLDİLERİ-2
Soru- 1 Kur’an-ı kerim okumaya başlarken isti-azenin hükmü nedir ?
Cevap -1 Süre evvellerinde isti-aza bir kısım Alimler vacip demişler isede esah olan ekser ulemaya göre sünnettir.
Soru- 2 Süre başlarında besmelei şerife okumanın hükmü nedir ?
Cevap 2 Berae(tevbe)süresi hariç bütün surelerin başı besmele-i şerifenin mahallidir.Besmele-i şerifenin okunması sünnettir.
Soru 3 Berae süresinin başında besmele-i şerif okunurmu ?
Cevap 3 Berae süresinin başında besmele okumak caiz değildir.Diğer ayetlerinde ise beis yoktur.
Soru 4 Kur’an- kerim kaç tahrik üzere okunur?her tarika göre med miktarları ne kadardır ?
Cevap 4 Kur’an-ı kerim 3 tarık üzere okunur.
Tahkik tarıkında:
Meddi tabii: 1elif mikdarı
Meddi muttasıl :4 elif mikdarı
Meddi munfasıl:4 elif mikdarı
Meddi lazım:4 elif mikdarı
Meddi Arız:4 elif mikdarı
Meddi Liin:3elif mikdarı med iledir…
Tedvir tarikınde
Meddi tabii: 1elif mikdarı
Meddi muttasıl :3 elif mikdarı
Meddi munfasıl:3 elif mikdarı
Meddi lazım:3 elif mikdarı
Meddi Arız:3 elif mikdarı
Meddi Liin:2 elif mikdarı med iledir…
Hadır tarıkında ise
Meddi tabii: 1elif mikdarı
Meddi muttasıl :2 elif mikdarı
Meddi munfasıl:1 elif mikdarı
Meddi lazım:2 elif mikdarı
Meddi Arız:1 elif mikdarı
Meddi Liin:2 elif mikdarı med iledir…
Soru 5 Tecvidin hükmü nedir ?
Cevap 5 Tecvid öğrenmek ona riayet وَرَتِِلِ الْقُرْ ءَانَ تَرْتِيلاً hükmüne göre farzdır…
Soru 6 Tertil ne demektir ?
Cevap 6 harflerin tecvid ve sıfatı lazimelerinin sıfat-ı arizelerini bilmek anlamak vakıflarını, durulacak yerler ve başlayacak yerleri bilmek ve tatbik etmektir.Vakıf ve ibtida peygamber efendimiz bizzat fiili sünneti ile sabittir.
Soru 7 Tecvid kelimesinin lugat manası nedir ?
Cevap 7 Bir nesneyi güzel etmek ve hoşca yapmak manasınadır…
Soru 8 İlmi tecvidin şer’an hükmü ne ile sabittir ?
Cevap 8Kitab Sünnet İcma-i ümmet ile sabittir.
Soru 9 Tecvidin tarifi nedir ?
Cevap 9 و هو اعطاء الحروف حقوقها وترتب مراتبها وردالحرف الي مخرجه واصلهTecvid harflerin hakkını ve vermek mertebelerini tertip etmek harfi mahreç ve aslına red ermektir.
Soru 10 Tecvid ilmi nedir ?
Cevap 10 kendisinde harflerin mahreçlerinden ve sıfatlarından bahs edilen bir ilimdir.Yani harflerin mahreç sıfatlarına uymak sureti ile kur’an-ı kerimi hatasız okumayı öğreten ilimdir.
Soru 11 Tecvidin gayesi ve faidesi n nedir ?
Cevap 11 Lisanı hatadan ve noksandan ve ziyadeden hıfz edip me’murun bihe imtisaldir.Yani harflerin mahreç ve sıfatalrına uymak sureti ile kur’an-ı kerimi hatasız okumayı öğreten bir ilimdir…
Soru 12 Tecvid eserinin ilk musannifi kimdir ?
Cevap 12 Tecvid eseri ilk defa hicri 325 niladi 936 tarihlerinde vefat eden musa bin ubeydullah ibni yahya ibni hakan tarafından yazıldığı beyan edilmektedir…
Soru 13 Harfi med kaç tanedir neye denir
Cevap 13 Harfi med 3 dür و ي ا
و sakin olsa makabli mazmum olsa
ي sakin olsa makabli meksur olsa
ا elif ise daima sakin olup makabli meftuh olmakla cemi zamanda harfi med olur Her üç harf kendi cinsinden hareke alırsa harfi med olur (Mukadder harf ile)
Soru 14 Harfi liin kaç tanedir neye denilir ?
Cevap 14 Harfi liin 2 dir و ي sakin olup makabilleri meftuh olursa harfi liin olur her 2 harf kendi cinsinden hareke almaz harfi liin harfi med demektir…
Soru 15 Aslı med ne demektir, Fer-ı med ne demektir, Aralarındaki fark nedir
Cevap 15 Aslı med 1 elif mikdarı (kasrı med)demek olup vacip hükmündedir…
Fer-ı med asli med üzerine zaid olandır ki yani 1 elif üzerine ziyade olan 2 elif 3 elif 4 elif 5 elif mikdarı çekmek caizdir.bunlara meddi medid meddi mezid de denilir…
Soru 16 Harfi liin ile harfi med arasındaki fark nedir
Cevap 16 Harfi medler de kendi cinsinden hareke alıp kendisinden evvel ki harfin sesini 5 elif mikdarına kadar uzatır.
Harfi liin ise kendi cinsinden hareke almayıp ehaffül harekat olan fetha harekesini aldığından ve kendi sesi uzatıldığı için 3 elif mikdarına kadar ses uzatılır.
Soru 17 Meddi muttasıl ve meddi lazım dışında med bablarında meddi vacip hükmü varmıdır ?
Cevap 17 Meddi tabii dahi hernekadar medlern mertebelerinde vacip ifadesi yok isede her med babında bir elif mikdarı yani asli med vaciptir.
Soru 18med kaç nev’idir ?
Cevap 18 Meddin nev’ileri 10 tanedir…
1) Meddi tabii
2) Meddi muttasıl
3) Meddi munfasıl
4) Meddi lazım
5) Meddi arız
6) Meddi liin-i sukunu arız
7) Meddi liin-i sukunu lazım
Meddi temkin
9) Meddi ibdal
10) Meddi manevi (7 tanesi misalleri ile bilinmektedir.)
Soru 19 Hafs rivayetine göre kaç yerde teshil vardır ?
Cevap 19 Hafs rivayetine göre 7 yerde teshil vardır.
آلذَكَرَيْنِ gibi 2 yerde
آلاَنَ gibi 2 yerde
آللهُ gibi 2 yerde
اَعْجَمِيٌّ kelimesinde tek yerdedir.Sadece tek teshil vechi ile okunur.Diğer 6 yerde ise bir tek tahkik ve bir de teshil ile okunurlar.Ehlinden bil müşafehe öğrenilir.
Soru 20 Vakıf kaç kısımdır ?
Cevap 20 Cumhur-u ulwmaya göre 4 kısımdır.
Vakf-ı tam يَوْمُ الدِينُ gibi
Vakf-ı hasen الحمدالله gibi
Vakf-ı kâfi اَمْ لَمْ تُنْزِرْهُمْ لا يُؤْمِن gibi
Vakf-ı kabih لَقَدْ كَفَرالذِينَ قالوُ gibi
Soru 21 Ravmın hükmü nedir? Hangi kelimede nasıl yapılır?
Cevap 21 ravm vasıl hükmündedir.Kelimenin son harfi kalkale harflerinden olmayan ahiri mazmum ve meksur olan kelimelerde kasr-ı med ile harekenin 3’de birini ifade edilerek yapılır…
Soru 22 İşmamın hükmü nedir? Hangi kelimede nasıl yapılır?
Cevap 22 İşmam vakıfta ve vasılda ahiri mazmum ve sükûnlarda yine ahiri kalkale olmayan kelimelerde yapılır..
Soru 23 Haf rivayetine göre hangi kelimede imale yapılır.İmale ne demektir?
Cevap 23 ya kesraya meyl ettirerek okuamaktır.Hafs rivayetine göre kur’an-ı kerimde bir yerdedir.
Soru 24 İdğam-ı meal gune harflerinden hangileri nakıs idgam ile okunur?
Cevap 24 يمنو Harflerinde و ile ي idgam-ı nakıs ile okunur. و ile ي bir kelimede vaki olursa idgamda ki izhar ile okunur. بنيان غنوان gibi…
Soru 25 İdgam-ı mütecaniseyn de لءن بسطت keimesinde idgam-ı nakısmıdır tamıdır?
Cevap 25 فَرَّطت اخطتُ لءن بسطت kelimelerinde idgam-ı nakıstır…
Soru 26 İdgam-ı mütekarıbeynde ق ك Mahrecinde الم نخلقكم[/size]Kelimesinde idam tamıdır nakısmıdır?
Cevap 26 Hem idgam-ı tam hem idgam-ı nakıstır.
Soru 27 الله Lafza-i celali idgam-ı şemsiyyemidir?
Cevap 27 الله Lafza-i celali idgam-ı şemsiyye degildir.Çünki Cenab-ı hakk’ın zatının ismi olması hasebiyle hiç benzeri olmayan hususi bir isim ve kelimedir. اile لlam-ı tağrif değildir.Çünki nida halinde diye sabit kalabiliyor ve hemze-i kat’i olabiliyor Ancak teskili istiğmal için kullanılmıştır…
Soru 28 فيه مهانا kelimesinde niçin zamir med edilerek okunur?
Cevap 28 3 sebebdendir.Kafirlere azabın şiddetinden kesradan zambeye geçişde sıkletten فيه kelimesini مهانا dan ayırmak için hafs rivayetinde zamir med ile okunur…
Soru 29 Sekte kaç yerdedir,Tağrifi hükmü nelerdir?
Cevap 29 sekte nefes almakdan sesi kesmek demektir…Sekte vakıf hükmünde vakfa yakın bir keyfiyyetdir.4 yerdedir ayrıca 9 yerde ise ha-i sekte vardır…
Soru 30 Lahn ne demektir.Kaç kısımdır şartları nalerdir?
Cevap 30 Lahn tecvide uymamaktan doğan hatalara denilir.2 kısımdır.Lahn-ı celi, lahn-ı hafi
Lahn-ı celi : Açık hata demektir.Bu hata işlendiğinde namaz bozulur tahrimen mekruhtur.Bu hatalardan kurtulacak kadar tecvid bilmesi farzdır.Hataların bazıalrı şunlardır.Harflerin sıfat-ı lazimelerinde kelimelerin harflerinde ,harekelerinde, sukunlarında değiştirmek gibi…
Soru 31 Lahn-ı hafi hangi hataların yapılışındadır?
Cevap 31 Harflerin sıfatı arızelerinde meydana gelen ihfa,izhar,iklab,idgam,gunneyi terk etme,kalın harfi ince, ince harfi kalın okuma, kasr-ı med med olan yerleri kasır yapmak, hareke ile vakıf yapmak kuvvetliyi zayıf ,zayıfı kuvvetli okumak gibi…
Soru 32 Vakıf halinde kelimenin ahiri iki örteli ve ya iki esreli yerlerde ravm ve işmam yapılırmı? Hükmü nedir?
Cevap 32 bu gib yerlerde ravm ve işma yapılır.Çünki ik ötre iki esre tek ötre ve tek esre hükmündedir…
Soru 33 İdgamların, şeddelerin,gunnelerin,ihfaların icrasında ayrıntıları ile birlikte üzerinde durma zamanı ne kadardır?
Cevap 33 İdgamlada, şeddelerde,gunnelerde,ihfalarda üzerinde durma zamanı tahkik tarikında:1,5 elif mikdarı ,tedvir tarikinde:1 elif mikdarı hadır tarikinde ½ elif mikdarı bir zaman tutulur…
Soru 34 Vakıf alametinin başka adı varmıdır,bu alametlerin mucidi kimdir, Bu alametler hangi harflerdir?
Cevap 34 Vakıf alametinin bir adıda secavent alametleridir.Durak işaretide denir.(durak denmez) Bu alametlerin mucidi ise Muhammed ibni Tayfur secavendi hazretleridir.Bu zatın künyesi ve lakabına izafeten secavent alemetide denir şol harflerdir… ط م ج قف ز ق ص ك لا ve üç noktadır….
TECVİD BİLGİSİ-3
S-1) Tecvid hüküm itibariyle nadir?C-1) Farzı ayn dır.
S-2) Bir şeyi güzel yapmak,süslemek anlamındaki kelime hangisidir?C-2) Tecvid.
S-3) Arap alfabesi kaç harften oluşmaktadır?C-3) 28
S-4) Elif ve hemze neye denir?
C-4) EliF harekesiz elife, Hemze harekeli elife denir.
S-5) Mahreç harfleri kaç yerden çıkar?C-5) 17
S-6) Boğaz harfleri kaç tanedir?C-6) 6
S-7) Dil kısmından kaç harf çıkar?C-7) 18
S-8) Dudak kısmından kaç harf çıkar?
C-8) 4
S-9) Kendisinden önceki harfin sesini uzatan harfe ne denir?
C-9) Med harfi.
S-10) Med harfleri kaç tanedir?
C-10) Üç. و,ى,ا
S-11) Asli medden fazla uzatmayı gerekli kılan sebeplere ne denir?
C-11) Sebebi med.
S-12) Hem vasıl hemde vakıf halinde sabit olan hemzeye ne denir?
C-12) Hemzei katı.
S-13) Vakıf halinde sabit olup vasıl halinde düşen hemzeye ne denir?
C-13) Hemzei vasıl.
S-14) Hem vasıl hemde vakıf halinde sabit olan sukun’a ne denir?
C-14) Sukunu lazım. نون صاد قاف
S-15) Vakıf halinde sabit olup vasıl halinde düşen sukun’a ne denir?
C-15) Sukunu arız. نستعين
S-16) Harfin sesini uzatmak için hemze veya sukune ihtiyaç duyulmayan medde ne denir?
C-16) Asli med.
S-17) Zamirin med ile uzatılması,ve med yapmaksızın okunmasına ne denir?
C-17) Sıla,Ademi sıla.
S-18) Zamirin sıla olabilmesi ne gereklidir?
C-18) Önceki harfin harekeli olması.
S-19) Zamirin Ademi sıla olabilmesi için ne gereklidir?
C-19) Zamirden önceki harfin sakin olması.
S-20) İttifak mahalli ne demektir?
C-20) Kıraat imamlarının hepsi meddi muttasılı en az iki elif çekmekte ittifak etmişlerdir.
S-21) İhtilaf mahalli ne demektir?
C-21) Meddi munfasıl üzere yapılan med miktarında görüş ayrılığıdır.
S-22) Med harflerinden biri ve sebebi medden sukunu lazım aynı kelimede bulunursa ne olur?
C-22) Meddi lazım.
S-23) Harfi medden sonra sebebi medden sukunu lazım şeddeli olark bulunursa buna ne denr?
C-23) Kelimei musakkale.
S-24) ) Harfi medden sonra sebebi medden sukunu lazım şeddesiz olarak bulunursa ne olur?
S-24) Kelimei muhaffefe.
S-25) Harfi medden sonra sebebi med olan sukunu lazım idğamlı olarak bulunursa ne olur?
C-) Meddi lazım harfi musakkale.
S-26) Harfi medden sonra sebebi med olan sukunu lazım idğamsız olarak bulunursa ne olur?
C-26) Meddi lazım harfi muhaffefe.
S-27) Med harflerinin birinden sonra sebebi med olan arız sukun gelirse ne olur?
C-27) Meddi arız.
S-28) Harekeyi sesin üçte biriyle telaffuz etmeye ne denir?
C-28) Revm.
S-29) Sukunfan sonra ötreye işaret etmek üzere dudakları öne yummaya ne denir?
C-29) İşmam.
S-30) Sakin nun veya tenvinden sonra boğaz harflerinden biri gelirse ne olur?
C-30) İzhar.
S-31) Sakin mim’den sonra ‘’mim’’ve ‘’ba’’nın dışındaki harflerden biri gelirse ne olur?
C-31) İzharı şefevi.
S-32) Lamı tariften sonra ondört kameri harflerden birinin bulunmasına ne denir?
C-32) İzharı kameriye.
S-33) Sakin bir harfin harekeli bir harfle karşılaşması halinde şeddeli tek harfe dönüşmesine ne denir?
C-33) İdğam.
S-34) Kendinden sonraki harfin cinsine çevrilecek olan cezimli harfe ne denir?
C-34) Müdğam.
S-35) Bir önceki soruda cezimli harfin katıldığı harekeli ikinci harfe ne denir?
C-35) Müdğamun Fih.
S-36) Birinci harfin zat ve sıfat olrak tamamen ikinci harfe dönüşmesine ne denir?
C-36) Tam idğam.
S-37) Birinci harfin ikinci harfe zat olarak dönüşüp,sıfat olarak dönüşmemesine ne denir?
C-37) Nakıs idğam.
S-38) Sakin nun veya tenvinden sonra‘’yemnu’’harflerinden biri gelirse ne olur?
C-38) İdğamı Mealğunne.
S-39) Sakin nun veya tenvinden sonra ‘’Lam’’veya’’ra’’ harflerinden biri gelirse ne olur?
C-39) İdğamı bilağunne.
S-40) Mahreçleri ve sıfatları aynı olan iki harften,sakin olan birincisinin,harekeli olan ikincisine idğam edilerek okunmasına ne denir?
C-40) idğamı Misleyn.
S-41) Sakin nunun harekeli nuna,Sakin mim’in harekeli mim’e uğraması halinde yapılan idğama ne denir?
C-41) idğamı Misleyn Mealğunne.
S-42) Nun ve mim dışındaki harflerin birbirine idgam edilmesine ne denir?
C-42) İdğamı Misleyn Bilağunne.
S-43) Mahreçleri aynı sıfatları farklı olan iki harften ,sakin olan birincisinin,harekeli olan ikincisine idğam edilerek okunmasına ne denir?
S-43) İdğamı Mütecaniseyn.
S-44) Mahreçleri veya sıfatları birbirine yakın olan iki harften,sakin olan birincisinin,harekeli olan ikincisine katılarak okunmasına ne denir?
C-44) İdğamı Mütekaribeyn.
S-45) ‘’Lamı tarif’in kendisinden sonra gelen ondört şemsi harften birine idğam edilerek okunmasıne ne denir?
C-45) İdğamı Şemsiye.
ALINTIDIR
MEDLER
Harf-i Med: ي ا و Sebebi Med: ء ْ (Hemze harekesi olan elifdir.)
MEDDİ TABİ: ي ا و harekesiz geldiğinde kendisinden önceki harfi bir elif miktarı uzatılır.
MEDDİ MUTTASILve MUNFASIL: Harfi medden sonra sebebi med olarak hemze aynı kelimede gelirse, meddi muttasıl olur ve dört elif miktarı çekilir(müttefekun aleyh/vacip), ayrı kelimede olursa meddi munfasıl olur ve yine dört elif miktarı çekilir.
جاَءَ (bitişik/muttasıl) ياَ اَيُّها اللذِنَ (ayrık/munfasıl)
MEDDİ LAZIM: Harfi medden sonra sebebi med olarak sükunu lazım gelirse, meddi lazım olur ve dört elif miktarı çekilir (Sükunu lazım cezim ve şeddedir) (müttefekun aleyh/vacip)
Kelime-i Musakkale: لاَالضّالٍّن وَKelime-i Muhafefe: آلاَْ َنَ
Harf-i Musakkale: آلم mimi Harf-i Muhaffefe: يس
MEDDİ ARIZ: Harfi medden sonra, sukunu arız gelirse meddi arız olur. (caiz)
تَعْلَمُونَ Tul, tevassut, kasr
لطُّورَاِو Tul, tavassut, kasr, revm (harekeyi az belirtmek)
لقبورُ ا Tul, tavassut, kasr, revm, tul ile işmam, tevassut ile işmam, kasr ile işmam (dudakla)
MEDDİ LÎN: Harfi linden sonra (وْ يْ ) sebebi med sukun olursa meddi lin olur. (caiz) 4 veya iki elif miktarı çekilir. قُرَيْشٍ
TENVİN VE NUNU SAKİNİN HALLERİ
İHFA: Tenvin veya nunu sakinden sonra ihfa harflerinden biri gelirse( ذ ض ص ث ق ف ج ط ك د ت س ش ظ ز ) ihfa olur ve nun gizlenerek okunur.
IZHAR: Tenvin veya nunu sakinden sonra ızhar harflerinden biri gelirse( ا ع غ ه ح خ ) ızhar olur ve nun açıktan okunur.
İKLAP: Tenvin veya nunu sakinden sonra (ب ) harfi gelirse iklap olur ve “n” sesi “m” ile okunur.
İDĞAM MEĞA’L-GUNNE: Tenvin veya nunu sakinden sonra ( ي م ن و ) harflerinden biri gelirse idğam meğal gunne olur ve “n” sesi gunneli bir sesle gelen harfe dönüştürülür.
İDĞAM BİLA GUNNE: Tenvin veya nunu sakinden sonra (لر) harflerinden biri gelirse idğam bilâ gunne olur ve “n” sesi doğrudan gelen harfe dönüştürülür.
İDĞAM MİSLEYN: Aynı harfler birbirlerine uğrarsa idğam misleyn olur. Bunlardan nun“ن” nuna“ن” uğrarsa, hem meğal gunne hem misleyn olur. “م” Mim “ب”ba’ya uğrarsa dudak ihfası olur. Mim”م” mime “م” uğrarsa idğam misleyn meğalğunne olur.
İDĞAM MÜTECANİSEYN: Mahreçleri bir, sıfatları farklı olan harfler birbirine uğrarsa idğam mütecaniseyn olur.
“ط” ve ‘د’ve “تَ” birbirlerine denk gelirlerse بَسَطْتَ”” “besatte” diyerek “ta” “te”ye yaklaştırılarak okunur, kalkale yapılmaz.
“ظ” ve“ذ” ve“ث” birbirlerine denk gelirlerse “اٍذْ ظَلَمُوا“izzalemu” diyerek okunur “ze”nin okunuşu za”ya yaklaştırılır.
“ب’ ve ‘م’ birbirlerine denk gelirlerse “ارْكَمْ مَعَنا” “irkem meğanâ” diye okunur ve “be”, “me” ye dönüştürülür.
İDĞAM MÜTEKARİBEYN: Mahreçleri veya sıfatları birbirinden farklı olan harfler birbirlerine uğrarlarsa mütekaribeyn olurlar.
“ل” ve “ر” birbirlerine geldiğinde “وَ قُلْ رَبِّ” “ve gurrabbi” diye dönüştürülerek okunur.
“ق” ve “ك” birbirlerine gelirse “نَخْلُقْكُمْ” “nahlükküm” diye dönüştürülerek okunur.
KALKALE
“.قطبجد” Harflerinden biri cezimli gelir ise harf sarsarak okunur. اَقْرَبُ”
HÜKMÜ’R – RA
Kalın okunur: رَ وانْحَرْ مِرْصاَد طَور
İnce okunur: رِ قَدِيرْ
LAFZATULLAH
Allah lafzının ‘lam’ı kendisinden önceki harfin harekesi esre ise ince diğer durumlarda kalın okunur.
Kalın: الله İnce: بِالله
ZAMİRLER:
“ ه ” Zamiri kendisinden önceki harfin harekesi var ise çeker. Eğer harekesi yok veya cezim ise “ه” zamiri çekmez. Çeker: لَهٌ انَّهُ بِهِ Çekmez: فِيهِ عَلَيْهِ
SEKTE: Kur’an’da dört yerde olup, eğer durulmadan geçerse anlam bozulacağı için sesi kesip nefes almadan bir miktar durulması gereken yerdir. Durulması istenen kelimenin altında “sekte” diye yazar. Örnek: من مرقدنا هاذا من راق
DURUŞLAR / VAKIF
لا Durulmaz.
م Durmak gerekir.
ط Durulur.
قف ج Durmak daha iyidir, geçilebilir.
ص ز ق Geçmek daha iyidir, durulabilir.
ع Konu bütünlüğü bitmiştir. Durulur.
.;. Secavent, ikisinden birinde yalnızca durulur. SORU VE CEVAPLARI TECVİD BİLDİLERİ-2
Soru- 1 Kur’an-ı kerim okumaya başlarken isti-azenin hükmü nedir ?
Cevap -1 Süre evvellerinde isti-aza bir kısım Alimler vacip demişler isede esah olan ekser ulemaya göre sünnettir.
Soru- 2 Süre başlarında besmelei şerife okumanın hükmü nedir ?
Cevap 2 Berae(tevbe)süresi hariç bütün surelerin başı besmele-i şerifenin mahallidir.Besmele-i şerifenin okunması sünnettir.
Soru 3 Berae süresinin başında besmele-i şerif okunurmu ?
Cevap 3 Berae süresinin başında besmele okumak caiz değildir.Diğer ayetlerinde ise beis yoktur.
Soru 4 Kur’an- kerim kaç tahrik üzere okunur?her tarika göre med miktarları ne kadardır ?
Cevap 4 Kur’an-ı kerim 3 tarık üzere okunur.
Tahkik tarıkında:
Meddi tabii: 1elif mikdarı
Meddi muttasıl :4 elif mikdarı
Meddi munfasıl:4 elif mikdarı
Meddi lazım:4 elif mikdarı
Meddi Arız:4 elif mikdarı
Meddi Liin:3elif mikdarı med iledir…
Tedvir tarikınde
Meddi tabii: 1elif mikdarı
Meddi muttasıl :3 elif mikdarı
Meddi munfasıl:3 elif mikdarı
Meddi lazım:3 elif mikdarı
Meddi Arız:3 elif mikdarı
Meddi Liin:2 elif mikdarı med iledir…
Hadır tarıkında ise
Meddi tabii: 1elif mikdarı
Meddi muttasıl :2 elif mikdarı
Meddi munfasıl:1 elif mikdarı
Meddi lazım:2 elif mikdarı
Meddi Arız:1 elif mikdarı
Meddi Liin:2 elif mikdarı med iledir…
Soru 5 Tecvidin hükmü nedir ?
Cevap 5 Tecvid öğrenmek ona riayet وَرَتِِلِ الْقُرْ ءَانَ تَرْتِيلاً hükmüne göre farzdır…
Soru 6 Tertil ne demektir ?
Cevap 6 harflerin tecvid ve sıfatı lazimelerinin sıfat-ı arizelerini bilmek anlamak vakıflarını, durulacak yerler ve başlayacak yerleri bilmek ve tatbik etmektir.Vakıf ve ibtida peygamber efendimiz bizzat fiili sünneti ile sabittir.
Soru 7 Tecvid kelimesinin lugat manası nedir ?
Cevap 7 Bir nesneyi güzel etmek ve hoşca yapmak manasınadır…
Soru 8 İlmi tecvidin şer’an hükmü ne ile sabittir ?
Cevap 8Kitab Sünnet İcma-i ümmet ile sabittir.
Soru 9 Tecvidin tarifi nedir ?
Cevap 9 و هو اعطاء الحروف حقوقها وترتب مراتبها وردالحرف الي مخرجه واصلهTecvid harflerin hakkını ve vermek mertebelerini tertip etmek harfi mahreç ve aslına red ermektir.
Soru 10 Tecvid ilmi nedir ?
Cevap 10 kendisinde harflerin mahreçlerinden ve sıfatlarından bahs edilen bir ilimdir.Yani harflerin mahreç sıfatlarına uymak sureti ile kur’an-ı kerimi hatasız okumayı öğreten ilimdir.
Soru 11 Tecvidin gayesi ve faidesi n nedir ?
Cevap 11 Lisanı hatadan ve noksandan ve ziyadeden hıfz edip me’murun bihe imtisaldir.Yani harflerin mahreç ve sıfatalrına uymak sureti ile kur’an-ı kerimi hatasız okumayı öğreten bir ilimdir…
Soru 12 Tecvid eserinin ilk musannifi kimdir ?
Cevap 12 Tecvid eseri ilk defa hicri 325 niladi 936 tarihlerinde vefat eden musa bin ubeydullah ibni yahya ibni hakan tarafından yazıldığı beyan edilmektedir…
Soru 13 Harfi med kaç tanedir neye denir
Cevap 13 Harfi med 3 dür و ي ا
و sakin olsa makabli mazmum olsa
ي sakin olsa makabli meksur olsa
ا elif ise daima sakin olup makabli meftuh olmakla cemi zamanda harfi med olur Her üç harf kendi cinsinden hareke alırsa harfi med olur (Mukadder harf ile)
Soru 14 Harfi liin kaç tanedir neye denilir ?
Cevap 14 Harfi liin 2 dir و ي sakin olup makabilleri meftuh olursa harfi liin olur her 2 harf kendi cinsinden hareke almaz harfi liin harfi med demektir…
Soru 15 Aslı med ne demektir, Fer-ı med ne demektir, Aralarındaki fark nedir
Cevap 15 Aslı med 1 elif mikdarı (kasrı med)demek olup vacip hükmündedir…
Fer-ı med asli med üzerine zaid olandır ki yani 1 elif üzerine ziyade olan 2 elif 3 elif 4 elif 5 elif mikdarı çekmek caizdir.bunlara meddi medid meddi mezid de denilir…
Soru 16 Harfi liin ile harfi med arasındaki fark nedir
Cevap 16 Harfi medler de kendi cinsinden hareke alıp kendisinden evvel ki harfin sesini 5 elif mikdarına kadar uzatır.
Harfi liin ise kendi cinsinden hareke almayıp ehaffül harekat olan fetha harekesini aldığından ve kendi sesi uzatıldığı için 3 elif mikdarına kadar ses uzatılır.
Soru 17 Meddi muttasıl ve meddi lazım dışında med bablarında meddi vacip hükmü varmıdır ?
Cevap 17 Meddi tabii dahi hernekadar medlern mertebelerinde vacip ifadesi yok isede her med babında bir elif mikdarı yani asli med vaciptir.
Soru 18med kaç nev’idir ?
Cevap 18 Meddin nev’ileri 10 tanedir…
1) Meddi tabii
2) Meddi muttasıl
3) Meddi munfasıl
4) Meddi lazım
5) Meddi arız
6) Meddi liin-i sukunu arız
7) Meddi liin-i sukunu lazım
Meddi temkin
9) Meddi ibdal
10) Meddi manevi (7 tanesi misalleri ile bilinmektedir.)
Soru 19 Hafs rivayetine göre kaç yerde teshil vardır ?
Cevap 19 Hafs rivayetine göre 7 yerde teshil vardır.
آلذَكَرَيْنِ gibi 2 yerde
آلاَنَ gibi 2 yerde
آللهُ gibi 2 yerde
اَعْجَمِيٌّ kelimesinde tek yerdedir.Sadece tek teshil vechi ile okunur.Diğer 6 yerde ise bir tek tahkik ve bir de teshil ile okunurlar.Ehlinden bil müşafehe öğrenilir.
Soru 20 Vakıf kaç kısımdır ?
Cevap 20 Cumhur-u ulwmaya göre 4 kısımdır.
Vakf-ı tam يَوْمُ الدِينُ gibi
Vakf-ı hasen الحمدالله gibi
Vakf-ı kâfi اَمْ لَمْ تُنْزِرْهُمْ لا يُؤْمِن gibi
Vakf-ı kabih لَقَدْ كَفَرالذِينَ قالوُ gibi
Soru 21 Ravmın hükmü nedir? Hangi kelimede nasıl yapılır?
Cevap 21 ravm vasıl hükmündedir.Kelimenin son harfi kalkale harflerinden olmayan ahiri mazmum ve meksur olan kelimelerde kasr-ı med ile harekenin 3’de birini ifade edilerek yapılır…
Soru 22 İşmamın hükmü nedir? Hangi kelimede nasıl yapılır?
Cevap 22 İşmam vakıfta ve vasılda ahiri mazmum ve sükûnlarda yine ahiri kalkale olmayan kelimelerde yapılır..
Soru 23 Haf rivayetine göre hangi kelimede imale yapılır.İmale ne demektir?
Cevap 23 ya kesraya meyl ettirerek okuamaktır.Hafs rivayetine göre kur’an-ı kerimde bir yerdedir.
Soru 24 İdğam-ı meal gune harflerinden hangileri nakıs idgam ile okunur?
Cevap 24 يمنو Harflerinde و ile ي idgam-ı nakıs ile okunur. و ile ي bir kelimede vaki olursa idgamda ki izhar ile okunur. بنيان غنوان gibi…
Soru 25 İdgam-ı mütecaniseyn de لءن بسطت keimesinde idgam-ı nakısmıdır tamıdır?
Cevap 25 فَرَّطت اخطتُ لءن بسطت kelimelerinde idgam-ı nakıstır…
Soru 26 İdgam-ı mütekarıbeynde ق ك Mahrecinde الم نخلقكم[/size]Kelimesinde idam tamıdır nakısmıdır?
Cevap 26 Hem idgam-ı tam hem idgam-ı nakıstır.
Soru 27 الله Lafza-i celali idgam-ı şemsiyyemidir?
Cevap 27 الله Lafza-i celali idgam-ı şemsiyye degildir.Çünki Cenab-ı hakk’ın zatının ismi olması hasebiyle hiç benzeri olmayan hususi bir isim ve kelimedir. اile لlam-ı tağrif değildir.Çünki nida halinde diye sabit kalabiliyor ve hemze-i kat’i olabiliyor Ancak teskili istiğmal için kullanılmıştır…
Soru 28 فيه مهانا kelimesinde niçin zamir med edilerek okunur?
Cevap 28 3 sebebdendir.Kafirlere azabın şiddetinden kesradan zambeye geçişde sıkletten فيه kelimesini مهانا dan ayırmak için hafs rivayetinde zamir med ile okunur…
Soru 29 Sekte kaç yerdedir,Tağrifi hükmü nelerdir?
Cevap 29 sekte nefes almakdan sesi kesmek demektir…Sekte vakıf hükmünde vakfa yakın bir keyfiyyetdir.4 yerdedir ayrıca 9 yerde ise ha-i sekte vardır…
Soru 30 Lahn ne demektir.Kaç kısımdır şartları nalerdir?
Cevap 30 Lahn tecvide uymamaktan doğan hatalara denilir.2 kısımdır.Lahn-ı celi, lahn-ı hafi
Lahn-ı celi : Açık hata demektir.Bu hata işlendiğinde namaz bozulur tahrimen mekruhtur.Bu hatalardan kurtulacak kadar tecvid bilmesi farzdır.Hataların bazıalrı şunlardır.Harflerin sıfat-ı lazimelerinde kelimelerin harflerinde ,harekelerinde, sukunlarında değiştirmek gibi…
Soru 31 Lahn-ı hafi hangi hataların yapılışındadır?
Cevap 31 Harflerin sıfatı arızelerinde meydana gelen ihfa,izhar,iklab,idgam,gunneyi terk etme,kalın harfi ince, ince harfi kalın okuma, kasr-ı med med olan yerleri kasır yapmak, hareke ile vakıf yapmak kuvvetliyi zayıf ,zayıfı kuvvetli okumak gibi…
Soru 32 Vakıf halinde kelimenin ahiri iki örteli ve ya iki esreli yerlerde ravm ve işmam yapılırmı? Hükmü nedir?
Cevap 32 bu gib yerlerde ravm ve işma yapılır.Çünki ik ötre iki esre tek ötre ve tek esre hükmündedir…
Soru 33 İdgamların, şeddelerin,gunnelerin,ihfaların icrasında ayrıntıları ile birlikte üzerinde durma zamanı ne kadardır?
Cevap 33 İdgamlada, şeddelerde,gunnelerde,ihfalarda üzerinde durma zamanı tahkik tarikında:1,5 elif mikdarı ,tedvir tarikinde:1 elif mikdarı hadır tarikinde ½ elif mikdarı bir zaman tutulur…
Soru 34 Vakıf alametinin başka adı varmıdır,bu alametlerin mucidi kimdir, Bu alametler hangi harflerdir?
Cevap 34 Vakıf alametinin bir adıda secavent alametleridir.Durak işaretide denir.(durak denmez) Bu alametlerin mucidi ise Muhammed ibni Tayfur secavendi hazretleridir.Bu zatın künyesi ve lakabına izafeten secavent alemetide denir şol harflerdir… ط م ج قف ز ق ص ك لا ve üç noktadır….
TECVİD BİLGİSİ-3
S-1) Tecvid hüküm itibariyle nadir?C-1) Farzı ayn dır.
S-2) Bir şeyi güzel yapmak,süslemek anlamındaki kelime hangisidir?C-2) Tecvid.
S-3) Arap alfabesi kaç harften oluşmaktadır?C-3) 28
S-4) Elif ve hemze neye denir?
C-4) EliF harekesiz elife, Hemze harekeli elife denir.
S-5) Mahreç harfleri kaç yerden çıkar?C-5) 17
S-6) Boğaz harfleri kaç tanedir?C-6) 6
S-7) Dil kısmından kaç harf çıkar?C-7) 18
S-8) Dudak kısmından kaç harf çıkar?
C-8) 4
S-9) Kendisinden önceki harfin sesini uzatan harfe ne denir?
C-9) Med harfi.
S-10) Med harfleri kaç tanedir?
C-10) Üç. و,ى,ا
S-11) Asli medden fazla uzatmayı gerekli kılan sebeplere ne denir?
C-11) Sebebi med.
S-12) Hem vasıl hemde vakıf halinde sabit olan hemzeye ne denir?
C-12) Hemzei katı.
S-13) Vakıf halinde sabit olup vasıl halinde düşen hemzeye ne denir?
C-13) Hemzei vasıl.
S-14) Hem vasıl hemde vakıf halinde sabit olan sukun’a ne denir?
C-14) Sukunu lazım. نون صاد قاف
S-15) Vakıf halinde sabit olup vasıl halinde düşen sukun’a ne denir?
C-15) Sukunu arız. نستعين
S-16) Harfin sesini uzatmak için hemze veya sukune ihtiyaç duyulmayan medde ne denir?
C-16) Asli med.
S-17) Zamirin med ile uzatılması,ve med yapmaksızın okunmasına ne denir?
C-17) Sıla,Ademi sıla.
S-18) Zamirin sıla olabilmesi ne gereklidir?
C-18) Önceki harfin harekeli olması.
S-19) Zamirin Ademi sıla olabilmesi için ne gereklidir?
C-19) Zamirden önceki harfin sakin olması.
S-20) İttifak mahalli ne demektir?
C-20) Kıraat imamlarının hepsi meddi muttasılı en az iki elif çekmekte ittifak etmişlerdir.
S-21) İhtilaf mahalli ne demektir?
C-21) Meddi munfasıl üzere yapılan med miktarında görüş ayrılığıdır.
S-22) Med harflerinden biri ve sebebi medden sukunu lazım aynı kelimede bulunursa ne olur?
C-22) Meddi lazım.
S-23) Harfi medden sonra sebebi medden sukunu lazım şeddeli olark bulunursa buna ne denr?
C-23) Kelimei musakkale.
S-24) ) Harfi medden sonra sebebi medden sukunu lazım şeddesiz olarak bulunursa ne olur?
S-24) Kelimei muhaffefe.
S-25) Harfi medden sonra sebebi med olan sukunu lazım idğamlı olarak bulunursa ne olur?
C-) Meddi lazım harfi musakkale.
S-26) Harfi medden sonra sebebi med olan sukunu lazım idğamsız olarak bulunursa ne olur?
C-26) Meddi lazım harfi muhaffefe.
S-27) Med harflerinin birinden sonra sebebi med olan arız sukun gelirse ne olur?
C-27) Meddi arız.
S-28) Harekeyi sesin üçte biriyle telaffuz etmeye ne denir?
C-28) Revm.
S-29) Sukunfan sonra ötreye işaret etmek üzere dudakları öne yummaya ne denir?
C-29) İşmam.
S-30) Sakin nun veya tenvinden sonra boğaz harflerinden biri gelirse ne olur?
C-30) İzhar.
S-31) Sakin mim’den sonra ‘’mim’’ve ‘’ba’’nın dışındaki harflerden biri gelirse ne olur?
C-31) İzharı şefevi.
S-32) Lamı tariften sonra ondört kameri harflerden birinin bulunmasına ne denir?
C-32) İzharı kameriye.
S-33) Sakin bir harfin harekeli bir harfle karşılaşması halinde şeddeli tek harfe dönüşmesine ne denir?
C-33) İdğam.
S-34) Kendinden sonraki harfin cinsine çevrilecek olan cezimli harfe ne denir?
C-34) Müdğam.
S-35) Bir önceki soruda cezimli harfin katıldığı harekeli ikinci harfe ne denir?
C-35) Müdğamun Fih.
S-36) Birinci harfin zat ve sıfat olrak tamamen ikinci harfe dönüşmesine ne denir?
C-36) Tam idğam.
S-37) Birinci harfin ikinci harfe zat olarak dönüşüp,sıfat olarak dönüşmemesine ne denir?
C-37) Nakıs idğam.
S-38) Sakin nun veya tenvinden sonra‘’yemnu’’harflerinden biri gelirse ne olur?
C-38) İdğamı Mealğunne.
S-39) Sakin nun veya tenvinden sonra ‘’Lam’’veya’’ra’’ harflerinden biri gelirse ne olur?
C-39) İdğamı bilağunne.
S-40) Mahreçleri ve sıfatları aynı olan iki harften,sakin olan birincisinin,harekeli olan ikincisine idğam edilerek okunmasına ne denir?
C-40) idğamı Misleyn.
S-41) Sakin nunun harekeli nuna,Sakin mim’in harekeli mim’e uğraması halinde yapılan idğama ne denir?
C-41) idğamı Misleyn Mealğunne.
S-42) Nun ve mim dışındaki harflerin birbirine idgam edilmesine ne denir?
C-42) İdğamı Misleyn Bilağunne.
S-43) Mahreçleri aynı sıfatları farklı olan iki harften ,sakin olan birincisinin,harekeli olan ikincisine idğam edilerek okunmasına ne denir?
S-43) İdğamı Mütecaniseyn.
S-44) Mahreçleri veya sıfatları birbirine yakın olan iki harften,sakin olan birincisinin,harekeli olan ikincisine katılarak okunmasına ne denir?
C-44) İdğamı Mütekaribeyn.
S-45) ‘’Lamı tarif’in kendisinden sonra gelen ondört şemsi harften birine idğam edilerek okunmasıne ne denir?
C-45) İdğamı Şemsiye.
ALINTIDIR
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder